25 Ağustos 2017 Cuma

Türkiye Gündemi (3) 16 yaşındaki AKP



Metal yorgunluğu:
Tüm canlıların yaşamında; uzlaşı yerine saldırıyla istediklerini elde etmek ve böylece  kendilerini kanıtlamak istedikleri bir zaman dilimi vardır ki, buna “ergenlik çağı” denir. İnsanlarda genel olarak 14-15 yaşlarında başlayan ergenlik çağı; yaşamın en tehlikeli ve tehlikelere açık çağı olarak kabul edilir.

16 yıl önce kurulan ve 15 yıldır iktidarda olan AKP de ülkemizde ergenlik çağındaki gibi sorunlu ve zor bir iklim oluşturmuştur. Bu iklimde; kontrolsüz eylem ve söylemler sonucunda nice can ve mal kayıpları yaşanmıştır.

Kendileri de bu durumun farkına varmış olmalılar ki, metal yorgunluğu  tanımlamasında bulundular. Ve bu devasa sorunu birkaç kişilik değişiklikle çözmek isteklisi oldular.

Oysa metal yorgunluğu olan organizma, yaşlanmış ve işlevlerini yapamaz duruma gelmiş demektir. Demek ki 16 yaşında yaşlanmışlar ve işlevsiz kalmışlar. Doğru bir tespit güzel bir özeleştiri! Fakat bu soruna çözüm bulmak birkaç kişi/parça değişimi ile sağlanmaz ki...

Bu metal yorgunluğu  sonucu oluşan sorunlu iklim için pek çok neden sayılabilir. Fakat ben sadece üç ana nedeni saymakla yetineceğim:

Birincisi: iktidar nimeti olan GDEO’lu besinlerden “daha, daha” istenmesi ve bu aşırı beslenme sonucunda besinlerin neden olduğu güç zehirlenmesi…

İkincisi: etik ilkelerden yoksun, sadece karşılıklı çıkara ve kazan, kazan anlayışına dayalı olarak kurulan ortaklıkların bozulması…

Üçüncüsü: günübirlik olarak oluşturulan iç ve dış politikalarla ortaya çıkan; yalnızlık, dışlanmışlık, çaresizlik…

Belki bu nedenlere bir de psikolojik neden eklemek daha iyi olacak. Bu da: seçmen desteğinin (yedekleri parti le birlikte bile) %50’nin altına düşmüş olduğu farkındalığı ve bunun yaşattığı tükenmişlik duygusu…

Evet, son eklediğimiz “tükenmişlik duygusu” aslında tüm nedenlerin oluşturduğu bir sonuçtur… İçinde her şey var: metal yorgunluğu, oksitlenme, güç zehirlenmesi, yalnızlık, dışlanmışlık, çaresizlik...

Soruna bu kıstaslarla bakmamız; iktidarın dur durak bilmeyen telaşı, hırsı, kibri ve saldırganlıklarını anlamamızı sağlar ve de konu hakkında fikir üretip yorum yapmamızı kolaylaştırır. O zaman iktidarın, niçin çoğulculuğu istemediği, neden yüzde 50 + bir kişi sayısal çokluğu ile yetinip, yüzde 49,9’u yok sayıldığını... 

Ve niçin sürekli olarak, barış değil de savaş istediğini daha da kolay anlayabiliriz. 

***
Olup biten olumsuzluklar, yaşanmakta olan sıkıntılar ve acılar için de kendilerini ak kaşık sayıp, hep daha ötelerden kaynaklı bahaneler üretip bunları kullandılar ve halen de onlarla oyalıyorlar: “Bizi kandırdıkları için… Bizi kıskandıkları için… İslamofobi olduğu için…” diye diye...

Bunları geçiniz!

İçeride FETÖ’cüler sizi kandırdı, dışarıda da Suriye üzerine yürü diyen dostlarınız sizi kandırıp yalnız bıraktı ise. Neden halkımıza; çaresiz ve yönetemez durumda olduğunuzu belirten özeleştirinizi sunup istifa etmediniz?

Acaba, 2004’te bizi kıskanlar ve İslamofobi sahibi dedikleriniz yok muydu ki, Sn. Erdoğan “Yılın Avrupalısı” seçildi. Ülke çapında; Avrupa Birliği (AB) için yapılan girişimler havai fişekler ve coşkulu törenlerle kutlanmıştı?

Nasıl oldu da 2004’te “Yılın Avrupalısı” seçilen Sn. Erdoğan 2017’de (hem de Cumhurbaşkanı iken); adeta “Yılın İstenmeyen Avrupalısı” ilan edildi; toplantıları iptal edildi, internet ile ulaşımı bile engellendi ve bakanları istenmeyen kişi ilan edilerek bazı ülke girişleri yasaklandı?

Nasıl oldu da, AB’nin kapıları ile birlikte pencereleri de birer birer kapanmaya başladı? 

***
Şimdi hep birlikte 16 yaşındaki 15 yıllık yorgun iktidarı uyaralım ve soralım:

-15 yıldır teslim alıp yönettiğiniz; şehirler, köyler, sokaklar, dereler, nehirler, göller, denizler, yaylalar, ormanlar, madenler...

Buralarda çevre korunmuş, canlılar; güven içinde, özgür ve mutlu mu?

-Okullar, KİT’ler, YSK, seçim sandıkları, yargıçlar, askerler, polisler, işçiler, taşeron işçiler, memurlar, öğretmenler, öğrenciler, esnaflar, medya, meclis, partiler, vekiller…

Buralarda vicdanlar rahat; hak, hukuk, adalet, demokrasi, laiklik var mı?

-İşinize gelmeyen, hoşunuza gitmeyen her durumu; “yok hükmündedir, tanımıyoruz” diyerek kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz?

Durup düşünün, aynaya bakıp, yapılanları gördükten sonra bir daha düşünün. İşte o zaman sizin “yok hükmündedir, tanımıyoruz” dediğiniz kararları verenlerin, zaten sizi yok saymaya başladıklarını görüp ve anlarsınız…

-Neden sorunlarla tek tek yüzleşip tane tane konuşmak yerine, kızıp bağırmayı, tehdit etmeyi seçiyorsunuz?

Eğer bu dili kullanmasanız kim bilir belki de 2004’te olduğu gibi yeniden “Yılın Avrupalısı” seçilirsiniz.

-Birileri sürekli dik dik konuşursa, sürekli racon” kesip tehdit ederse, sürekli poker oyuncusu gibi kandırmaca/kurusıkı (blöf) yapmaya çalışılırsa ne olur?

Karşı taraf da; “artık yeter be!” deyip “rest” çeker. Ve o zaman da olan halkımıza ve Türkiye’ye olur. O zaman Avrupa'da ve giderek Dünyada yapayalnız kalan bir Türkiye olur…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

18 Ağustos 2017 Cuma

Türkiye Gündemi (2) -Karantinaya Alınan HDP-



Parklarda karantinaya alınan HDP:
Parlamentomuzun üçüncü büyük partisi, altı milyon oy almış olan Halkların Demokratik Partisi (HDP)'dir. Bu partinin iki genel başkanı, 11 milletvekili, onlarca belediye başkanı, binlerce parti üyesi ile yöneticisi tutuklu ve seçimle kazandığı belediyeler de, atanmış kayyumlara devredilmiş durumda… Dışarıda kalan vekillerin sayısı ise, günbegün değişken; nöbetleşe tutuklanıp, serbest bırakılıyorlar.

Şimdi dışarıda kalan vekiller de; seçmenlere ve tüm halka ülkede olup bitenleri anlatmak, yaşadıkları haksız, hukuksuz ve adaletsizlikler için farkındalık yaratmak amacıyla “Vicdan ve Adalet Nöbeti” tutmaya karar vermişler. Yani Sn. Kılıçdaroğlu’nun  “Adalet” isteğine bir de “Vicdan” sözcüğünü eklemişler.

Vicdan: her insanda var olan bir duygu, bu duygu kişinin, düşündüklerini, yaşadıklarını, eylemlerini ve çevrede yaşananları tarafsız olarak yargılar, denetler, sonra da onaylar veya karşı çıkar. Buna kişinin özdenetim gücü de denilebilr. Vicdan kişinin; haksızlığa, adaletsizliğe, koşullanmış önyargılara karşı duran, hoşgörüye ve barışa çağrı yapan bir erdemidir.

Bu nöbetler sadece adaletsiz davrananları uyarmak için değil, ayrıca adaletsizlik karşısında vicdanın sesine sessiz kalan çoğunluğa da; “vicdanının sesine sessiz kalma, ses ver” seslenişidir diyebiliriz.

HDP'liler sırasıyla;  Diyarbakır Ekin Ceren Parkı, İstanbul Yoğurtçu Parkı, Van Musa Anter Barış Parkı ve İzmir Gündoğdu Parkı’nda olmak üzere birer haftalık “Vicdan ve Adalet Nöbeti” tuttular.

-Peki, sizce bu amaçla yapılan toplantılar suç ve toplananlar da suçlu mu?

-Hayır suç değil, üstelik anayasada güvenceye alınmış bir insan hakkıdır.

-Öyle ise biraz da o toplantılarda yaşananlara bakalım. 

Şimdiye kadar yapılan her 4 toplantı da, aynı benzerlikte ve kuşatma altında yapıldığı için, anlatılacak olanlar ne zor, ne de karışık...

İsterseniz bu kuşatmanın özetini, Yugoslavya iç savaşı sırasında basın kartıyla Sırp asker ve polislerin tuttuğu kontrol noktalarını kolayca geçen, fakat Yoğurtçu Parkı’na girmekte oldukça zorlanan, usta gazeteci ve yazar Sn. Nazım Alpman’dan dinleyelim:

“Bütün park polisin çelik kafes bariyerleriyle çepeçevre kapatılmıştı… Ürpertici güvenlik önlemleri daha yüzlerce metre uzaktan başlıyordu. Eski adı Kenan Evren olan Fenerbahçe lisesinin bahçesinde elliyi aşkın belediye otobüsü park etmişti. Bunların tümü çevik kuvvet birimine aitti. Elli otobüs dolusu polis görevlendirilmişti. Oysa parka girmesine izin verilen kişi sayısı toplam 50 kişi idi...” (İsterseniz yazının tamamı...): http://www.birgun.net/haber-detay/vicdansizlik-ve-adaletsizlik-173539.html

Yaslara göre kurulmuş, seçimde 6 milyon oy almış bir partinin halkıyla buluşması, şimdiye kadar gittikleri 4 ilde de işte böyle engellendi. Daha doğrusu engellemeye çalıştılar demek gerekir. Çünkü vicdanlar bu engelleri onaylamaz...

Siz sadece 50 kişinin toplanmasına karar vermekle, o partinin halkı ile buluşmasına engel olarak, bir suç işlemişsiniz demektir. Ayrıca o elli kişinin bulunduğu parkı, bilmem kaç metrekare çelik bariyerle kuşatıp, kuşatılmış onların her birisine karşılık bir otobüs dolusu polis göndermişseniz, size sormak gerekir:
- Neden bir partinin seçmenleri ve halkla görüşmesini engelliyorsunuz?
- Eğer suçlularsa (ki suçlu olsalardı, nice suçsuzun tutuklu olduğu bu günlerde onlar da içeride olurdu), bu kararı niçin mahkemelere bırakmayıp siz onları bariyerler arkasına koyuyorsunuz? 
-Niçin iktidar, Vali, Polis işbirliği içinde insan haklarını kısıtlıyorsunuz? 
-Siz ki, her gün iktidarın nimetlerinden yararlanıyor, meydanlarda, ekranlarda, parmak sallayıp, meydan okuyor, tehdit ediyor ve onları hep şikâyet ediyorsunuz. Niçin bunlarla yetinmiyorsunuz? 
-Eğer bunlar suçlu ise, yargılayıp tutuklayın, yok eğer suçsuzlarsa, neden onların demokratik haklarına engel oluyorsunuz? Neden!...
-Tüm bu yaşananlar; içeride ve dışarıda nasıl görülür, neler düşündürür, bunları hiç düşündünüz mü
-Bu görsellerle; ele güne, hatta dünyaya karşı komik duruma düşmez mi ülkemiz? 

Zaten HDP'nin sesini duyurabileceği medyaları kapatmışsınız. Havuz medyasında her gün onlara hakaretler yağdırılıyor. TRT'ye hiç çıkamıyorlar, diğer medyalar da korkularından onları ekranlara çıkarmıyor, haberlerini vermiyor, isimlerini bile anamıyorlar. Şimdi de yeni algılarla korku iklimi yaratıp, onları halktan uzak tutmaya çalışıyorsunuz. 

Ve tüm bunları unutup bir de, dünyaya “Hukuk mu, guguk mu?” dersi vermeye çalışıyorsunuz.  

Demek ki AKP iktidarı; “vicdanlara seslenerek adalet istemenin” bir salgına dönüşeceğinden korkuyor. Yoksa, “Adalet ve Vicdan Nöbeti” tutarak vicdanlara seslenmek isteyenleri neden karantinaya alsınlar ki… 


***
Tüm olagelen zalimlik, hukuksuzluk ve adaletsizliklere, alkış tutup, gaz veren, körük olup başka yangınlara neden olan (Havuz ve Perinçek medyası gibi) “odun kırıcının hınk deyicileri”  de var...  Onlar da; “Halk ilgi göstermedi” diye manşetler atıyor, tüm yaşananları, sıradanlaştırmaya çalışarak, yeni yeni algılar oluşturmaya devam ediyorlar.

Şimdi bu yandaşlara; yaşanan tüm acılar ve açılan yaraları tek tek sıralayıp; peki, bunlar ne, diye soracak olursanız, hemen görmedim, bilmiyorum, duymadım deyip "üç maymunu” oynarlar. 

Doğu Perinçek'in tanıklığında, yeni bir de slogan üretmişler: “En Adaletli Yargı Türk Yargısı” diye... Ey sokakları görmeyen, çığlıkları duymayanlar: Adalet sağlamayan yargı, hiç "Adaletli" olabilir mi?

Günlerdir AKP genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan, CHP genel başkanı Sn. Kılıçdaroğlu’’na, "Sen 29 gün o yolda yürüdün güvenliğini hükümet sağladı…” diyerek sanki bu iş hükümetin bir görevi değil de,  bir lütufmuş” gibi kakınç yapıyor. 

Durun bakalım hele, henüz tek tip elbise giydirmeyip, sadece parklarda karantinaya aldıları HDP’liler için de bir gün ekranlara çıkıp; “Sizi haftalarca refakatçisiz olarak karantinaya aldık be!...” diyecekler mi, göreceğiz...



NOT: “Türkiye Gündemi” çok yoğun, yazmaya devam edeceğim.



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

11 Ağustos 2017 Cuma

Türkiye Gündemi (1)



Dolu-fırtına ve kavuran yaz:
Bu sıcaktan nasıl kurtuluruz diye düşünürken, dolu fırtınasına yakalandık, çevreye verilen zararların bedelini misliyle ödedik, üşüdük, korktuk…
Kutuplardaki buzulların eriyerek iklimsel değişikliklere yol açtığı biliniyor. Fakat bu iklimsel değişikliğin, dünyada kaynamakta olan sosyal, politik, ekonomik iklim değişiklilerindeki etkisi ne kadardır henüz netleşmiş değil.

Oysa bizim sosyal, politik, ekonomik iklimimizde de bir girdap oluşmuş durumda. Herkes, en son aldığı darbeleri, yaraları sarmaya çalışıp, onların artçı şoklarına direnirken, yepyeni darbeler, yaralar alarak yeniden acılar yaşıyor.  Bunların bazısı dolu, fırtına, sel, deprem gibi olası doğal yaralar olsa da, pek çoğu yapay, yani kurgusal…

İktidar hem içeride, hem dışarıda ha bire, günü kurtarmak, kendini korumak, uyurları uyandırmamak ve eski yaraları örtmek, ötelemek için, algılar eşliğinde yeni gündemler peşinde... Bunlar da yeni yaralar açacak.

***
Yedi Uyurlar:
İnsanlık tarihinde; her birinin kendi alanında özerk ve etkin olduğu, birden çok Tanrı'nın olduğu, “çoktanrılı” inanç sistemleri yaşanmıştır. İşte böyle bir zamanda yaşandığı varsayılan bir söylencede; tek Tanrı’ya inandıkları için olası tehlikelerden korkup kaçan 7 gencin, sığındıkları “Eshabı Kehf Mağarası”nda uyuyup taş kesildikleri ve 300 yıl sonra da uyanarak halkın arasına katıldıklarında yaşadıkları anlatılır.

Bu Yedi Uyurlar” söylencesine inanmak, ya da inanmamak size kalmıştır. Fakat her toplum yaşamında, uyku nedenleri bilinse bile, uyandırılması zaman alacak olan böyle “uyurlar” vardır. Tıpkı 16 yıldan beri yurdumuzda olanlara uyanamayan “pek çok uyur” gibi…

İşin ilginç yönü egemen güçlerce, “öteki” ilan edilip korkutulup, uyutulmak istenenler, ne kaçıyor, ne de uyuyorlar. Onlar haklı olduklarını ve dönen dolapları bildikleri için vicdanlara sesleniyor, hak, hukuk ve adalet için hep ayakta, hep direnişteler. Oysa egemen güçlerin haklarını gasp ettiği kendi yandaşları; derin uykuda olduklarından henüz olanların farkında değiller. 

***
“Aynı Kıbleye Dönen…”
Aynı toplumda yaşayan insanlar; binlerce yılın oluşturduğu ortak coğrafya, tarih ve kültüre sahip olsalar bile, bu onların aynılığını gerekli kılmaz. Çünkü genetik ve kişiye özel yetiler insanları farklı kılar. Tıpkı beşparmağın aynı olmaması gibi... Her insan; değişik inanç/yeti/düşünce farklılıklarına sahiptir, zaten insanı, insan kılan da bu özellikleridir.

Yurdumuzun hem sosyolojik, hem tarihsel, hem de psikolojik olan gerçekleri orta yerde duruyorken, eğer birisi (farklı zamanlarda fakat aynı amaçla); “Aynı kıbleye dönen, aynı duayı eden, aynı ezanları dinleyen …”, “Olsun, hepsi alnı secde görmüş insanlar”, “Camiden, mescitten terör ve terörist çıkmaz.” Cümleleri ile genellemeler yapıp inanç farklılıklarından  “ötekiler” yaratmaya kalkışırsa ne düşünürsünüz?

Bu uzun soruya iki cevap verilebilir: 

Bir: Bu sözleri söyleyen kişi eğer sadece kendi (tekil) görüşünü söylüyor, söylemini eyleme geçirmemiş ve başkasına zarar vermemiş ise (bu sözleri biraz garipser sonra da); “Tuhaf sözler fakat bunlar onun şahsi görüşleri…”  diye düşünebilirsiniz.

İki: Bu sözleri söyleyen kişi eğer toplumda etkili biri olarak bir makamda oturuyorsa… Evet, bu sözleri söyleyen kişi ayrıca; "27 Ağustos 2014 tarihinde milletimiz tarafından cumhurbaşkanlığı görevine seçilmem sebebiyle anayasa gereği ayrılmak zorunda kaldığım, kurucusu olduğum partime, yuvama, sevdama, aşkıma bugün yeniden dönüyorum" sözlerini de söylemiş olan Sn. R. T. Erdoğan. O, Cumhurbaşkanı olduğunda: “…aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek… ” için yemin ederim diyen biri ve halen görevine devam ediyor. 

Şimdi bir de AKP’nin genel başkanı. Yani, hem seçmeni %50’nin altında olan AKP’nin, hem de; partisi, yuvası, sevdası, aşkı olmayan diğer muhalefetin Cumhurbaşkanı… Acaba tarafsızlığın tanımı mı değişti?!..

Ülkemizin yetki ve sorumluluğu en fazla olan kişisi, aynı zamanda, yukarıdaki görüş ve anlayışların da sahibi. Hem de Anayasa’mızda da: “… Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir”  ve “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” hükümleri varken.

-Durum bu kadar açıkken yorum yapmaya gerek var mı?

- Yoktur.

O halde yorum yapmadan diyebiliriz ki; ülkemizde aynı Camiye, aynı Kıbleye, aynı Secdeye bakmayanların vay haline… 


NOT: “Türkiye Gündemi” çok yoğun, yazmaya devam edeceğim.


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız