eşdeğerlilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eşdeğerlilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Aralık 2018 Cuma

Okul - Eğitim ve Gelecek


Çokça kabul gören bir tanıma göre, “Eğitim; bireyde istendik yönde davranışlar oluşturma veya istendik olmayan davranışları istendik yönde değiştirme süreci” olarak tanımlanır.

Ben, 15 yıl öğrenci, 40 yıl da çalışarak, ömrümün büyük payını okul ve eğitim alanında harcamış bir insanım. Bu süreçte uysal, boyun eğen birisi olmadığım için yanlışlara karşı çıkıp, direnç göstererek "istendik modele" uygun olmadım.

Belki doğam, belki bulunduğum yaş ve dünyaya bakışım gereği, okulu ve okulda verilen eğitim-öğretimi sorgular ve düşünürdüm. Acaba bu istendik davranışlar kimin, kimlerin istekleridir? Diye kendime sorular sorar ve her seferinde de: “egemen güçlerin…” karşılığını alırdım.

Bu bakışla, yaşamda, çevrede olup bitenleri hep düşündüm, kendimce sorguladım. İşte, bunlardan okul ve eğitimle ilgili üç tanesi:   

(1): Her çocuk doğarken karşılaştığı basınç, ses ve ışığa karşı direnir, korku içinde ağlayarak dünyaya merhaba der. Bu yeni misafir, çok koruyucu olan annesince okşanıp emmeye başladığında ise korkuları ve yüreğinin tik takları biraz azalır. Fakat o henüz kendisi için belirlenmiş, kurgulanmış pek çok zorunluluktan habersizdir: Onun; ailesi, ülkesi, dini, dili, ırkı, dostu ve düşmanları bile bellidir. Ve o bunlara uymak zorundadır.

(2): 5-6 yaşlarında eğer şanslı bir çocuksa, başka akranları ile el ele verip tanış olacağı, şarkı söyleyeceği, oyun oynayacağı anaokuluna gider. Buradaki diğer çocuklar da onun gibi köşesi olmayan bir top gibi coşku içinde zıp zıp oynamak isterler. Fakat ne yazık ki burada kendisine “istendik davranışlar” kazandırmak için; telkinler-uyarıları-kurallar-yaslarla, tornadan çıkmış gibi aynısını yaratma işlemleri başlamıştır artık. Hatta okuma-yazma öğretme zorlamaları bile… Ve böylece, o coşku içinde zıp zıp zıplayan çocuklar, sekiz köşesi olan birer prizmaya benzetilirler.

(3): Yıllar geçer o büyür, gelişir, dünya değişir dönüşür fakat onun yaşantısı öncekilerin aynısı: Anne ve babası, kendi annesi-babasından öğrendiği anne-babalığı… Öğretmenleri, kendi öğretmeninden öğrendiği öğretmenliği… Yöneticileri, önceki yöneticisinden öğrendiği yöneticiliği sürdürmektedirler hâlâ…
Bunlar sadece bazı hatırlatmalar, eğitim yaşam boyu sürdüğüne göre sizler de eklemelerle, eleştirilerle listeyi uzatabilirsiniz.

***

Dünya durmadan dönüp, evrimleşiyor, bilim geometrik hızla gelişip, değişiyor, yenileniyor. Fakat insanların geneli, yaşamda olup bitenleri, kendilerine yaşatılanları sorgulamak, değiştirip, geliştirmek, daha yaşanır dünya yaratmak yerine, öğrenilmiş çaresizlik içinde; “bu bir yazgıdır, böyle gelmiş, böyle gider” diyerek kabullenirler. 

Devletler ise gasp edilen insan haklarını vermek yerine, egemenleri gelecekte de egemen kılmayı üstlendiler. Denetimlerinde bulunan yasama-yargı-yürütme gibi tüm güçleriyle okulu bir bir torna tezgahı ya da bir kuluçka makinesi gibi kullandılar. 

Okuldan istenen; sınırları çizilmiş olan bilgi, davranış, kural, yasa ve öğretmenler yardımıyla zorunlu eğitim verdirerek tek tip insanlar yetiştirmektir.

Orada, bireylerin hakları yoktur. Onlar sadece; zil sesiyle, susup-dinleme, kurallara-yasalara uyma ve istenen davranışları göstermelidir. İşte bu zorunluluklar; herkesin özgürlük ve özgünlüklerini kaybederek benzeşmesi, sorgulamadan aynı şeyi düşünmesi/söylemesi/yapması ve itaat etmesi demektir.

Orada, bilindik nakaratlarla sadece; zor, zorlama, zorunluluklar vardır.

Demek ki, egemenler amaçlarını gerçekleştirecek özelliklere sahip insanları yetiştirmek için okulu ve eğitimi zorunlu kılmışlar.

Oysa eğitim, her insanın özgürlük ve özgünlüklerini geliştirmesi için gerekli ve vazgeçilmez bir haktır. Bunun için de okul ve eğitimin amacı; sorup, sorgulayan, yaşamı geliştiren ve kolaylaştıran bireyler yetiştirmek, herkes için demokrasi, özgürlük, özgünlük, eşdeğerlilik sağlamak olmalıdır. Çünkü ancak böyle bir eğitimle; paylaşma, dayanışma, birliktelik sağlanabilir.

Bu görüşlere katılmayanlar (belki de kızarak) şöyle diyebilirler: 
"Peki, okulda çocuk hakları ve insani değerleri savunanlar ve kazandıranlar hiç yok mudur?" 

-Hiç olmaz olur mu? Vardır. Bunlar; “istendik davranış” isteyenlere karşı durup, direnenlerdir. Fakat ne yazık ki bunlar, genel içinde “eser” miktarda… 

***

İki yüz yıl önce doğmuş-yaşamış iki bilim insanı; demokrasi-özgürlük-özgünlük olmayan, sadece verilenle yetinen, sadece isteneni yapan kişiler yetiştiren okul ve eğitim sistemleri için bakın ne diyorlar:

K. Marx,“Sömürülenin çocuğunun, sömürenin ilgisine bırakılma çılgınlığı…”

M. Bakunin ise; ”Bilgiyi elinde tutanların iktidarı, başkalarının bilgisizliği üstüne kurulmuştur.”
*

2018 yılı sona ererken dünyadaki okul ve eğitim sistemleri hâlâ insanı ve insanlığı odak almıyor ve sadece egemenlere hizmet ediyorsa… Bu durumda ne sorular, ne ünlemler, ne de dilekler yeterlidir.

Artık herkes el ele verip demokrasiyi egemen kılmalı ve böylece insani değerlerle donanmış demokratik eğitimi gerçekleştirmeli.



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız


18 Mayıs 2018 Cuma

“HDP'siz olmaz!...” diyenler samimi mi?

Çoğu kişinin yaptığı gibi ben de çocuklarım ve daha sonra da torunlarıma bolca kitap okudum. Onlar yanıma/kucağıma oturup; dinler, görsellere bakar, çokça neden-niçin soruları sorar, sorulan sorulara da, çünkü-ama ile başlayan mantık kurgusu yapar ve bunlardan büyük bir haz alırdı. Tabii ki ben de ...  

Çirkin Ördek Yavrusu” masalı da bize işte böyle bir olanak sağlamıştı. Bu eser; dünyanın en büyük masalcılardan biri olan Danimarkalı Hans Christian Andersen’e (1805-1875) aittir. (Andersen'in Türkçeye çevrilmiş 85 kitabı var.)

Çoğumuzun bildiği, ama bilmeyenlerin de, mutlaka çocuk ve torunlarıyla  birlikte okumasını önerdiğim bu masalda; kuluçkadaki anne ördeğin kanatları ve vücut ısısı ile koruduğu yumurtalar çatladığında yavruların çıktığı... Ancak en iri yumurtanın bir hafta sonra çatladığı ve içinden de çok "çirkin" bir yavru çıktığı... Masalın öznesi olan bu "çirkin" yavrunun annesi tarafından sevilip korunduğu, ancak kardeşleri ve çevrede dışlandığı...Ve bu "çirkin" yavru büyüyüp "kuğu" olduğu anlaşıldığında, yaşananları anlatılıyor. 

Bu süreçte yavrunun yaşadıkları, düşündükleri, hissettikleri, hem okuyanı hem de dinleyeni çok etkiliyor. Çünkü, bu masal düşündürerek; ön yargıları sarsıyor, yıkıyor ve yerine insani bir erdem olan hoşgörüyü aşılıyor...  


***
Bugünlerde herkes söz birliği yapmış; “HDP'siz olmaz", "Onlarsız olmaz” diyor ("onlar" dedikleri: Kürtler...). Bu da bana yukarıdaki masalı çağrıştırdı. 

Ahmet Şık’a ait bir sözün öznesini değiştirerek; “ HDP’nin yanında yer alanlar, onlara dokunanlar yanar!” diye devamlı nutuk atan kamuoyu araştırmacılarını hatırladınız değil mi?

İşte bu kişiler, şimdi de pişkince; “HDP'siz olmaz!...” diyorlar. "TV muhabbetleri"nde, eğer birisi HDP Kürt partisidir derse, karşı görüştekiler hemen ; "Ama HDP'ye oy vermeyen Kürtler de var!" diye tepki gösteriyor. 

Bence de HDP Kürt partisi değildir. Çünkü HDP; ırk, din, dil, renk ve cinsiyet farkı gözetmeden; işçi, köylü emekçi, aydın, sosyalist, demokrat kısaca “öteki” ilan edilen herkesin partisi...  

HDP'nin ilgi merkezi olmasını sağlayan bu duygusal(!) yaklaşımın asıl nedeni; HDP barajı geçtiğinde kazanacağı veya  barajı geçmediğinde AKP hanesine yazılacak olan vekiller...  "Sıfır baraj" görüşmelerinde yok saydıkları ve yıllardır barajı geçmesin, boğulsun dedikleri parti, meğer çok önemli imiş!... Tabii ki çıkarları söz konusu olunca... Önemser ve anar oldular bu partiyi...  

***

Toplumsal barış ve demokrasi için yaşanmışlıklarla yüzleşmek ve yanlışları tekrar etmemek gerekir. Çünkü gelecek ancak bu yolla daha yaşanır ve güvenli olur... 

İşte hepimizin tanıklığında olagelmiş; yüzleşilmesi, empati yapılması, düşünülmesi ve ders çıkarılması gereken bazı yaşanmışlıklar:

 Haziran 2015 seçiminde 6 milyonu aşan oy alıp 80 milletvekili çıkaran HDP’ye, tüm partilerin “vebalı” işlemi yaparak uzak durması…

 Resmi görevlilerin araç arkasına çıplak olarak  bağlayıp sürükledikleri ölüleri... Cesedi 1 hafta sokak ortasında bırakılan Taybet Ana’yı... Cesedi kokmasın diye derin dondurucuda bekletilen küçük çocuğu... Roboski’de parçalanan çocukları… Girilen yatak odalarına yazılanları… Kobani’deki savaş mağduru çocuklara oyuncak götürmek isteyen gençleri… "Ankara" ve benzeri katliamları… 80 yaşındaki annenin ölüsünü gömdürmeyiz diyenleri... Çocuklar ölmesin ve savaşa hayır diyenlere yapılanları… On yıllardır çığlıkları yankılanan Cumartesi ve diğer acılı anneleri…

 Kendileri ve soydaşları için hak gördükleri; masalı, ezgiyi, ninniyi, şarkıyı, türküyü, anadilde eğitimi (ki bunlar ayrımsız olarak birer insan hakkı), ötekilere çok görüp yasaklarla, zindanla engellemeleri… Sosyolojik bölge, şehir, köy ve insan isimlerini bile yasaklamaları… Milyonlarca insanın konuştuğu  bir anadili unutup(!), mahkemede kayıtlara; “bilinmeyen bir dil” olarak yazmaları...

Bunlar, korku ikliminde ve kısa bir zamanda yaşanan; dışlamalar, nefret suçları ve katliamların sadece birkaçı... 

HDP bu süreçte haksızlıklara karşı çıkarken "öteki" ilan edildi, hep yalnız kaldı, büyük bedeller ödedi. Oysa kimileri olanlara sessiz kaldı, kimileri de olagelenleri hep savundu, savunmaya devam ediyor…

Şimdi de koro halinde; “Onlarsız olmaz!..” diyorlar.  

Tabii ki, onlarsız olmaz!... Keşke bunu söyleyenler; çoğulculuğa, çeşitliliğe, eşdeğerliliğe inansa/alışsa ve de samimi olsalar…

Not: Sayın Muharrem İnce'nin  konu ile ilgili demokratik girişim ve söylemlerini samimi buluyor, önemsiyor ve destekliyorum...

***

Eğer “onlarsız olmaz” içselleştirilmiş bir farkındalık ise; alkışlanmalı, destek verilmeli, çünkü ülke geleceğimiz için çok çok önemli ve gereklidir. 

Yok, eğer “onlarsız olmaz” içselleştirilmemiş ve sadece “onların” gücünü bir araç olarak kullanmak için “ilmi siyaset” gereği Makyavellistçe söylenmişse... Ve köprü geçildikten sonra yine, “Alavere, dalavere Kürt Memed nöbete…” diyeceklerse:

✔ Hem, bu “ilmi siyaset” yapan Makyavelistleri ayıpları ile yüzleştirmek... 
✔ Hem, tek adam sultasına son vermek... 
✔ Hem de amacımız olan; demokrasiye, barışa, çoğulculuğa, çeşitliliğe, eşdeğerliliğe…, kapıyı aralamak için:

"Tek adam düzeni"ne karşı duracak güç birliği desteklenmeli.


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız