Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Erdoğan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Aralık 2022 Cuma

İnsanca yaşamaktan en az payı alanlar


22 Avrupa ülkesinin 'asgari ücret’ alanlarını; nüfus içindeki oranlarına göre listeleyen bir araştırmada (yüzde 36'lık oranıyla) Türkiye açık ara birinci (yani asgari ücretlisi en çok ülke) olmuştur. 

İkinci sırada da (%15.2)'lik orana sahip Slovenya bulunmaktadır. Listenin en sonunda yer alan ülkelerden Belçika (%0.9), İspanya ise (%0.8) puana sahiptir.  

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, 9 Aralık 2022 günü bir müjde verircesine açıklamada bulundu: 

"Türkiye'de çalışanların içerisinde asgari ücretlilerin oranının yüzde 60 değil, yüzde 38 civarında ..." 

Oh be asgari ücretli sayısı yüzde 60 değil yüzde 38 imiş!... 

Ne mutlu bize!...  

Asgari ücret, adı üstünde yaşamak için gerekli olan en az ücret demektir. Yani daha açıkçası insanca yaşamaktan en az pay almak demektir. Artık bu en az ücretle nasıl yaşanırsa ve böylesi yaşamaya ne denirse sizler düşünün.

Oysa bizim ülkemizin çok iklimli coğrafyası, verimli toprakları, çokça yeraltı-yerüstü zenginlikleri, büyük bir genç nüfusu var. 

Peki ülkemiz neden yoksullukta birinci olmuş?

Bu soruya cevap olarak belki bir çok neden sayabiliriz ben sadece üç tanesini anımsatmak isterim.

Görün bakalım bu yoksulluk dedikleri şey kimleri kimleri besliyor:  

BİR: Biliyorsunuz ki, yandaş bir azınlık kazansın diye yurdumuzun 'ekmek teknesi' sayılan fabrika, maden ve arazileri birer birer, adrese teslim ihalelerle ve yok pahasına satıldı. İşte oralarda ekmek parası kazanan insanlarımız şimdi işsiz kaldı.
 
İKİ: Aynı yandaş azınlık kazansın diye bu kez ülkenin geleceğine, 40-50 yıl süreli kapitülasyon şartlarıyla ve dolar garantili ipotekler koydular. Böylece, maliyetinin 5-10 katı fiyatlarla: tüneller, köprüler, yollar, hastaneler, havaalanları yaptırdılar. Ülke ipotekli, torunlarımız borçlu. 

ÜÇ: Kürt sorunu ülkemizin en önemli toplumsal sorunudur. Ve bu sorun ancak eşit vatandaşlık hakları sağlanarak barışçı bir çözüme kavuşturulabilir. Ve bu demokratik çözümün hiçbir faturası yoktur. Ama bu barışçı çözüm yerine, zorla yani yok ederek çözüm istendiği için kırk yıldan beridir çatışmalar sürmektedir. Ve bu inat yüzünden ülke bütçesinin çok büyük kısmını bu çatışmalar tüketmektedir. Yani bütçemiz, ölüm makinaları için bomba, top ve mermi olmaktadır.

İşte bu yüzden yıllardan beridir gençlerimiz umutsuz, güvencesiz, işsiz, ana-babalar üzgün, çaresiz. Bu yoksul halk hem yokluk, üzüntü, sıkıntı çekiyor hem de vergi veriyor. Bu vergilerle yokluk yaratan ihalelerin bedelleri, müteahhitlerin ve ölüm araçlarının kabarık faturaları ödeniyor. 

***

Takvimler 8 Mart 2019'u gösterdiğinde, ülkemizin gündemi, bugünkü ile tıpatıp aynıydı. Yine enflasyon, yine çarşı-pazarda pahalılık, yine işsizlik  ve yine sınırlarımızda askeri operasyonlar vardı.

Yer: Sivas, kürsüde: AKP Genel Başkanı-Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan. Bilirsiniz Erdoğan, aynı zamanda da bir ekonomisttir. İşte bu kimliğinin ona verdiği özgüven içinde konuşuyor ve dolaylı anlatımlarla diyor ki: 

"Ne diyorlar; domates, patlıcan, patates, sivri biber… Düşünün bir merminin fiyatı nedir, düşünün. Kalkıyor patates, soğan, domates, bunlarla konuşuyorlar. Bizi George, Hans bir yerlerden vurmak istiyor, bunlar da George Hans'a ön ayak oluyorlar..."

Takvimler 6 Aralık 2022'yi gösterdiğinde, ülkemizin gündeminde yine enflasyon yine çarşı-pazarda pahalılık yine işsizlik ve yine sınırlarımızda askeri operasyonlar vardı.

Yer, TBMM, kürsüde: AKP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli vardı. Canikli de enflasyon, pahalılık, işsizlik ve askeri operasyonlara çare olsun diye hazırlanmış olan "2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi" hakkında açıklamalar yaparken şimdiye kadar halktan gizli tutulan çok çok önemli bilgilerin itirafçısı oluyor.   

Nurettin Canikli 2023 bütçesini savunurken bakın neler anlatıyor: 
“...Güvenlik harcamalarını da yapıyor arkadaşlar. Çok konuşulmuyor, çok gündeme gelmiyor ama bu toprakları savunmak için çok büyük paralar harcıyoruz. Türkiye 3 ülkede toprak bütünlüğünü sağlamak için bugün asker bulundurmak zorunda ve güvenlik için çok büyük paralar harcanıyor.  F-16'lardan atılan akıllı mühimmatın tanesi 400 bin dolardan 1,2 milyon dolara kadar çıkıyor. En son yerli olarak geliştirdiğimiz nüfuz edici bombanın bir tanesinin maliyeti 1,2 milyon dolar. FIRTINA obüslerinden sık sık atılan, çok namlulu roketatarlardan atılan bir mühimmatın maliyeti 5 milyon dolar. En ufak bir operasyonda binlercesi atılıyor. Bunu şunun için söylüyorum: Yani bütün bu gelişmeler sağlanıyor, bütün bu harcamalar yapılıyor, 200 milyarlık enerji sübvansiyonu yapılıyor...” dedi. 

Anlaşılsın diye tekrar etmek istiyorum: 

"F-16'lardan atılan akıllı mühimmatın tanesi 400 bin dolardan 1,2 milyon dolara kadar çıkıyor. En son yerli olarak geliştirdiğimiz nüfuz edici bombanın bir tanesinin maliyeti 1,2 milyon dolar. FIRTINA obüslerinden sık sık atılan, çok namlulu roketatarlardan atılan bir mühimmatın maliyeti 5 milyon dolar. En ufak bir operasyonda binlercesi atılıyor..." 

Duydunuz mu? 

Şimdi merak edenler, önce çok basamaklı sayılarla işlem yapan çok fonksiyonlu bir hesap makinesi bulsun. Önce dolar, sonra da TL olarak bilmem kaç basamaklı sayıları sıralasın...  

Şimdi anladınız mı? 

Hani, ülkemizde hiç savaş yoktu?

Hani, barış isteyen hainler uydurmuştu savaşı?

Halâ savaş yok mu diyorsunuz?

Peki, Canikli'nin söylediği F-16, FIRTINA obüsü, çok namlulu roketatarlar ile ne yapılıyor? Bu uçak, bomba, mermi ve mühimmatlar, birer savaş aracı ya da ölüm makinesi değil mi? 

Demek ki askerlerimiz, 3 komşu ülkenin topraklarında savaş araçları kullanıyor. 

Şimdi daha da netleşti:

Ülkemizde acıların, pahalılığın, yoksulluğun, işsizliğin neden azalmadığı, enflasyonunun niçin üç hanelere çıktığı, ülke kaynaklarının nasıl peşkeş çekildiği, yandaşlardan alınan sembolik paraların da hangi karadeliklerce emildiği ve bu bütçenin kimlerin/nelerin bütçesi olduğu... 

Hani, Erdoğan demişti ya: ‘Düşünün bir merminin fiyatı nedir, düşünün! 

Ben çok düşündüm ve cevap veriyorum: 

Evet, mermiler hem çok pahalı hem de öldürüyor. Oysa Barış bedava hem de yaşatıyor!

Kim bilir belki bugünlerde belki de uzak olmayan yarınlarda, Erdoğan ve Canikli gibi başka yetkililer de ortaya çıkar. O yetkililer de ölen canları, yanan-yıkılan köy ve kentlerin, yok edilen doğal yaşamları sıralamasını yapar ve faillerin listesini çıkarır. 

Daha sonra da evlerinden çıkarılan Afrin halkının yerine yerleştirilenler ve ÖSO'nu kurmak, beslemek, maaşa bağlamak, savaştırmak için halkın vergilerinden toplanmış olan bilmem ne kadar milyon/milyar dolarları da açıklayıverirler. 

Uzak değildir, elbet gün dönecek, 'cezasızlık' uygulanan suçlular tek tek bulunup, yaptıklarının hesabı bağımsız yargı tarafından sorulacaktır! 

Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

9 Aralık 2022 Cuma

"Bingol Şewti Megrî-Megrî…"


Yaklaşan 2023 seçimine yatırım olsun diye, AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gezilerine başladı. 

3 Aralık 2022 günü de Şanlıurfa'da gençlerle buluşması vardı. Bu toplantı için çevre illerden pek çok kişi taşındığı söylense de büyük bir katılım vardı. 

Konuklar arasında olan İbrahim Tatlıses "Bingol Şewitî (Bingöl Yandı)'yı söylerken, başta Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı olmak üzere tüm izleyiciler ses ve alkışlarıyla katkıda bulundular. 

Unutmuş olanlar için bir de hatırlatma yapayım: O zamanın Başbakanı Erdoğan, 16 Kasım 2013 Cumartesi günü Diyarbakır'da halkın büyük katılımıyla bir 'toplu nikah' töreni düzenlemişti. 

Bu tören için yurtdışında ikamet etmekte olan ünlü Kürt sanatçı Şivan Perver gelmiş ve İbrahim Tatlıses ile "Bingol Şewti Megrî, megrî dayê megrî", türküsünü 'düet' yaparak söylemişlerdi. 

Bingol Şewitî, bir yaşanmışlığın ağıtıdır ve bunu daha çok dengbejler söyler. Pek çok Kürt de bu ağıtın hikayesini ve sözlerini ezberlemiştir. Ve ağıtı solo-koro söyleyen hemen herkes bu yaşanmışlığın acısını içinden hisseder.  
 
Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı ve Tatlıses birlikte söylediklerine göre...
 
Ve; "Eğer bu ağıtı söylemek onlar için bir haksa, bu ağıtın yaşandığı bölge insanı, hatta ağıta isim olmuş bir Bingöllü olarak, bana da acılı olayın hikayesini araştırıp anlatmak görevi düşer!" Dedim ve yazmaya başladım. 

Ağıta konu olay, 12 Eylül 1980 faşistlerince coğrafyamızda işlenmiş binlerce insanlık suçundan sadece bir tanesidir. (Oysa aynı coğrafyada yaşayan bizler, böylesi suçlar ve benzerlerini, 20 yıllık iktidarda hep tek adamı olan şimdiki hem AKP Genel Başkanı hem Cumhurbaşkanı Erdoğan döneminde de çokça görüp, yaşamıştık. Peki, şimdi onun, üzgün bir yüz ifadesiyle bu ağıtın söyleyişine katkı vermesi, sizce de ilginç değil mi? Yoksa bu bir günah çıkarma mı? Ne dersiniz?) 

Bu konu hakkında "google" araştırması yapınca pek çok bilgiye ulaştım. Sonra da bu bilgileri sizler için 'kısaltıp/özetledim'. Sunuyorum:  

Ağıt; 23 Ağustos 1981 günü, Bingöl'e yakın fakat Elazığ-Karakoçan'a bağlı Kürtçe ismi Qumık (Türkçeleştirilmiş ismi Yenikaya) köyünde Zeki Yıldız'ın öldürülmesini anlatır. 

Zeki Yıldız, babasının erken ölümü üzerine yetim kalan altı kardeşin en büyüğüdür ve kardeşlerini koruma görevi vardır. Bingöl Sanat Lisesi, sonra 1971'de Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulunda okur. Burada, Devrimci Gençlik hareketlerine katıldığı için tutuklanır, bir yıl cezaevinde kalır. Ceza evinden çıktıktan sonra PKK hareketine katılır. 

Daha sonra da kardeşlerine bakmak için köyüne döner ve akrabası Emoş ile evlenir. Aile büyüğü olarak hem evini kardeşlerini geçindirirken, hem de örgütünün yayın çalışmalarına katılır('Serxwebûn' gazetesinin ilk sayısı bu evde basılmıştır.).

Ve 23 Ağustos 1981 gecesi Qumik'teki baba evinde iken, Bolu Dağ Komando askerleri köyü ve evi kuşatılır. Teslim olmaz, askerlere örgütsel amacını anlatarak onları ikna etmeye çalışır çıkan çatışma sonucu öldürülür. 

Zeki Yıldız'ın hikayesi kısaca böyle. 

Şimdi de sıra ağıtın Kürtçe ve Türkçe anlamlarına geldi: 

"Bîngol şewitî, mij dûman e – Bingöl yandı, sisli ve dumanlıdır

Megrî, megrî dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama

(Nakarat)

Esker ketin nav gundan e – Askerler girdi köylerin içine
Megrî, megrî dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama
(Nakarat)

Va qomandan, bê îman e – Bu komutan imansızdır
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama
(Nakarat)

Milet topkirin jopane – Köylüyü topladılar coplarla
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama

(Nakarat)

Qumik şewtî bi mij dûman e – Qumik(köy adı) yandı sisli, dumanlı
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama
(Nakarat)

Zekî kuştin ber malan e – Zeki’yi öldürdüler evlerin önünde
Megrî, megrî, dayê megrî – Ağlama ağlama anam ağlama

(Nakarat)


Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

25 Kasım 2022 Cuma

"Bir gece ansızın gelebilirim!.."


"Bir gece ansızın gelebilirim"
 sözü, ünlü ozanımız Ümit Yaşar Oğuzcan'ın bir şiirinin adıdır. 

Bestelenen bu şiir; aşkı, sevgiyi ve tutkuyu çok güzel anlattığı için halkımızdan çokça beğeni almıştır. 

İşte o şiir-şarkının ilk dörtlüğü: 

"Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim
Beni bekliyorsan, uyumamışsan
Sevinçten kapında ölebilirim..." 

Cumhurbaşkanı Erdoğan "Bir gece ansızın gelebiliriz", sözünü çok sevmiş olacak ki, çok sık kullanmaktadır. 

Fakat, Erdoğan bu sözü, şiir ve şarkıdaki aşk-sevgi-tutku anlamında kullanmıyor! 

Onun için bu söz; birilerini korkutmak-tehdit etmenin ya da apansız bir saldırı bir çatışma bir savaş başlatmanın meydan okumasıdır. Bilindiği gibi böylesi amaçlarla yola çıkanlar, sevgiden uzaktırlar, onlar sadece yıkar, yakar ve yok ederler. 

Zaten Erdoğan bu anlayış ve amacını hiç gizlemez ki, işte iki mesajı:   

13 Ekim 2017 günü: @RTErdogan Türkiye devlet görevlisi olarak açılan Twitter hesabında:

"Bir gece ansızın gelebiliriz" dedik ve bu gece Silahlı Kuvvetlerimiz Özgür Suriye Ordusu'yla birlikte İdlib operasyonunu başlattı." 

6 Eki 2022 günü Yunanistanlı bir gazeteci: "Bir gece ansızın gelebiliriz derken kastınız, saldırabiliriz mi?" diye sorunca: 

"Doğru anlamışsınız." diyor.

Erdoğan, aylardır çok sık tekrarladığı bu sloganı, eyleme dönüştürecek bir gerekçe arıyordu ve buldu:  

13 Kasım 2022 saat 16.20'de İstanbul'un merkezi sayılan Taksim İstiklal Caddesi'nde bir patlama oldu. 

Lanetlenmesi gereken bu hain saldırı sonucunda 6 kişi yaşamını yitirmiş, 2'si ağır 81 kişi yaralanmıştı... 

(Böylesi eylemlerle örgütler; kendilerini tanıtır, isteklerini belirtir ve propaganda yaparlar. Bunun için her örgüt, yaptığı eylemi üstlenir ve  “biz yaptık!” diyemeyeceği bir eylemi yapmaz/neden yapsın ki?) 

Fakat iktidar, yukarıdaki  olasılıkları yeterince düşünmeden, olayın faili olan karanlık güç olayı üstlenmeden, yakalanan failin ilişkileri açıklık kazanmadan ve yargısal bir karar beklemeden çok acele bir askeri operasyon kararı almıştır. (Yaygın görüşe göre bu acelecilik; günbegün halk desteğini kaybetmekte olan 'Cumhur İttifakı'nın bir stratejisidir.  Asıl amaçları da  2023'de yenilmemektir. Şimdi de "Amaca giden her yol mubahtır" diyerek ülke çapında tıpkı 5 Haziran - 1 Kasım 2015'de olduğu gibi bir korku iklimi oluşturmak istiyorlar.).    

Ve, 20.11.2022 Pazar günü sabaha karşı "Pençe Kılıç"  adı verilen hava harekatıyla 160 km'lik sınırımızın karşısındaki Irak- Suriye topraklarında, 89 hedefin vurulduğu açıklandı. 

Ertesi gün 21.11.2022 Gaziantep'in Karkamış ilçesine yapılan roket-havan saldırısı sonucunda 22 yaşındaki öğretmen Ayşenur Alkan ve henüz 5 yaşındaki Hasan Karakaş yaşamını yitirdi. 

Ve ülkece yine büyük bir acı yaşadık.

40 yıldır ülkemizde böylesi terör olayları oluyor ve sonrasında da askeri operasyonlar yapılıyor. 

Peki, neden terör ve çatışmalar hiç bitmiyor? 

Çünkü, bir gece ansızın yapılan saldırılar öldürerek, yok ederek, gelecek için öfke, kin, düşmanlık üretir, böler, parçalar ayrıştırır ve çözümsüz bırakır.  

Çünkü, toplumsal sorunlar güvenlikçi yöntemlerle değil ancak karşılıklı görüşmelerle çözüme kavuşabilir. 

Çünkü, ancak barış dili toplumsal sorunlara çözüm bulur, ancak barış içinde insanlar, insanlıkta buluşur.

Anlatılanlar günümüzde yaşandı ve daha da yaşanacak gibi görünüyor. 

Ne yazık ki ülkemiz halkları pek çok acılar yaşamıştır. 85 yıl önce yaşanmış "Dersim Olayı" da onlardan birisidir. Bu olayların gerçekleri, yıllarca ne konuşulmuş ne de yazılmıştır. Bu olayları bilen tek tük kişiler de olup biteni ancak ev ortamında sessizce konuşabilmiştir. 

Dersim olayı da tıpkı günümüzde olduğu gibi militarist- güvenlikçi bir anlayış, yani yok ederek çözülmek istemiştir. Fakat, çözüm olmadığı gibi torunlara 85 yıllık kapanmayan bir yara, miras bırakılmıştır.

Ben bu olayın çok kısa bir özetini, kendisini devlet yanlısı olarak tanıtan yerli ve milli olan bir kişiden dinledim. 

Bu kişi, Murat Bardakçı idi ve 'Teke Tek'te Fatih Altaylı'nın konuğu oldu. 

Altaylı: Dersim nedir, niye oldu, ne oldu? sorusuyla söyleşiyi başlattı. 

Soru, çok kolaydı. 

Çünkü Murat Bardakçı, Kurtuluş savaşı yıllarında Ankara Emniyet Müdürü, sonra da Denizli, Elazığ, Çorum, Konya valiliği yapmış Cemal Bardakçı'nın torunuydu. 

O, 26 yaşına kadar evinde, hem dedesi hem de dedesi gibi devlette çok önemli görevler yapmış kişilerle tanışmış, onların sohbetlerini dinlemiş, onlardan yazılmayan, sokakta konuşulmayan pek çok 'sır' bilgiler edinmiştir. 

Altaylı: Peki, o isyanın gerekçesi ne?  dediğinde de;

Sözü alan Bardakçı:  

Şimdi ben burada tarafsız olamam, çünkü benim dedem Atatürk döneminin bir valisidir... diyorsa da (sanırım vicdan dürüsüyle) Dersim olayı hakkında kendi düşüncelerini, o günden beri bitmeyen çığlıkları ve dedesi gibi düşünen devlet adamlarının pişmanlıklarını özetledi: 

"Dersime durup dururken bir operasyon yapıldı. Dersim halkı, devlet ve feodal güçlerce ezilen fakir bir halktır, çok acı şeyler yapıldı, çok fazla şeyler yapıldı, çok kötü şeyler yapılmıştır, orantısız güç de oldu. Doğru... Ama isyanların da konuşulması lazım. İsyanlar da yapmış. Köprü yıkılmış, karakol basılmış...

Haa, o isyanların karşılığı bu muydu? 

Hayır!... 

Zaten dedem ve onun görüşündeki devlet adamlarının hepsi, derdi ki:

Dersim konusunda hata yaptık."

***

Operasyonlar birer güç gösterisidir, düşmanı yok etmeyi amaçlar. Bir ülkede diller susmuşsa, siyaset de iktidar uğruna çatışmaları, savaşları, terörü kendine seçim malzemesi yapmışsa… 

Ve çatışmalarla coğrafyamız tahrip olmuş, ekonomimiz batmış, kaynaklarımız tükenmiş, halkımız ruhen bitik ve  acılar içindeyse 

Muhalefet dile gelip, artık yeter demek yerine, bu gidişe izin veren yeni tezkerelere alkışlarla “Evet!” demekteyse... 

Vay bizim halimize! 

İktidarın zaten yolu bellidir ve bir gece ansızın gelebilirim diyor! 

Fakat, eğer muhalefet halen “Yurtta Barış Dünyada Barış” diyebiliyorsa…

Bizim de muhalefete aşağıdaki hatırlatmaları yapma hakkımız vardır:

"Demokrasi, insanları özgür ve eşit kılar. 

Barış ise, bireysel ve toplumsal mutluluğu yaşatan ilaçtır.

Demokrasi ve barış aynı iklimde oluşur. 

Artık maskelerinizi çıkarın! 

Eğer demokrasi ve barış istiyorsanız, 'tezkerelere' hayır deyiniz!” 

Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 


28 Ekim 2022 Cuma

Barış! Barış! Barış..!


Ülkemizin devasa sorunları var, ben bunlardan birkaç başlık seçtim:

Ülkenin ekonomik verilerini iktidarın lehine değiştirdiği söylenen Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Temmuz 2022 yıllık enflasyon oranını %79,60 olarak açıkladı. 

Bu oran baz alınarak G20 ve Avrupa ülkeleri arasında yapılan "en yüksek enflasyonlu ülke" sıralamasında Türkiye'yi (1.) birinci yaptı.  Aynı oranla dünya sıralamasında ise Türkiye: Suriye, Sudan, Venezuela, Lübnan, Zimbabve'den sonra (6.) altıncı oldu.
*
Uğradığı haksızlıklar nedeniyle binlerce vatandaşımız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM)'e başvurmuş, bunların büyük çoğunluğu haklı görülmüştür. AHİM bu kararlarını hükümete bildirerek; hak ihlallerinin giderilmesi ve mağdurlara tazminat ödenmesi istemiştir. 

Anayasamızın (90. madde 5. fıkra): ” ... milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır. " gereği hükümet  AHİM'in bazı kararlarını uygularken, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarına uymamıştır. AHİM süreci devam etmektedir. 
*
47 üyeli AHİM'de "en çok hak ihlali yapılan ülke" sıralamasında: Rusya birinciTürkiye ikinci olmuştur. 

Ancak, Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya AHİM üyeliğinden çıkarılınca, Türkiye birinci olmuştur! 
*
Ülkemizdeki icra dosyası sayısı Aralık 2021'de: 22 milyon 571 bin, Ağustos 2022'de: 24 milyon 77 bin 828 olmuştur! 

Yani, insanlarımız elektrik, su faturalarını bile ödeyemiyor, işyerine kilit vurup iflas ediyorlar. Buna çare olsun diye ekmekler ve ödenmeyen faturalar askıya çıkarılmıştır! 
*
Hani, Napolyon buna benzer bir durumda: 'Yeter daha fazla söze gerek yok!' demiş ya. 

Ben de söze uyarak bu yazımda; tarımdan, rant-ihale-yolsuzluklardan, ormanlardan, tünellerden, hastanelerden, havaalanlarından, bütçesi 7 bakanlığın bütçesini geçen Diyanetten, MEB'den, barınak bulamayan üniversitelilerden, işsizlerden, kadınlardan, yeni seçime odaklı sansür yasasından, çıktı-çıkacak torba yasalardan, kayyumlardan ...  hiç söz etmeyeceğim. 

Nokta. 
***

Peki, en dip dünya derecelerini almamızı kim/kimler sağladı?

Kolay soru... Ülkemizde tam 20 yıldır tek adam anlayışı hüküm sürmekte olduğuna göre sorumlular gizli-saklı değil, apaçık ortada. 

Peki ya bu sonuçları oluşmasını sağlayan nedenler?

Bu konuda pek çok neden vardır, ancak 40 yıldan beridir ülkemizde ve sınırlarımızı aşıp komşu ülkelere varan çatışma ve operasyonları sonucun kara deliğidir (uçak, tank, top, tüfek, mermi, İHA, SİHA ve personel masrafları...)  

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şubat 2019'de: "Domatesçilere, bibercilere, patlıcancılara sesleniyorum; o bir tane merminin bedelini biliyor musun sen?” demesi de bunun belgesidir. 

Çokça ölüm ve acılara neden olan, ülke kaynaklarını tüketen yoksulluk nedeni bu çatışmalar, Mart 2022'den beri çoğaldı hem de süreklilik kazandı. 

Peki bu sorun nedendir ve çözümü yok mudur? 

İnkâr etme, yok sayma, yasaklama ve baskılar artınca Kürtlerin insan hakları ve kimliksel haklarını aramasıyla sorun başlamıştır. 

Dünyanın pek çok ülkesi böylesi sorunları, sosyolojik ve psikolojik gerçeklerden hareketle görüşerek anlaşarak çözerken, bazı ülkeler de militarist yöntemleri seçmektedir.
*
Toplumun içindeki; kimlik, kültür ve inanç farklılıkları bir zenginliktir. Ancak, "önce ben/biz" diye "ötekileri" yok sayanlar ortaya çıktığında, yönetimler için iki yol vardır:


Birinci yol; ülke insanlarının oylarıyla seçilmiş olan meclislerde demokratik, eşitlikçi, barışçıl çözümler aramak (ki, bu yolla çözülen sorunlar toplumsal huzuru sağlar).

İkinci yol; bir tarafı yenme ve yok etme işini silahlı-askeri güçlere bırakmaktır ( zora dayalı bu güvenlikçi anlayış, belki kısa süreli olarak bir tarafa üstünlük sağlayabilir. Fakat, her iki tarafın da bugünü ve yarını için çokça kin, nefret, ölüm ve acılar üretir.)…

Bizim ülkemizin yönetimi ikinci yolu seçmiştir. İşte birkaç örnek:

Cumhurbaşkanı Erdoğan 02.06.2022 günü,"53. TÜBİTAK Lise Öğrencileri Araştırma Projeleri Ödül Töreni"de konuşurken sınır ötesi operasyonları hatırlatır ve şu kıyaslamayı yapar: "Şehitlerimiz var, evet. Ama şehitlerimizin 10 kat, 15 kat, 20 kat evelallah öldürülen teröristler var"  

İçişleri Bakanı Soylu, Şehit Dul ve Yetimler Derneği Kütahya Şubesinde, "Şehitlik ve gaziliğin nasip işi olduğunu" belirterek: "Keşke Allah bana da nasip etse. Bütün yüreğimle, bütün gönlümle arzu ediyorum ve istiyorum..." diyor. 

(İranlı Sosyolog - İslam Bilgini Ali Şeriati de: "Şehitlik diye sorgusuz cennete gidilecek bir makam gerçekten olsaydı, zenginler o makamı fakirlere bırakmazdı.") Demiş...

Ülke insanlarını güvenlik, sağlık ve huzur içinde yaşatmakla görevlilerin en başındaki sorumlular halka 'şehit' olmayı öneriyor. 
*  
Oysa bu sorunların kalıcı çözümü yaşamayı odak alarak; demokratik, insani, bilimsel görüşmelerle sağlanabilir. Bu da seçilmiş temsilcilerin  meclisinde her görüşün özgürce tartışılması, konuşulması, uzlaşmaya varılmasına bağlıdır. 

Bizim meclisimiz, bu soruna barışçıl bir çözümü değil, çözümsüzlük getiren askeri operasyonlar için 'tezkereler' çıkarmaktadır.  

20 yıllık AKP iktidarı, yetkisiz kıldığı meclisin kapısına sadece, bir gece ansızın "sınır ötesi operasyonu" için yetki süresi bittiğinde uğrar. Ve çok ilginçtir ki HDP hariç diğer muhalefetin 'evet' oyunu alır. 

Karşısındakileri düşman ilan ederek yok etmeye 'evet' demektir bu! 

Nerede kaldı, demokrasi, karşılıklı hoşgörü, sevgi, saygı kardeşlik?

Kin, nefret ve ölümler sürdükçe barış olabilir mi? 
 
Oysa bu konular mecliste tartışılsa, herkes derdini anlatsa, taraflar  kendileriyle yüzleşip yanlışlarını bulabilir, bazı düşünceler değişir, ortak nokta ve paydalar bulunabilirdi. 

Böylece birlikte yaşamak daha kolaylaşırdı. Herkes kendi değerlerine bağlı, başkalarının değerlerine saygılı olur, öfke, kin, düşmanlık olmaz insanlarımız gereksiz yere ölmez, kaynaklarımız bize daha iyi bir yaşam sunmak için kullanılırdı. 

Aslında insanlık bu yolu çoktandır bulmuş ve ona 'demokrasi' demiştir. Ve bu yol mutlu yaşamın değişmezidir hem evde hem mahallede hem ülke hem de dünyada... 

Anlaşmak, uzlaşmak, birlikte yol alıp yaşamak varken, biz çatıştık! 

Sadece kendimizi sevdik-saydık ve bu yüzden çokça ayrıştık! 

Yeter artık bugünün arkasında yarınlarımız var!

Bugün ve yarınlarımız için Barış! Barış! Barış!..


Emin Toprak- DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

8 Temmuz 2022 Cuma

Bu Ne Yaman Çelişkidir Bu


Balzac: "Acılar sonsuz oluyor, sevinçlerin ise bir sınırı var!" derken,

Hasan Hüseyin Korkmazgil:
"Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe"
diyor.

Her iki tanımlama da tam bize göre değil mi?

Çünkü ülkemizde karadelikler çoğalmış, çelişkiler kördüğüm olmuş, insanlarımız aç, işsiz, mutsuz, coşkusuz, sevinçsiz acılar içinde. 

Çünkü ülkemizde, kuvvetler ayrılığı, yani güçlerin birlikteliği, yani hukukun üstünlüğü, yani demokrasi yok olmuş. 

Çünkü, tüm yetkiler tek kişide toplanmış!  

İşte, demokrasi ve hukuku yok eden çokça örnekten sadece üçü

BİR: 
20 yıllık iktidarın tek adamı Erdoğan'ın bir huyu da kendisinden yana olmayan hemen herkesi: "terörist, casus, ajan" ilan etmesidir. Birkaç yıl önce hapiste tutuklu olan bir papaz ve bir gazeteci vardı, bunları ekran ve meydanlarda: "terörist, casus, ajan" sıfatlarıyla tanıtıp, asla serbest bırakmayacaklarını söylemişti. 

Ancak bu kişiler pazarlık ve ricalar sonunda; hızlandırılmış mahkeme kararlarıyla gizlice ve hızlıca ülke dışına çıkarılmıştı. 

Yani önce pazarlık, peşi sıra bu "terörist, casus, ajan" yaftaları mahkeme kararıyla kalkmış ve bir aklanma sağlanmıştı.

İKİ 
20 yıllık iktidarın İçişleri Bakanı ile Adalet Bakanının atışması:

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 14 Mart 2018 günü yani 4 yıl 4 ay önce: “Okul çevresinde uyuşturucu satıcısı görürseniz ayaklarını kırın, suçu bana atın” demişti, ancak bununla yetinmemiş olacak ki.

26 Ekim 2021 günü kadın muhtarlar toplantısında da tekrarladı:

“Efendim şurada metruk bina var burada metruk bina var. Ama mahkeme kararı var yıkamıyoruz. 'Ya arkadaş sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin.' ... Vatandaş geliyor diyor ki muhtara 'Bu binayı ne yapacaksın.' Muhtar 'mahkeme kararı var yıkamayız' diyor. Ben de diyorum ki gece yarısı dozer gelsin yıksın kim yıktı biz nereden bilelim ya!" demişti.

Süleyman Soylu'nun bu gibi söylemlerinden rahatsız olan
 Adalet Bakanı Abdulhamit Gül de iki hafta sonra (08 Kasım 2021) bu konuşmaya cevaben: ''Değerli arkadaşlar bizim rehberimiz hukuktur, bizim rotamız hukuktur, bizim kılavuzumuz hukuktur. Biz yapalım hukuk arkadan gelsin değil hukuk önden yürüsün biz ona göre kendimizi ayarlayalım anlayışıdır hukuk devleti" dedi,

ÜÇ: 
29 Ocak 2022 günü, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül'ün 'görevden af talebi', Cumhurbaşkanının 'tensipleriyle' kabul edildi. 

Soylu ise halen İçişleri Bakanı!

Özetle: "Siz yıkın hukuku sonradan gelir" diyen kişi işbaşında, "Bizim kılavuzumuz hukuktur" diyenin ise görevi son buldu. 

İşte bizim ülkemizde egemen anlayış bu!

Oysa, çokça demokratik eksikliği bulunan Anayasa md. 2'de: 'Türkiye demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.' -hükmü vardır ve yönetimler bu Anayasayı esas aldıkça meşru sayılırlar. 

Fakat bizde hukuk değil iktidardaki tek kişinin gücü esastır.  

Bu ne yaman çelişkidir, bu! 

***

Anayasası on yıllarca askıya alınmış ülkemizde sıkıyönetimler, olağanüstü haller ilan edilerek halk baskı altına alınmış ve oluşan korku iklimi günümüze dek devam etmiştir.

Fakat baskıların hedefinde olan ve 'öteki' sayılan kimlikler her zaman daha katmerli baskılar görmüş, daha ağır bedel ödemişlerdir.

Şöyle ki:

Kürtlerin anadilleri, kültürleri, coğrafyaları, tarihleri, seçme-seçilme hakları yok sayılmış, sudan bahanelerle seçilmiş milletvekillerinden bazıları ve belediye başkanlarının hemen hepsi görevden alınarak tutuklanmış, belediye meclisleri ile üyeleri işlevsiz ve etkisiz bırakılmıştır.

Alevi inançları, Cemevleri, kültürleri yok sayılmış, onlara etkin kamu görevi verilmemiş, evleri işaretlenmiş, çocuklarına "zorunlu din dersi" verilmiştir.

Peki, bu zulüm ve baskılara direnen, susmayan, yazıp, çizen, haklarını arayan aydınlara ne oldu?

-İşkence tezgahlarından sağ kurtulanların binlercesi hapiste, bir kısmı da yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. 

Ve şimdiki gündemimiz de başka ülkelere sığınmışlar! 

Hukuk tanımaz egemenler, güçsüz olana hem vurur hem de bağırırlar. Yani hem suçlu hem de güçlüdürler...

Fakat bunlar, baş edemedikleri güçlülerle karşılaşırsa; "terörist, casus, ajan" ilan ettiklerini, aklayıp-paklayıp teslim edecek kadar da çaresiz ve suspus olabiliyorlar...

Bu ne yaman çelişkidir bu! 

Suriye ve Irak'ın içişlerine karışmaktan vazgeçmeyen bu anlayış sahipleri şimdi de bir fırsat bulmuşken, NATO'nun dünyaya saldığı korku üzerinden dünya hukukuna ayar vermek istiyorlar.

Kendi ülkesindeki hukuksuzluğu 'hukuk' sayanlar, başka ülkelerden de aynı anlayışla 'hukuk' bekliyorlar. "İsveç ve Finlandiya bize, bizim terörist dediğimiz bilmem kaç kişiyi teslim edecekmiş! 

Sanki komşularından birkaç kilo bakliyat istiyorlar!

***

Ülkenin demokrasi yoksunu olması, 20 yıllık iktidarın eseri olsa da bu iktidarla ilk fırsatta uzlaşan cılız muhalefetin payını da hiç unutmamak gerekir. 

Çünkü muhalefet açıkça ortaya çıkıp, 'öteki' ilan edilerek hedef alınmış olan Kürtler, Aleviler ve diğer kimliklerin değerlerine, saygı duyduğunu, iktidar olduklarında, tüm demokratik insan haklarını tanıyacaklarını söyleme cesareti gösteremiyor. 

Eğer buna itirazınız varsa lütfen şunları da düşününüz:

Siz, İYİ Parti öğretisini odak yaparak 'altılı masa'da buluşmuş olanların, bu masada olmayan, fakat mevcut yönetime karşı birlikteliği savunan ve 'öteki' sayılan milyonların oylarını alan HDP'ye el uzatıp ' aramıza siz de geliniz' dediklerini hiç duydunuz mu? 

Peki bu masada: Kürtlerin anadil eğitimi, kayyumlar, siyasi tutuklular, Alevilik, Cemevleri, zorunlu din dersleri, diyanete teslim edilen eğitim gibi gibi önemli konularda varılan bir karar, yapılan bir açıklama var mı? 

Yok!...

Ama bu 'altılı muhalefet', iktidarı, NATO heveslisi ülkelerle neden daha sıkı pazarlık yapmadınız, niçin daha fazla haklar(!) istemediniz diye sık sık sorgulayıp eleştirebiliyor!   

Demek ki; bu 'altılı muhalefet', demokratik olmayan bu hukuksuz düzene karşı değilmiş, onlar, sadece iktidar olmak istiyormuş, onların iktidarında da acılar azalmayacak, sevinçler çoğalmayacak, düzen aynen sürecek. 

Emin Toprak- DOSTÇA

          Diğer yazılarım için tıklayınız 
       
   

31 Aralık 2021 Cuma

Yeni Bir Yıla Girerken

Bizim kuşağın insanları, çokça darbe, çok uzun süreli sıkıyönetimler, çok zalim olağanüstü haller gördü. Bu yıllarda da şimdiki gibi küçük bir zümrenin çıkarları hep öncelikli, diğer insanlar ve onların insan hakları ise önemsenmezdi. Bunun için bizler; her zaman demokrasi- özgürlük istedik ve barışa hasret kaldık. 

2021 yılı da o yıllardan biri oldu... 

2021 yılı, ülkemiz için hep kötülükler üreten kötücül bir iklim oldu. 

İşte bugün 2021 yılının son günü. Her yılın bu gününde hemen herkes, sevdiklerine, dostlarına yaşanan üzüntü ve acıları son bulsun unutulsun diye mesajlar gönderir. Bu mesajlarda; sağlık, mutluluk, huzur, başarı dilekleri sıralanır ve ülkeye, dünyaya barış gelsin istenir. Bunlar, gelecek için iyilikler dileyen ve yaşamsal umutları dillendiren, yaşanan acıların tekrarını istemeyen mesajlar... 

Masanın başına oturduğumda amacım; acı ve üzüntülerden uzak, iyi dilek ve umutlarla süslenmiş bir yeni yıl yazısı yazmaktı.

Fakat bu isteğim gerçekleşmedi. Çok üzgünüm!  

Olmadı, olmadı çünkü:

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun iki bakanı buna izin vermedi. 

Ülkemizdeki çığlık ve acıları gidermek için sosyal ve ekonomik çözümler bulmakla görevlendirilmiş, bunun için yemin edip söz vermiş olan bu önemli kişiler, bakın-görün-dinleyin neler neler söylediler:

Cumhurbaşkanı Erdoğan, işsizler için dedi ki: “Ne diyor birileri 'iş yok'... Nankör, nankör bunlar. Yan gelip yatarak para kazanmak istiyorlar” 

Erdoğan:"Siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz" deyip yetkiyi aldıktan sonra da "Dünya bizi kıskanıyor" "demişti.

İşte kıskanılacak ülkemizden birkaç manzara:

  • An itibariyle Dolar 13,28 Türk lirası ve ülkemiz ancak, dünyanın en pahalı faiz ile borç para bulabiliyor. 
  • Gerekli önlemler alınmadığı için yangın ve seller bire felakete dönüştü.
  • Hazinenin 128 milyar doları yok edildi.
  • 16 milyon insan 500 liralık sadakalarla oy deposu yapıldı.
  • Askıda Ekmek kampanyası başlatıldı.
  • Çöpten ekmek toplayanlar çoğaldı.
  • Halk ekmek kuyrukları uzayıp gitmekte. 
  • Dolar 8'den 18'e çıkarken susuldu, 18'den 13'e inince halay çekildi.
  • Yasama, Yargı ve Hukukun üstünlüğünü esas alan sistem çöktü.
  • Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Mahkemesi kararları yok sayıldı.
  • İktidarını desteklemeyen herkes hain, terörist ilan edildi.
*

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ki, kendileri ülkemiz iç güvenliğinin baş sorumludur. Ve onun hakkında mafyatik örgütlerle ilişki kurduğu 'iddiaları' bulunmaktadır. Hakkındaki bu iddialar için yargıya başvurup orada aklanmak yerine, politik rakiplerine en çok sözlü sataşmada bulunup  yargı kararı olmadan insanları suçlu ilan ediyor. Ayrıca görevlendirilmiş bakanlar arsında en çok konuşan da kendisidir. 

İşte bu özellikleri olan Soylu, Bursa AKP İl Başkanlığı toplantısında: "Sadece bizim yaptıklarımıza bakmayın. Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki; bize yaptıran Allah'tır, bize yaptıran Allah'tır, bize yaptıran Allah'tır!” diye diye pekiştirmek için üç kez tekrarlıyor.  

Bu sözler, Soylu'nun, Türkçülükten dinciliğe doğru yol almakta olduğunun bir göstergesidir. Anlaşılan şimdi de daha din esaslarının yazılı olduğu kitabı okuyamayan, okusa bile anlamayan milyonların dini duygularını sömürmeye başlamış. Bunun için de kendisini kutsuyor, inançsal bir zırha bürünüyor. 

İşte, ülkedeki kötücül anlayış ve kötülüklerle savaşması gereken bu kişinin sorumluluk alanında olup bitenlerden kısa bir seçki:

  • Tacizci tecavüzcü güvenlikçilere(!) "cezasızlık" sağlanması.
  • Halkın iradesini kayyımlara teslim etmesi. 
  • Köy ve kentteki çocukların yolda veya evlerinin içinde iken zırhlı araçlarla ezilmesi.
  • Halkın iradesiyle seçilen belediye başkanlıklarına kayyımlar atanması.
  • Helikopterden insan atılması...
  • Mahkeme kararı olmadan insanların suçlu, terörist olarak ilan edilmesi.
  • Soma ve Ermenek işçilerinin hak arayışlarının jandarmaca önlenmesi.
  • Urfa Suruç Devlet Hastanesinde  Şenyaşar’ların infaz edilmesi.
  • Deniz Poyaraz ve nice kişinin katledilmesi.
  • Konya'da Dedeoğulları ailesinde 7 kişinin katledilmesi.
  • Limanlarımızın kokaincilerin uğrak yeri olması.
Ve daha onlarca sayfalık kötücül anlayış ile kötülük sayabiliriz.  

Soylu'nun sorumluluk alanında olup gerekli önlemler alınmadığı için olup-biten bu kanlı olaylar için:

"Ben yapmadım, Allah yaptırdı." -diyebiliyor!...   

*

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun randevu isteğine: "Kamuoyunu yanlış yönlendirerek maksadını aşan, emrivaki şekilde yapılacak görüşme talebini karşılamamız beklenmesin" dedi ve bakanlığın kapısına asma kilit vurdurdu. 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bakana: "KPSS'de yüksek puan alan öğretmen adayları niçin sözlü 'mülakatta' elendi?" -diye soracak ve belki de haksızlık yapılmadığna, aldığı cevap ve belgelerle ikna olacaktı. 

Fakat Bakan Özer; bize dünyada eşi benzeri olmayan bir olay yaşattı.  Bir vekili olarak halkın hakkını aramakla görevli olan Kılıçdaroğlu'nu bakanlık kapısından içeri alınmamasını, hangi hukuk kuralı kabul eder, hangi töre, bu çiğ davranışı hoş görebilir ki?  

Böylesi ucuz davranış yerine Sayın Bakan Mahmut Özer'in öncelikleri şunlar olmalıydı:
  • MEB'i Devlet desteğiyle kurulan, mülakatlarla desteklenen vakıfların kuşatmasından kurtarması 
  • MEB'i imam hatipler diyanet, vakıf ve tarikatların kuşatmasından kurtarmak.
  • Ortaçağ okulculuğunu bırakıp çağdaş ve bilimsel eğitime geçmek.
  • Öğretmenlerin ekonomik ve sosyal haklarını iyileştirmek. 
  • Sıra bekleyen öğretmenleri, yandaş olup olmadıklarına bakmadan, 'mülakatsız' olarak mesleki donanımlarına göre işe almak.
  • Köle gibi çalıştırılan ders ücretli öğretmenler sorununu çözmek.
  • Bakanlıkta işlevsiz bırakılan iki başlı teftiş sisteminin Danıştay kararlarına uygun hale getirmek.
Eyyy Mahmut Özer, sizin yukarıda sıralananların benzeri daha nice işleriniz varken, onlara hiç dokunmuyorsunuz da sadece aldığınız bir emrin korkusuyla, nasıl olur da milyonları temsil eden ana muhalefet partisi genel başkanı Kılıçdaroğlu girmesin diye bakanlığın giriş kapısına asma kilit taktırırsınız? 

O kapı ne sizin ne de babanızın  değil ki!

Burası halkın yani herkesin kapısıdır ve herkese açık olmalı! 

Bu görülmedik, bilinmedik ayıplı iş, acep hangi yörede, hangi törede var?

40 yıl çalışmış bir eğitimci olarak bu ayıplı işten utanç duydum.

AYIP! 

AYIP! 

HEM DE ÇOK ÇOK AYIP!

***

Tanıdık olan, tanıdık olmayan sevgili okurlarım, dostlarım, 20 yıldır işte böylesi bir iklimde yaşıyoruz. 

Fakat demokrasi ve özgürlüğe susamış halkımız onları oyları ile davul zurna yerine tencere, tava sesleriyle gönderecek. 

Hem de anlayışlarıyla birlikte bir daha geri dönmemek üzere gidecekler!

İşte tüm bu dirençleri, egoları, öfkeleri, kinleri de bu yüzden. 

Belki arkalarında nice acılar ve soyulmuş bir enkaz bırakacaklar ama gidecekler!

Hem de çok yakında gidecekler! 

2022 yılı tüm insanlık için sağlık, mutluluk ve barış yaşatan bir yıl olsun.

Sevgi ve saygılarımla...

Emin Toprak - DOSTÇA

Diğer yazılarım için tıklayınız


24 Aralık 2021 Cuma

Demokrasi mi Teokrasi mi?


"
Dünyada bilinen 4300 din var." cümlesi notlarım arasındaydı. Cümle, okuduğum bir kitap ya da makaleden bir alıntıydı. Ben de bugün bu cümleye, 
bir duygu katmak, 'ne kadar da çokmuş!' diyebilmek için küçük bir ekleme yaptım: 

"Dünyada bilinen 4300 din varmış!" 

Ve ayrıca her din içinden de hiç benzeşmeyen, birbirine düşman olmuş onlarca mezhep, tarikat, cemaat türemiş! 


Demek ki, tarih boyunca bu 4300 dini anlayışlar kural ve öğretilerini insan topluluklarının beğenisine sunmuş. İnsanların ilk ataları da bu inançlardan birini seçmiş ve o inancı gelecek nesillerine miras olarak  bırakmıştır. Ret etmesi çok zor olan bu değişmez dogma, nas dolu bu inanç sistemleri, sonraları toplum içi ve toplumlar arası barışı yok eden savaşların en önemli aracı olmuştur.


Çünkü her kişi ve toplum seçtiği inanç ya da yolu; en doğru, en kutsal, en gerçek kabul etmiş. Kendi inancında olmayanları da en yalan, en yanlış, en sapık ve düşman saymıştır. 


Tarih boyunca dinlerin kutsal ve sorgulanmaz değerleri: "en doğru, en..." diye diye bir düşmanlık öfkesine ulaşır. Sıradan insanların bu öfke gücünü çok ustaca yöneterek kendilerine çıkar sağlayan krallar, tiranlar, derebeyleri, ağalar, beyler, ruhbanlar, şeyh, hoca ve onların koruyucusu devletler, bu sihirli gücü yoksul halka karşı bir zulüm ve sömürü aleti olarak kullanırlar. 


Bu çıkarcılar, sosyal psikolojinin yöntemleriyle algılar oluşturarak; içten duygularla dinini ve onun kutsallarını önemseyen, ibadet edip tapınan, çile çeken, adaklar adayan halkı: "vatan, millet, din, ümmet, inanç, ...!"  gibi ego azdırıcılarla cephelere sürüyordu.  


İşte bu uğurda; nice savaşlar çıkmış, nice kentler, kültürler yanmış, yıkılmış, yok olmuş, nice insanlar; ölmüş-öldürmüş... 


Ve tüm insanlık çok büyük acılar yaşamıştır.


***

Yukarıdaki tarihsel özeti, hepinizin duyduğu bir konuşmayla güncellemek istiyorum.  


Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 17 Aralık günü: 


Bir Müslüman olarak NASLAR neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu." dedi.

 

Sanırım bu açıklamayı; Merkez Bankasının faiz oranını, yüzde 9,50'den yüzde 8,50'ye çekme kararına, bir inançsal gerekçe olsun diye ve hem de bu kararın baş sorumlusu olduğunu belirtmek için yaptı.  


Tabii ki, bu mesaj istenen dindar kitleye ulaştı ve onlar da 'Müslüman kararı ve nas sorgulanmaz' diyerek alkışladılar. O zaman biz de onlara ve herkese şu soruyu sormalıyız: 


"Peki, Müslüman NASLARA uygun faiz yüzde 8,5 mu?"  


Ki, bu sözleri söyleyen Sn. Erdoğan "Ben ekonomistim" demiş, ekonomi literatürüne de: 'Faiz sebep enflasyon sonuçtur' teorisiyle katkı vermiş birisidir! 


20 yıldan beridir de ülkenin: en yetkilisi, en etkilisi, en sorumlusudur. Ve ayrıca, her yıl ülkenin bütçesini olası faiz oranlarına göre hazırlayan ve hiç değiştirmeden meclise onaylatan da kendileri...


Nas, İslâm ansiklopedisinde: "Allah’ın ve Peygamber’in sözü" olarak tanımlanır. Eğer, ülke yönetimi inanç sitemine dayalıysa, orada naslara uyulması zorunludur. Bu, bir "Teokrasi" anlayışıdır. Teokratik ülkelerde devlet, din adamlarınca yönetilir. Dünyada 'naslarla' yönetilen çok az Teokratik ülke vardır. 


Sayın Erdoğan'ın sadık kalacağına dair yemin edip, söz verdiği şimdiki anayasada (eser miktarda da olsa, sözde bile kalsa); "demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" olduğu açıkça yazılıdır. 


Anayasalarında: "demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti" olduğu yazılı olan ülkelerde, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü esas alan kuvvetler ayrılığı vardır. Demokrasilerde nas ve taassup buyrukları değil demokratik özü olan, bilimi esas alan yasalar geçerlidir


Erdoğan, ülkede baskılanan demokratik hakları geliştirmek, demokrasi ve hukukun olduğu barışçı bir iklimi geliştireceğine, Ortaçağ'ın korkulu karanlık iklimini geri getirmek, o iklimin nasları ve tek kişi buyruklarıyla ülkemizi yönetmek istiyor.  


Dünyada artık ‘yerli ve milli’ olmak diye bir olgu kalmadı. Çünkü doğa kendi doğal iç devinimiyle değişip dönüşürken, insanlar ve kültürler arasında da sosyal ve ekonomik ilişkiler çoğaldı. Böylece oluşan iletişim, etkileşim, kaynaşma iklimi, genetik yapıları bile etkilenmeye başladı. Bu nedenle artık dünyada ne arı bir ırk ne de arı bir kültür kalmıştır. 


İnsanlığın övüncü olan, çok seslilik, çok renklilik ve bağdaşan uyumluluk durumu aslında dünya barışının bir habercisidir.

 

***

Bir alıntı ve iki cümlelik sözden yola çıkarak yapılan değerlendirmenin sonuna geldik artık. İsterseniz aynı eleştirel bakışla birazcık da ülke insanımızın gerçeklerine bakalım: 

İktidar-muhalefet ayrımı olmaksızın, insanlarımızın büyük bölümü: kendi kimliği, kültürü, inancı, yaşam tarzı gibi değerlerini "en iyi" kabul ederken, diğer kimlik ve kültürleri yanlış-eksik-öteki-önemsiz görüp istemez olmuştur. 

Birçok kültürü içinde barındıran bir ülkemiz var. Bu zenginliklerin bir arada huzur ve barış içinde yaşama hakları var. Bunun için de öyle bir aşı olmalıyız ki, her zaman kimliğini önceleyen ve kendini hep üstün gören 'bencil' anlayışlarımız 'eşitlikçi' anlayışlara dönüşüp, değişsin. 

Dilerim ki bu çağda ülkemiz, "Demokrasi mi Teokrasi mi?" ikilemini hiç  yaşamadan demokrasi, özgürlük ve barıştan yana olur. 

Barış içinde sağlıklı kalınız... 


Emin Toprak - DOSTÇA  

Diğer yazılarım için tıklayınız