Bahçeli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bahçeli etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mart 2024 Cumartesi

Kılıçdaroğlu Kaybetti!

 

Bu, aylardır isteyip de sürekli ertelediğim gecikmiş bir yazıdır aslında.

Belki de sonucu: "Korkak Bezirgân Ne Kâr Eder Ne Ziyan" atasözünün bir doğrulaması kabul edip hiç yazmayabilirdim.

Fakat hiç de öyle olmadı yani atasözü doğrulanamadı. Çünkü, bu sonuç bir kâr sağlamadığı gibi ahlaki ve insani değerlere çokça zarar verdi.

İşte bu duygularla ben de iki soru sorup, okuyucularımın cevap vermesini beklemeden, iki de cevap vermek istiyorum. Çünkü okuyucuların yerine vereceğim iki cevabın da onaylayacağını düşünüyorum.

İşte, o iki soru ile cevapları:

Soru 1: Sizler, 28 Haziran 2023 Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları için TV kanallarınca hazırlanıp ekranlarda gösterilen Türkiye haritasını gördünüz mü?

-Bu soruya hepinizin cevabı: 'EVET!' olacaktır.

Soru 2: Peki, sözü edilen haritada; Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı tüm yerlerin: muhalefeti temsil eden 'kırmızı' renkle boyandığını da gördünüz mü?

- Biliyorum bu soruya da hepiniz: 'EVET!' diyeceksiniz.

Hiçbir karşı çıkış olmadığı için devam ediyorum:

Ve şimdi de diyorum ki, eğer o haritadaki 'kırmızı' renk dile gelseydi: "Bu coğrafyada yıllardan beridir, ne ana muhalefet partisi CHP ne de altılı masadaki diğer paydaşlarının pek taraftarı yoktu. Fakat halk bu seçimde onlara 'Merhaba' dedi, onların adayı Kılıçdaroğlu'nu adayları kabul edip ona çok yüksek oranda OY verdi!.." derdi.

Buraya kadar hep ben sordum ben cevapladım ve karşı çıkan olmadığına göre: 'anlaştık' diyebilirim.

Nerede kalmıştık?

-Seçim bitti ve Kılıçdaroğlu kaybetti!

Ve bu sonuç oy verenlere uzun süre: Oy! Oy! dedirtti.

O halde biz yeniden o haritada gördüklerimize bakıp devam edelim:

Çünkü burada, ülkemizin iç barışını yok etmeyi amaçlayan çatışmacı bir korku iklimine, onun yapay algılarla oluşturduğu önyargılara karşı boyun eğmek istemeyen halkın verdiği önemli mesajlar var.

Eğer bu mesajları görmez, anlamazsak o zaman da ülkemizin kördüğüm olmuş sorunları gün görmez ve çözümsüz kalır.

Sorumuz şudur:

Kürtler, bu altılı muhalefete neden 'merhaba' dedi ve adaylarına niçin 'oy' verdi?

Bu soruyu da (farklı görüşlere açık olarak) hemen cevaplıyorum.

Fakat cevap vermeden önce de bir ön açıklama yapmalıyım. Şöyle ki;
Kürtler, CHP lideri Kılıçdaroğlu'na destek verirken, onun geçmişte:
*Kürt sorunun çözümü için (yani barış olmasına) katkı vermediğini...
*Haksız savaş politikalarına ve teskerelere destek verdiğini...
*YSK'nın hukuk dışı kararlarına boyun eğdiğini...
*Dokunulmazlıkların kaldırılmasını onayladığını...
*Halk iradesinin gaspı eden 'Kayyum' uygulamalarına sessiz kaldığını...
*3. defa Cumhurbaşkanlığı adaylığını...
*Ve benzeri pek çok konu/duruma: "Anayasaya aykırı ama EVET!" diyen bir kişi olduğunu biliyorlardı.

İşte tüm bunları bile bile ona oy verdiler.

Neden mi?

Çünkü Kürtler, Kılıçdaroğlu'nun:
*2023 seçimini eğer Kılıçdaroğlu kazanırsa, Kürt sorununa yeni çözüm (çareseriya nû), yeni bir yol (rêyeke nû) bulabileceğini...
*Geçmişin karanlıklarına ayna tutacağını...
*Mağdurlarla helalleşeceğini...
*Çatışmaları bitireceğini...
*AKP+MHP ortaklığı ile bitirilen 'barış iklimini' başlatacağını...
*"Bal tutan parmağını yalar" bir kişi olmadığını... DÜŞÜNMÜŞLERDİ.

İşte bunun için de SHP'den sonra, bölgede hiç varlık gösteremeyen CHP'ye 'merhaba' deyip, liderine en yüksek oranda 'evet' oy verdiler.

* * *

Seçim olmadan önce, Kılıçdaroğlu, mutfağında Kürtlere el uzatıyordu. Kürtler, yaşananları unutmamış olsa da: "demek ki pişman olmuş"
diyerek onun uzattığı eli tutmak istedi ve öyle de yaptılar.

Meğer aynı günlerde Sn. Kılıçdaroğlu, (hem Machiavelli'ye özenmiş hem de okul arkadaşı Bahçeli'ye yakın olmak için) kapalı kapılar ardındaki dehlizlerde: Ümit Özdağ ile 'kirli' pazarlık yapıyor ve 'gizli' bir anlaşma imzalıyormuş!

Özdağ’a verilen 'devlet sözü' gereğince; Turancı kadrolar görev alacak: Kürtlerin insan hakları, kültürleriyle birlikte yok sayılacak, 'helalleşme' de unutulacakmış!...

Yeni bir oyun, yeni bir tuzak, yeniden aldatılmıştı Kürtler!

Özdağ, bu utanç belgesini açıklayınca da; Kılıçdaroğlu ne bir pişmanlık duydu ne de bir özeleştiri yaptı. Sadece susarak kabul etti.

Böylece anlaşıldı Kılıçdaroğlu'nun dürüst ve samimi olmadığı!
 
Ve böylece Kılıçdaroğlu tarihteki: 'bir varmış bir yokmuş' oldu!

İşte: Kılıçdaroğlu'nun: barışçılığı, erdemliği ve dürüstlüğü(!)

İşte, onun utanç duyulması gereken 'gizli' uzlaşısı ve anlayışı!

İşte, Dolmabahçe'de devrilen masanın bir benzeri!

Yine odaktalar fakat yine saha dışı bırakılmış Kürtler!

Kürtler yıllardır eşit-özgür vatandaşlık ve BARIŞ istiyorlar. 

Çünkü barış; tüm dargınlıklara, çatışmalara, savaşlara çözüm bulur.

Fakat bu barış istekleri; öfke, kin, düşmanca bastırılmak isteniyor.  

Savaşı seviyorlar; dargınlık, çatışma, acı, yokluk, kin, düşmanlık, ölüm kaynağı savaşı!

Bakınız Leyla Zana, daha dün Diyarbakır'daki Newroz konuşmasında milyonu aşkın insana sordu onlar hep birlikte: "Barışçı bir çözüme evet" dedi.

Peki, aynı soruyu şimdiki iktidara ve bugünkü muhalefete de sorarsak ne derler acaba?!.. 

**

Bir hafta sonra yeni bir seçim var! 

Dilerim ki bu seçimde barış kazansın. 

Sait Faik Abasıyanık: "Bir insanı sevmekle başlar her şey." diyerek sevginin yaşatan sonsuz gücünü anlatır.

Çünkü sevgi barıştır, kucaklar, korur, çoğaltır ve yaşatır her varlığı. 

Oysa, savaş zalimlerin işidir onlar; yakar, yıkar, yok eder ve sadece acı, kin düşmanlık, ölüm üretirler. 

Ayrımsız olarak ve hep birlikte: sevgiye, dostluğa, özgürlüğe, barışa götüren yolun yolcusu olalım.

18 Aralık 2020 Cuma

En Büyük Suç ‘Nefret Suçu’


On gün önce yaşanan bir olayın etkisi ve yankıları henüz bitmedi: 


Başakşehir spor kulübü, şampiyonlar ligindeki rakibi PSG’nin sahasında oynuyordu, maçın 4. hakemi, Başakşehir'in yardımcı antrenörü Pierre Vebo'ya ırkçı bazı sözler söylemişti. Bunun üzerine Başakşehir durumu protesto edip sahadan çekilmişti. Hakemin bu ırkçı-faşist davranışı hem yurtiçi hem de yurtdışı medya ve kamuoyu tarafından lanetlenmişti.  Haklı olarak sahadan çekilen takımımız ise büyük destek ve alkış almıştı.   


Yakın bir zaman önce Fransa'da da polisin sokaktaki göstericilere şiddet kullanması lanetlenmiş, demokratik hakları engellenip şiddetle karşılaşılan göstericiler haklı görülmüştü...Eğer istersek ülkemiz dışında yaşanmış ve tepki almış pek çok faşist saldırı ve anlayışı da sayabiliriz.

  

Peki, ülkemizde bunlara benzer pek çok örnekle karşılaştığımız halde, neden bu ırkçı anlayışlara karşı duranların sayısı çok az? 

 

Niçin geçmiş yıllarda değişik kentlerimize spor karşılaşmaları için gitmiş olan Amedspor'un oyuncu, yönetici ve taraftarlarına yapılan ırkçı saldırıları kınayıp, lanetleyenler çok az sayıdaydı? 


Oysa:

Her insan, doğarken sahip olduğu fiziki görünüş ve genetik yapısıyla yaşama hakkına sahiptir. İçine doğduğu çevre ve toplum da ona bazı kimlik ve haklar verir. Adı, soyu, anadili, inancı, yaşam tarzı gibi her kişinin kendine özel olan bu hakları, nefes alıp yaşamak kadar önemli ve gereklidir. Ve bu kimlikler değerli-saygın-dokunulmazdır.


Oysa:

Hiçbir demokratik ülkede parmak hesabı, kanun, buyruklarla bu haklar yok sayılmaz, yok edilemez. Eğer herkes insan haklarına hoşgörü gösterip saygı duyarsa, ancak o zaman ülkede barış içinde huzurlu bir toplumsal yaşam olur. 

 

Ama eğer o ülkede demokrasi yoksa ve 'insan hakları' bir zümrenin çıkarlarına uygun değilse, o zaman bu haklar baskılanır ve yok sayılmaya çalışılır. Çalışılır dedim, çünkü var olan hiçbir şey yok olmaz/olamaz. O, zamanla bir orman misali; yeniden filizlenir, gelişir, değişir, gürleşir. 


 *** 


Bugünlerde daha hiçbir mahkeme kararıyla suçlanmamış, 6 milyonu aşkın vatandaşın oyunu alarak ülkenin üçüncü büyük partisi olmuş olan HDP'ye yöneltilen ırkçı söylemlere ve yargısız infazlara karşı niçin sessiz ve tepkisiziz? 


Sanırım bu partinin tek suçu; ülkedeki tüm halkların sorunlarını dile getirmesi ve oylarının büyük bölümünü de Kürt vatandaşlardan almış olması...


Peki, her gün ekranlarını bu partiye iftira, hakaret ve küfür edenlere açanlar, niçin mesleki etik kuralları gereği olarak, bir gün de 'siz de gelin bu söylenenlere cevap veriniz' demez/diyemezler?   


Zaten TRT'yi unutmuştuk, haydi bunlara da "özel kanal" diyelim. Peki, bakınız: bir bakan, bir genel başkan ve bir genel başkan yardımcısı ne diyor, biraz da onları duyalım: 


Bakanİçişleri Bakanı Süleyman Soylu, yani ülkenin huzur ve güven içinde yaşamasını sağlamakla görevli olan makamın sahibi. O, ülkenin sağlık ve eğitim harcamaları kısıtlanırken, büyük meblağlar aktarılan bir bakanlığın başında. Bu bütçeyle, ülkede birlik ve huzuru sağlayacak bir 'barış iklimi' sağlamak yerine, büyük masraf gerektiren; top, bomba, füze, uçak gibi çevreyi ve canlıları yok eden, büyük acılar yaşatan ölüm araçlarına yatırım yapıyor. Yani 'güvenlikçi' bir anlayışla çalışan bir politikacı.

  

Soylu, bakanlığının 2021 yılı bütçesini savunmak için gittiği TBMM'de konuşuyordu. Fakat sanki genel kurulda konuşmaya değil de sadece HDP'ye sataşmaya gelmişti. Ses tonu, jest ve mimikleri bir ergeni anımsatıyor ve tıpkı onların psikolojisi ile konuşuyordu: Oh! Oh! Ohhh!.. diye, diye, parmak sallaya sallaya, meydan okuya okuya, tahrik ede ede hakaret ediyordu partiye ve vekillerine... 


Genel Başkan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, onun da hedefinde HDP var: "HDP bir terör sorunudur, bölücülük yuvasıdır, fitne tezgahıdır, demokratik güvenliğimize doğrulmuş melun bir silahtır. ... Kapısına açılmamak üzere kilit vurulmalıdır." diyor... 


Yardımcı: MHP Genel Başkan Yardımcısı E. Semih Yalçın, onun da hedefinde HDP var: “HDP/PKK halk düşmanıdır, tabiat ve insanlık düşmanıdır. Terör örgütü HDP/PKK, kâmilen itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsüdür. Ağızları kapatılması gereken kravatlı mazbatalı Güruhtur” diyor. 


Görüldüğü gibi yardımcının kini diğerlerinden bir doz daha fazla, hiç gizleyip saklamamış duygularını, bu, buram buram kokan bir 'nefret söylemi'


"Kâmilen itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsü" ne demek!? 

 

-Milyonlarca insanı kimyasal silahlarla yok etmek demek! 

 

-Nefret Suçudur bu, insanlığa karşı işlenmiş olan en büyük suç...

  

Bu sözler; Nazilerce Yahudilere, Amerikalılarca Kızılderililere, Saddam tarafından Kürtlere, Japonya'da, Vietnam'da ve daha pek çok ülkede milyonlara bomba ve kimyasallarla yapılan insanlık suçu katliamları hatırlatıyor. 


Tüm bu söylenenleri duyan diğer partiler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, bilim insanları ve vatandaşlar; vicdanlarına karşı mahcup, korku içinde, sinmiş, susmuş bir durumda. Ve işin en acı tarafı da yasal görevi bu tür nefret söylemlerini başka makamlara sormadan sorgulamak olan savcılar da işlem yapamaz olmuş... 

 

Eğer böyle olmuşsa... Demek ki, ...  


Demeyelim, varsın cümle böyle yarım kalsın...

  

En iyisi, sevsinler sizin insaniyetten uzak kalmış yerli ve milli milliyetçiliğinizi... 

 

Diyelim gitsin. 

 


Diğer yazılarım için: tıklayınız



22 Haziran 2018 Cuma

“Barışmak-Büyümek-Bölüşmek”


16 Nisan referandumu sonunda ancak YSK desteği ile ayakta kalabilen iktidar; yasama-yürütme-yargının özgün yapılarını bozdu ve kurumların etik kurallarını yok etmeye başladı. İşte, resmi adı "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" CHS  veya halk deyişiyle; "Tek adam sistemi" böyle kuruldu.

Bu sistem, tüm medyayı tek sesli kılıp, tekeline almaya çalışırken, biat etmeyip işini yapan medyayı da; kapatarak, korkutarak ve çalışanlarını tutuklayarak sindirmeye başladı.

16 yıldır iktidarı elinde bulunduran bu baskıcı sistem; halkın demokrasi isteklerine cevap veremediği, ülkeyi dış dünyada yalnız bıraktığı ve işaretleri ortaya çıkmaya başlayan ekonomik kaosa engel olamadığı için artık ülkeyi yönetemez bir duruma gelmişti. Bunun için sürekli olarak "gerçeklere gün doğacak karanlıklar aydınlanacak" korusu içindeydiler. Bu korku da onları, daha seçime bir buçuk yıl varken, bir gece ansızın erken/baskın seçim kararı almak zorunda bıraktı.

Ana muhalefet partisi CHP yıllardan beri, Baykal’ın başlattığı ve onun ardılı olan Kılıçdaroğlu’nun da sürdürdüğü bir anlayışla yönetiliyordu. Bu anlayış; özgün politikalar üretmek yerine, iktidarın belirlediği gündemin peşi sıra gidiyor, iktidar olma isteği yerine, sadece muhalefette kalmakla yetiniyor, ülkenin bir gerçeği olan "Kürt sorunu"na duyarsız davranıyorlardı.  Bu durum da CHP'nin sadece ülkenin gelişmiş kıyı kentlerinde varlık göstermesi sonucunu doğurmuştu.

Ancak, Muharrem İnce Cumhurbaşkanı adayı olunca, artık yorgun iktidarın gündemini belirlemeye başlamıştı (3600, ikramiyeler, OHAL’ın kalkması vbg.). Sloganı olan: 3B (Barışmak-Büyümek-Bölüşmek) ile de, artık ülkenin her tarafında karşılık bulmaya, meydanları doldurmaya başlamıştı.

Aslında hakkını vermek gerekirse, bu sonucun mimarları Erdoğan ve Bahçeli… Çünkü AKP ve Erdoğan 5 Haziran seçimleri sonunda, halktan aldıkları desteği kaybetmeye başladıklarını, tek adam düzenini sürdüremeyeceklerini anlamışlardı. Bu tükenişi ancak MHP ortaklığı ile durdurabileceklerini düşündükleri için de “Kızıl Elma” dürtüleri ve türküleri eşliğinde ırkçı-dinci bir yola girdiler…

Ve HDP barajı aşamasın, MHP ise sıfır barajsız olarak meclise girsin diye, tuzak yasal(?) değişiklikler yaparak “Cumhur İttifakı”nı kurdular. Fakat onların bu tuzağı, hiç öngörmedikleri bir şekilde 4 parçalı muhalefetin (HDP’yi dışlayarak bile olsa) “Millet İttifakı”nda birleşmesini sağladı. Yani onların başkaları için kurmuş oldukları tuzak, dönüp, dolaşıp kendilerini yakalamıştı.
***

Irkçı, dinci ve otoriter tüm iktidarlar, toplumu bölüp, parçalara ayırarak yönetmenin daha kolay olduğunu ve kendilerine daha uzun bir gelecek (beka) sağladığına inanırlar. Bu anlayışla hareket ettikleri için toplumda var olan pek çok ortak paydayı yok ederek sadece iki zıt kutup oluşturdular. Böylece  toplum içinde kimlikleri ve inançları farklı olanlar arasında selamlaşmalar azaldı ve birbirlerine yabancılaşmalar başladı.

Kuşkusuz her birey özgünlükleriyle birlikte değerli ve saygındır. Fakat bireyler özgünlükleri ile birlikte kabul görüp birleşmedikçe hep cılız kalırlar. Toplumu kuşkularla, korkularla (kara propaganda) ayrıştırıp “öteki” ilan ederek yalnız ve çaresiz kılmak istiyorlar.

Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Ermeni, Rum, Ezidi, Laz, Çerkez, Gürcü, Roman (Hangi etnik kökenden, anadilden, dinden, mezhepten, inançtan, cinsiyetten veya cinsel yönelimden olursa olsun) herkes el ele vermeli…

Bizi bölüp parçalayan “kimlik ve inanç çatışması” son bulmalı, hepimizi kapsayan “insan” kimliğinde buluşmalıyız.

Bunun için Muharrem İnce’nin "Barışmak-Büyümek-Bölüşmek"  sloganı bu günlerde çok değerlidir. 

Barışmak; eski tanışların yeniden selamlaşmasını ve içeride huzuru sağlayacak... Bu birliktelik de ülkede hem imkânları, hem de bölüşüm paylarını çoğaltacak... Savaş ekonomisi, barış bolluğuna dönüşecek.  Böylece toplumda çoğulculuğun çok önemli ve değerli olduğu hakkında bir farkındalık yaratılmış olacak… 

Haydi!... İşçi-köylü-emekçi halkımız... İnanan, demokrat, sosyalist aydınlarımız; İnsanca bir düzen için, barış için, demokrasi için sandık başına gidelim ve ülkemizdeki bu korku iklimine son verelim.  

İşte o zaman, kimlik çatışmasından çıkar umanların korkulu rüyası oluruz.  

İşte o zaman, “1+1, 2’den daha büyüktür" diyebiliriz...  


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız