24
Haziran’da yüzde 86 katılım oranı ile yapılan bir
seçim yaşadık. Kuşkusuz ki, seçimlerde katılımın fazla olması, uygun ortam ve adaylar için eşit şartlar sağlanması çok önemlidir. 1982 Anayasası için yapılan referanduma halkın
katılım oranı yüzde 91,3 olmuş, “Evet” diyenler ise yüzde 91,4 olmuştu. Fakat bu
Anayasa; içeriği ve o günkü ortam nedeniyle hiçbir zaman demokratik sayılmamıştı.
O halde 24 Haziran seçimini değerlendirirken de “uygun ortam ve adaylar için eşit şartlar ”
olup olmadığına bakmak gerekir. Biz de öyle yapalım:
Seçime
uygun ortam var mıydı?
-Hayır,
OHAL vardı (o halde başka söze gerek kalmadı.)
Peki,
rakipler için eşit şartlar var mıydı?
-Adaylardan
biri olan Erdoğan devletin tüm imkânlarını
kullanma hakkına sahip ve dokunulmazlık zırhı içinde… Aday olan Demirtaş 2 yıl 4 ay 20 gün yani 870 gündür tutuklu (dikkat edin, hükümlü değil, tutuklu)… Diğer üç aday; İnce, Akşener ve Karamollaoğlu ise
engelleme ve kısıtlamalar içinde yarıştı(!)…
(Her şey apaçık olduğu için artık sorulara kolayca cevap verebilirsiniz.)
Aslında bu seçim sürecini etkileyen o kadar çok etken
var ki: bayram harçlıkları, imar affı, vergi affı, kamu kaynaklarının israfı,
Adalet ve İçişleri Bakanlarının söylem ve eylemleri, TRT- YSK-YARGI-AA-..., tek
havuza toplanmış medya gibi daha pek çok etken sayabiliriz. Ama sizler yukarıda
kararınızı verirken, bu etkenleri hiç irdeleme gereği bile duymadınız. Değil
mi?
***
Kimileri bu satırları okurken; “Seçim bitti, atı alan Üsküdar’ı geçti, yenildiniz. Yerli ve milli tek
adam sistemi kuruldu… Sen de oturmuş bahanelere sarılıyorsun!” Diyebilir…
Evet, haklılar bu seçim bitti ve biz haklı olanlar
şimdilik kaybettik… Bizim ortak bir amacımız vardı: “korku ikliminden kurtulmak”
şimdilik olmadı.
Peki, bu sonuç gelecekte de kaybedeceğimizi mi
gösteriyor?
Peki, bu sonuç nedeniyle birbirimize kara çalıp,
parçalanacak mıyız?
Peki, korkup yılacak mıyız?
-Hayır!...
Tarih, toplumların özgürlük ve özgünlükleri için verdikleri
mücadelenin hikâyesidir. Ayrıca her mücadeleyi haklılar kazanır, diye bir kural
da yoktur. Yenilmek, kul olmak ve tutsak olmak değildir.
Kuşkusuz seçim sürecinde partilerin, grupların,
kişilerin eksikleri, yanlışları olmuştur. Bu hatalardan ders alıp bir daha tekrarlamamak,
gelecek için planlar yapmak, her grubun kendi işidir, grupta; tartışmak, eleştiri ve
özeleştiri araçları kullanmak, değerlendirme yapmak, gerekli kararlar almak doğrudur, gereklidir. Ancak bunlar her grubun iç işleri olduğundan, çözümü o
gruba ve zamana bırakılmalıdır.
Eğer aydınlık günlerde yaşamak ve torunlarımıza
güvenli, demokratik bir gelecek istiyorsak, birbirimize kara çalıp, parçalanmadan
çoğalmamız gerekir. Şimdi daha öncelikli olarak yapmamız gereken işlerimiz var,
onlara odaklanmalıyız. Tek adam düzenine karşı olanların ortak hedefi; “korku
ikliminden kurtulmak” için, bir birliktelik kurmak olmalıdır.
Nasıl oluyor da; özgürlüğün, adaletin olmadığı, yoksulluğun, yolsuzluğun, yasakların çok
olduğu bir düzene, en büyük desteği, en çok sıkıntı çeken yoksullar veriyor?
Bu soruya “cahil-cehalet”
demeden, o insanlarla tanışarak, selamlaşarak onlara; onların değerli, bizim
ise dost olduğumuzu anlatarak ulaşmak gerekir. Ayrıca bu konu, toplum ve
davranış bilimcilerce araştırmalı, dünya örnekleri incelenmeli, olumsuzluklara çözüm
getirecek hayatın içinden uygulamalar paylaşılmalıdır.
Böylece, olup-bitenlerin henüz ayırdında olmayan, ya
da korku ikliminde kendisine çıkar bir yol bulamadığı için çaresizce susmayı
yeğleyenlere ulaşıp, onlara ışık tutmalı, onlara yalnız olmadıklarını
göstermeliyiz.
Barışmak-Büyümek-Bölüşmek… Diye ne güzel bir slogan bulunmuştu. Bunun gerçekleşmesi
için hiçbir engel yoktur. Yeter ki samimi olarak çalışalım.