Yolsuzluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yolsuzluk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mayıs 2018 Cuma

“Neden-Sonuç” ilişkisi ve Türkiye

Determinizm, doğadaki fiziksel ve ruhsal her türlü olayı; kendinden önceki olayların belirlediğini söyleyen bir görüştür. Dilimizde; U-T (uyarıcı-tepki),  gerekircilik-belirlenimcilik ve neden-sonuç olarak da kullanılır.

Fizik, kimya, biyoloji, jeoloji gibi doğa bilimlerde olduğu gibi, davranış ve sosyal bilimlerde de olay/olgular neden-sonuç ilişkisi içinde ele alır.  Yani bilimlerin vazgeçilmezi; neden-sonuç ilişkisidir. Çünkü bu ilişki olmadan bilim yapılamaz.

16 yıllık iktidar ve şakşakçılarının “yerli ve milli…” masalları anlattığı bu günlerde, ülkemiz sorunlarına neden-sonuç ilişkisi içinde bakmamız gerekir. 

Bu anlayışla düşünüp baktığınızda: Tarım ve hayvancılığın çöktüğünü… Büyük sıkıntılarla kurulan fabrikaların arsa fiyatını bulmayan değerle satıldığını… Peşkeş çekilen kıyı, dere ve madenlerde yapılan çıkar öncelikli işlerin, habitat ve ekosistemi bozulduğunu… Büyük bir ekonomik krizin başlamakta olduğunu... İnsanların tıpkı, topraklaması olmayan bir iletken düzeneğinde olduğu gibi {artı(+), eksi(-)}, yüksek gerilim taşıyan kutuplara ayrıldıklarını görürsünüz... 

Oysa bu iktidar, iktidar olmadan önce halka; “3Y” (yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar) ile mücadele edeceği sözü vermişti. Peki, ne oldu?...  16 yıllık iktidarın uygulamalarıyla; yoksulluk ve yolsuzluk katlanarak arttı. OHAL ve KHK'lar ülkede “korku iklimi" yarattı, güvenlikçi yasalar ile yasaklar daha da arttırıldı ve  sürekli hale getirildi.

***
16 yılda 186 defa değişen ihale kanunu 

Duydunuz mu?!... Bu iktidar, yandaşları olan yatırımcı ve müteahhitlere daha iyi şartlarda ihale verebilmek için; ilgili kanunu 16 yılda, 186 defa değiştirmiş!...

Biz de onların, bu çok sık ve manidar değişikliklerle özellikle iki alanda neler yaptıklarına bakalım:  
*
Birinci alanda; duble yollar, tüneller, köprüler, tüpgeçitler, hava alanları, AVM’ler, inşaatlar yaptılar. 

Peki, bu hizmetler gereksiz mi? - Hayır... Peki?... - Karşı çıkışım; plansızlığa, önceliklere, uygulama yöntemlerine, ben yaptım oldu anlayışına ve sonuçlarına... 
(Bu alanların hiç birinde sürekli olarak işçi çalışmıyor ve üretim yapılmıyor.) 

İşte bu işlerin bazı sonuçları: yeşili, rüzgârı, yağmuru, depremi, yaşamı düşünmeden, bilimsel itirazları dinlemeden yok edip beton ettiler her yeri. Bu bilime karşı duruş ve çıkar için inatlaşmanın faturasını da halkımız ödedi, ödeyecek... Dört gün önce hepimiz 15 dakika süren yağmur sonrasında, Ankara ve daha pek çok yerde yaşananlara tanık olduk... (Sorarsanız bahaneleri de hazırdır bunların: "Kader..." "Görülmemiş bir tufan..." deyiverirler, gözlerini kaçırıp ellerini ovuşturarak...) 

Bütçede bu işlere kaynak bulunmadığı için borçları; yap işlet devret diye tuzak maddelerle dolu gizli anlaşmalarla ve hazine güvenceli olarak deftere yazdılar. Böylece milyar dolarlı borçları, katlamalı faizlerle ve "Borç yiğidin kamçısıdır." anlayışı ile daha doğmamış torunlarımıza bırakıverdiler. Ne yazık ki, "faiz caiz değil, haramdır" diyen 16 yıllık iktidar, bu yapılanları büyük bir başarı ve övünç konusu saydı, saymaya devam ediyor. Epey de inananları var...

(Sn. Çiğdem Toker saygın bir gazeteci, her gün, sayılarla, belgelerle; duble yolları, tünelleri, köprüleri, tüp geçitleri, havaalanları, AVM’leri, inşaatları ve adrese teslim ihalelerde yapılan dalavereleri yazıyor.)
*
İkinci alanda; kamuya ait çokça fabrika, maden ve alanı sattılar. 

Oysa o kurumlar çağdaş bir ülke yaratmak için ne sıkıntılarla kurulmuştu... Hepsinde sürekli üretim yapılıyor, işçiler çalışıyordu.  Belki teknolojileri eskimişti ama yine de milyonların ekmek tekneleri idi. İktidara düşen onların teknolojilerini yenilemek, verimliliklerini arttırmaktı. Oysa onlar, dedelerden miras kalan bu değerleri, miras yedi savurganlığı ile talan ettiler, sattılar... Yandaş havuzlarda toplanıp, yeşerip, çoğaldılar.

İşte buralardan pis kokular yükseliyor!...

Ben sizlere bunları anlatırken, kim bilir belki sizler de beni;  "piyasalar yanıyor herkes Dolar ve TL'yi konuştuğu günlerde sen..." diye başlayan cümlelerle eleştiriyorsunuz. Haklısınız, fakat inanın bu Dolar-TL işi de bir neden-sonuç konusu...  

Tabii ki, böyle bir ülkede sosyal ve ekonomik krizler hiç eksik olmayacak...  

Tabii ki, böyle bir ülkede; zenginler daha zengin, fakirler daha fakir olacak...

Tabii ki, hak, hukuk, adalet ve demokrasinin olmadığı yerlerde, ihalelerin adrese teslim seçiciliği yapılacak...

Tabii ki, her olay/durum, neden-sonuç ilişkisi içinde gelişir ve her sonuç da başka bir nedene dönüşüp daha başka sonuçlara evrilir olacak.   

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

7 Ekim 2016 Cuma

At izi, it izine karıştı


2002’den 2016’ya, tam 14 yıl oldu, AKP iktidarda.. Her haftası değişik bir gündem, değişik bir mağduriyeti tribünlere sunmakla geçti bunca yıl.
Bugün ülkemizin, çözülmemiş ve çözülmediği için de büyük acılara, yıkımlara kaynaklık eden pek çok ağır gündemi var. İşte bir çırpıda sayabileceğimiz (bireysel olmayan) bazı gündem başlıkları:



  • Kürt meselesinin derinleşerek devam etmesi,  
  • Diğer inançları dışlayan Sünni mezhepçi iç-dış politika ve Alevi meselesi,
  • 602 Haftadan beri seslerine cevap alamayan Cumartesi Anneleri,
  • Yüksek yargı ve mahkemelerin halleri,
  • Kuvvetler ayrılığının tek elde toplanması,
  • İçeride ve dışarıdaki terör belası için çokça ülke kaynağının yok olması,
  • 2004’de “tehlikeli” deyip ortak oldukları odağın, 2016’da darbeci olması,
  • Güvenlikçi anlayışı daha da arttıran OHAL ile muhaliflerin baskılanması,
  • Can ve mal güvenliği endişesi yaratılması ve sosyal hayatın baskılanması,
  • Onlarca şehirde nice can, ev, bark ve tarihi dokunun yok edilmesi,
  • Demokrasinin en önemli ilkesi olan laikliğin yok edilmesi,
  • Laikliğe karşı olduğunu belirten bir meclis başkanın olması,
  • Eğitim sistemini 1+4+4+4+İmam Hatip yapıp Diyanetin gölgesine vermesi,
  • Belediyelere kayyım atanması (seçilmişi yargılamadan al, yerine emirle ata),
  • Basın özgürlüğünün yok sayılması, gazeteci ve aydınların tutuklanması,
  • Medyanın teksesli hale getirmesi, çokça gazete, radyo, TV’nin kapatılması,
  • Carettepe ile simgeleşen çevre talanlarının durmaksızın devam etmesi,
  • Barış isteği ile bildiri imzalayan akademisyenlerin mağdur edilmesi,
  • Personel alımında; yeterliler (liyakati olan) yerine, biat edenlerin seçilmesi,
  • Hapishanelerin dolup taşması,
  • Yolsuzlukların üzerine gidilmemesi,
  • Kamu İhale Kanunun 12 yılda 162 kez değiştirilmesi,
  • İşsizlik yüzdelik oranlarının çift haneli sayılara ulaşması,
  • Uluslararasında kredi derecemizin dibe vurmuş olması,
  • Turizm sektörünün iflas etme aşamasına gelmesi,

Daha çözüm bekleyen nice gündem maddemiz var, bir an onları unutup, sadece sıraladıklarımızı çok dürüst bir yabancıya anlatsak ve “Ülkemiz hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorsak.
Ne der acaba?

***



“At izi, it izine karışmış”
Tam da görüşünü alacağımız dürüst bir yabancı aradığımız günlerde, gündem değiştirmede uzman olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, kalkışma sonrası tutuklama ve gözaltılar hakkında bir demeç verdi ve: "Şu var ki at izi, it izine karışmış vaziyette. 'Ben bir şey atayım da nasılsa tutar' diyenler var" dedi.
Böylece ülke gündemimiz değişti… Hem de artık görüşünü alacağımız “çok dürüst bir yabancıya” da gerek kalmadı.
"At izi, it izine karıştı" deyimi; iyi ile kötünün birbirinden ayrılmasının zor, karışıklık ve karmaşanın çokça yaşandığı durumları anlatmak için kullanılır. Genellikle böylesi ortamdan zarar görenler bu deyimi; seslerini karar verici ve çözüm buluculara duyurmak için, şikâyet amacıyla kullanırlar. Aslında atın toynakları, itin de patileri var, izleri hiçte benzeşmez, ama teşbihte hata olmaz. Ama, ortada muazzam bir karışıklık ve karmaşa var; karışanı da, karıştıranı da çıkar peşinde…

Şimdi olanları anladık mı? Devletin en başındaki yetkili kişi, yani çare bulucu, ülkede karmaşa, kargaşa var diye yakınmada/şikâyette bulunuyor. Yani çare bulucu olmuş şikâyetçi!...
Oysa yıllardan beri, ülkece bir karmaşa içinde olduğumuzu ve bu duruma çözüm bulunması gerektiğini belirten nice yazar, çizer, seslenenler oldu, bunların pek çoğu büyük bedeller ödedi ve ödemeye de devam ediyorlar.
Bu işte bir terslik yok mu?
Bakın işte çözüm bulucu konumunda olan Cumhurbaşkanı Erdoğan “at izi, it izine karışmış vaziyette” dedikten hemen sonra da “Ben bir şey atayım da nasılsa tutar diyenler var"  diyerek ülkede karmaşadan yararlanan fırsatçılar olduğunu da söylüyor. Eğer ülkenin karmaşadan kurtulup huzur bulması isteniyorsa, hazır yetkililerin elinde de tanı ve bilgiler varken, şikâyette bulunmak yerine gereğini yapıp sorunları çözseler ya!...


Zaten herkesin istediği de bu değil mi?…

Bazı uluslararası kuruluşlar,  içinde bulunduğumuz bu durumları değerlendirerek Ülkemizin kredi notunu düşüren kararlar aldılar. Bir Bakanımız da bu kararlara kızarak ekranlara çıktı ve “Vız gelir, tırıs gider” deyiverdi. Dedi de…
Bu sözde bir terslik yok mu?
Bilemeyiz, belki Bakanımız için durum öyledir, onun tuzu kuru olabilir, fakat bu sonuçlar insanlarımız için hiçte vız gelip, tırıs gitmiyor.

Böyle olunca da;

Karmaşanın ve fırsatçıların olduğu bir ülkenin kredi notu düşmez mi?
Karmaşanın olduğu bir ülkeye kim yatırım yapmak ister?
Karmaşanın olduğu bir ülkeye, hangi tur, hangi turist gelmeye kalkar?
Haydi, gel de Türkiye’nin kredi notunu düşürenlere kız bakalım.
Bu karmaşa ortamında huzur kalmadı, nice insanın canı yanıyor…
İnsanların çığlıkları, Emre Kongar'ın çağrısı.. CHP neden suskun?...


***
Bakın işte yine gündem değişti:
“Lozan bir zafer mi, yoksa hezimet mi?”

(Sırada "Medreseler...")

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız