İnce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Temmuz 2018 Cuma

Bugün konumuz CHP…

Bugün konumuz CHP CHP; hem sosyal demokrat, hem muhafazakâr, hem İslamcı, hem milliyetçi,  hem de laik bir karışım… Sağa tutunup, sol olmak ister gibi zıtlıklar içinde, bir kimlik karmaşası yaşıyor CHP. Ve bu haliyle de ülke yönetimine talip oluyor. (Aslında bu haliyle bile, şimdiki iktidardan daha fazla hak ediyor ya...)

Ülke yönetimine gelebilmek için bir partinin öncelikle, içinde bulunduğu kimlik karmaşasından kurtulması, hedeflerini/ilkelerini belirlemesi, ülke sorunlarına çözüm getirecek uygulamaları ve öncellikler sıralamasını yapması gerekir. Dilerseniz biz de öncelik sırasını eğitim konusuna verelim ve CHP’nin eğitim konusundaki duruşuna bakalım:

Bugün ülkemizde anaokulundan üniversiteye kadar tüm sistem; diyanet ile dini vakıfların yörüngesine sokulmuş ve imam hatip anlayışına terk edilmiştir.  Zaten okulların önemli bir bölümü de resmen imam hatip yapılmış durumda.

Peki, siz CHP'nin; diyanetin denetiminde, dini vakıfların yörüngesinde ve ortaçağ anlayışı içindeki imam hatip yaygınlaşmasına karşı çıktığını hiç duydunuz mu?

Hayır, duymadınız.

Peki, CHP ne yaptı?

Onlar oy beklentileri için, gerçekleri söylemediler: İmam hatipleri biz kurduk, hiç kapatır mıyız!?..., diyerek  Biz sizden daha dindarız” yarışına girdiler.

Oysa sosyal demokrat bir anlayış (demokrasi ve laikliği savunduğu için) halka; iktidar olduğunda, inanç gereği ihtiyaç duyulan imam-hatip ve okul sayısını belirleyip ihtiyaç fazlası olan okulları laik ve bilimsel eğitimin hizmetine sunacağını hiç çekinmeden açıklamalıydı.

Çünkü bugünkü eğitim uygulamaları, sadece günümüze değil gelecek nesillerimize de kötü bir mirastır. Şimdi artık bu mirasın olası zararlarını azaltmak için birlik olup, önlem almak zamanı. Bu, ülkemiz ve çocuklarımızın geleceği için bir zorunluluktur.  İşte tüm bu yaşamsal ve bilimsel gerçeklere rağmen beklenen açıklamayı yapmadılar, yapamadılar…

***

24 Haziran seçiminin, partiler içinde artçı sarsıntılara neden olacağı öngörüsü vardı, öyle de oldu. “İkbal” beklentileri için iç çatışmalar başladı… Ve ilk sırayı yine CHP aldı…

En hızlı çıkışı da; “Barışmak-Büyümek-Bölüşmek…” Diyerek yola çıkan ve epeyce destek bulan Muharrem İnce yaptı. Ve sanki Cumhurbaşkanı olamadım, bari parti başkanı olayım dedi. Oysa o Muharrem İnce, günlerce milyonların karşısına çıkıp; Kılıçdaroğlu’na rakip olmayacağım!...” diye söz vermişti.

Bu duygu yüküyle İnce, Kılıçdaroğlu ile yediği ailelere özel yemek sonrasında kendisine uzatılan mikrofona; Kendisine onursal başkanlık teklif ettim... Ben imza toplamayacağım, ama hayır derse örgüt kendisi çözecektir bu işi” dedi. (Aslında İnce bu sözleriyle, genel başkanı Kılıçdaroğlu’nu halka ve parti delegelerine şikâyet ediyordu…)

(Ne dil ama!.. Sizce bu bir tehdit değil mi?)

Böylece hem kısa süre içinde oluşmuş İnce albenisi, hem de kitlelerde yaşatılan umutlar, coşkular birden bire güneş görmüş kardan adam misali ince ince ermeye başladı…

Ben bunları yazarken sanki üst üste yenilgiler almış CHP yönetimini savunuyormuşum diye bir duyguya kapıldım ve birden bire kendimi kötü hissettim.

Ama hemen, pek çok olumsuzlukları olsa da, olumluluklarını unutmamak, hakkını vermek gerektiğini düşündüm. Çünkü; “Adalet Yürüyüşü” ve (HDP’siz kısıtlı, sınırlı da olsa)  “Millet İttifakı” gerçekleştiren kişidir Kılıçdaroğlu…   

Kuşku yok ki CHP yönetim yenilgileriyle yüzleşmeli, özeleştiride bulunarak ülke gerçeklerine göre kendisini güncellenmeli, değişmeli, yenileşmeli… Hatta İnce’yi çağırıp da gel sen başımıza geç diyebilmeliydi.

Olmadı… Belki olacaktı da, aceleci davrandı İnce… O, milyonlara söz veren kişi, egosuna yenildi ve meydan okudu… İnce ince eridiğinin farkına varmadan.

Tam da bireysel çıkışlardan uzaklaşmak, birlikte kaybedilen seçim sonuçlarını tartışıp, gelecek için ne yapmalı, nasıl yapmalı arayışına girmek, tek adam düzenine karşı safları sıkılaştırmak gerektiği bir zamanda… Ortaya çıkıp, “ben adayım” demek, ne halka, ne partiye ne de Sayın İnce’ye bir kazanım sağlamadı.  

Yazık oldu!...


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

29 Haziran 2018 Cuma

Kaybetmek…


24 Haziran’da yüzde 86 katılım oranı ile yapılan bir seçim yaşadık. Kuşkusuz ki, seçimlerde katılımın fazla olması, uygun ortam ve adaylar için eşit şartlar sağlanması çok önemlidir.  1982 Anayasası için yapılan referanduma halkın katılım oranı yüzde 91,3 olmuş, “Evet” diyenler ise yüzde 91,4 olmuştu. Fakat bu Anayasa; içeriği ve o günkü ortam nedeniyle hiçbir zaman demokratik sayılmamıştı.

O halde 24 Haziran seçimini değerlendirirken de “uygun ortam ve adaylar için eşit şartlar ” olup olmadığına bakmak gerekir. Biz de öyle yapalım:

Seçime uygun ortam var mıydı?

-Hayır, OHAL vardı (o halde başka söze gerek kalmadı.)  

Peki, rakipler için eşit şartlar var mıydı?

-Adaylardan biri olan Erdoğan devletin tüm imkânlarını kullanma hakkına sahip ve dokunulmazlık zırhı içinde… Aday olan Demirtaş 2 yıl 4 ay 20 gün yani 870 gündür tutuklu (dikkat edin, hükümlü değil, tutuklu)… Diğer üç aday; İnce, Akşener ve Karamollaoğlu ise engelleme ve kısıtlamalar içinde yarıştı(!)…

(Her şey apaçık olduğu için artık sorulara kolayca cevap verebilirsiniz.)

Aslında bu seçim sürecini etkileyen o kadar çok etken var ki: bayram harçlıkları, imar affı, vergi affı, kamu kaynaklarının israfı, Adalet ve İçişleri Bakanlarının söylem ve eylemleri, TRT- YSK-YARGI-AA-..., tek havuza toplanmış medya gibi daha pek çok etken sayabiliriz. Ama sizler yukarıda kararınızı verirken, bu etkenleri hiç irdeleme gereği bile duymadınız. Değil mi?   

***

Kimileri bu satırları okurken; “Seçim bitti, atı alan Üsküdar’ı geçti, yenildiniz. Yerli ve milli tek adam sistemi kuruldu… Sen de oturmuş bahanelere sarılıyorsun!” Diyebilir…

Evet, haklılar bu seçim bitti ve biz haklı olanlar şimdilik kaybettik… Bizim ortak bir amacımız vardı: “korku ikliminden kurtulmak” şimdilik olmadı.

Peki, bu sonuç gelecekte de kaybedeceğimizi mi gösteriyor?

Peki, bu sonuç nedeniyle birbirimize kara çalıp, parçalanacak mıyız?

Peki, korkup yılacak mıyız?

-Hayır!...

Tarih, toplumların özgürlük ve özgünlükleri için verdikleri mücadelenin hikâyesidir. Ayrıca her mücadeleyi haklılar kazanır, diye bir kural da yoktur. Yenilmek, kul olmak ve tutsak olmak değildir.

Kuşkusuz seçim sürecinde partilerin, grupların, kişilerin eksikleri, yanlışları olmuştur. Bu hatalardan ders alıp bir daha tekrarlamamak, gelecek için planlar yapmak, her grubun kendi işidir, grupta; tartışmak, eleştiri ve özeleştiri araçları kullanmak, değerlendirme yapmak, gerekli kararlar almak doğrudur, gereklidir. Ancak bunlar her grubun iç işleri olduğundan, çözümü o gruba ve zamana bırakılmalıdır.

Eğer aydınlık günlerde yaşamak ve torunlarımıza güvenli, demokratik bir gelecek istiyorsak, birbirimize kara çalıp, parçalanmadan çoğalmamız gerekir. Şimdi daha öncelikli olarak yapmamız gereken işlerimiz var, onlara odaklanmalıyız. Tek adam düzenine karşı olanların ortak hedefi; “korku ikliminden kurtulmak” için, bir birliktelik kurmak olmalıdır.

Nasıl oluyor da; özgürlüğün, adaletin olmadığı,  yoksulluğun, yolsuzluğun, yasakların çok olduğu bir düzene, en büyük desteği, en çok sıkıntı çeken yoksullar veriyor?

Bu soruya “cahil-cehalet” demeden, o insanlarla tanışarak, selamlaşarak onlara; onların değerli, bizim ise dost olduğumuzu anlatarak ulaşmak gerekir. Ayrıca bu konu, toplum ve davranış bilimcilerce araştırmalı, dünya örnekleri incelenmeli, olumsuzluklara çözüm getirecek hayatın içinden uygulamalar paylaşılmalıdır.

Böylece, olup-bitenlerin henüz ayırdında olmayan, ya da korku ikliminde kendisine çıkar bir yol bulamadığı için çaresizce susmayı yeğleyenlere ulaşıp, onlara ışık tutmalı, onlara yalnız olmadıklarını göstermeliyiz.

Barışmak-Büyümek-Bölüşmek… Diye ne güzel bir slogan bulunmuştu. Bunun gerçekleşmesi için hiçbir engel yoktur. Yeter ki samimi olarak çalışalım.


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

22 Haziran 2018 Cuma

“Barışmak-Büyümek-Bölüşmek”


16 Nisan referandumu sonunda ancak YSK desteği ile ayakta kalabilen iktidar; yasama-yürütme-yargının özgün yapılarını bozdu ve kurumların etik kurallarını yok etmeye başladı. İşte, resmi adı "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" CHS  veya halk deyişiyle; "Tek adam sistemi" böyle kuruldu.

Bu sistem, tüm medyayı tek sesli kılıp, tekeline almaya çalışırken, biat etmeyip işini yapan medyayı da; kapatarak, korkutarak ve çalışanlarını tutuklayarak sindirmeye başladı.

16 yıldır iktidarı elinde bulunduran bu baskıcı sistem; halkın demokrasi isteklerine cevap veremediği, ülkeyi dış dünyada yalnız bıraktığı ve işaretleri ortaya çıkmaya başlayan ekonomik kaosa engel olamadığı için artık ülkeyi yönetemez bir duruma gelmişti. Bunun için sürekli olarak "gerçeklere gün doğacak karanlıklar aydınlanacak" korusu içindeydiler. Bu korku da onları, daha seçime bir buçuk yıl varken, bir gece ansızın erken/baskın seçim kararı almak zorunda bıraktı.

Ana muhalefet partisi CHP yıllardan beri, Baykal’ın başlattığı ve onun ardılı olan Kılıçdaroğlu’nun da sürdürdüğü bir anlayışla yönetiliyordu. Bu anlayış; özgün politikalar üretmek yerine, iktidarın belirlediği gündemin peşi sıra gidiyor, iktidar olma isteği yerine, sadece muhalefette kalmakla yetiniyor, ülkenin bir gerçeği olan "Kürt sorunu"na duyarsız davranıyorlardı.  Bu durum da CHP'nin sadece ülkenin gelişmiş kıyı kentlerinde varlık göstermesi sonucunu doğurmuştu.

Ancak, Muharrem İnce Cumhurbaşkanı adayı olunca, artık yorgun iktidarın gündemini belirlemeye başlamıştı (3600, ikramiyeler, OHAL’ın kalkması vbg.). Sloganı olan: 3B (Barışmak-Büyümek-Bölüşmek) ile de, artık ülkenin her tarafında karşılık bulmaya, meydanları doldurmaya başlamıştı.

Aslında hakkını vermek gerekirse, bu sonucun mimarları Erdoğan ve Bahçeli… Çünkü AKP ve Erdoğan 5 Haziran seçimleri sonunda, halktan aldıkları desteği kaybetmeye başladıklarını, tek adam düzenini sürdüremeyeceklerini anlamışlardı. Bu tükenişi ancak MHP ortaklığı ile durdurabileceklerini düşündükleri için de “Kızıl Elma” dürtüleri ve türküleri eşliğinde ırkçı-dinci bir yola girdiler…

Ve HDP barajı aşamasın, MHP ise sıfır barajsız olarak meclise girsin diye, tuzak yasal(?) değişiklikler yaparak “Cumhur İttifakı”nı kurdular. Fakat onların bu tuzağı, hiç öngörmedikleri bir şekilde 4 parçalı muhalefetin (HDP’yi dışlayarak bile olsa) “Millet İttifakı”nda birleşmesini sağladı. Yani onların başkaları için kurmuş oldukları tuzak, dönüp, dolaşıp kendilerini yakalamıştı.
***

Irkçı, dinci ve otoriter tüm iktidarlar, toplumu bölüp, parçalara ayırarak yönetmenin daha kolay olduğunu ve kendilerine daha uzun bir gelecek (beka) sağladığına inanırlar. Bu anlayışla hareket ettikleri için toplumda var olan pek çok ortak paydayı yok ederek sadece iki zıt kutup oluşturdular. Böylece  toplum içinde kimlikleri ve inançları farklı olanlar arasında selamlaşmalar azaldı ve birbirlerine yabancılaşmalar başladı.

Kuşkusuz her birey özgünlükleriyle birlikte değerli ve saygındır. Fakat bireyler özgünlükleri ile birlikte kabul görüp birleşmedikçe hep cılız kalırlar. Toplumu kuşkularla, korkularla (kara propaganda) ayrıştırıp “öteki” ilan ederek yalnız ve çaresiz kılmak istiyorlar.

Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Ermeni, Rum, Ezidi, Laz, Çerkez, Gürcü, Roman (Hangi etnik kökenden, anadilden, dinden, mezhepten, inançtan, cinsiyetten veya cinsel yönelimden olursa olsun) herkes el ele vermeli…

Bizi bölüp parçalayan “kimlik ve inanç çatışması” son bulmalı, hepimizi kapsayan “insan” kimliğinde buluşmalıyız.

Bunun için Muharrem İnce’nin "Barışmak-Büyümek-Bölüşmek"  sloganı bu günlerde çok değerlidir. 

Barışmak; eski tanışların yeniden selamlaşmasını ve içeride huzuru sağlayacak... Bu birliktelik de ülkede hem imkânları, hem de bölüşüm paylarını çoğaltacak... Savaş ekonomisi, barış bolluğuna dönüşecek.  Böylece toplumda çoğulculuğun çok önemli ve değerli olduğu hakkında bir farkındalık yaratılmış olacak… 

Haydi!... İşçi-köylü-emekçi halkımız... İnanan, demokrat, sosyalist aydınlarımız; İnsanca bir düzen için, barış için, demokrasi için sandık başına gidelim ve ülkemizdeki bu korku iklimine son verelim.  

İşte o zaman, kimlik çatışmasından çıkar umanların korkulu rüyası oluruz.  

İşte o zaman, “1+1, 2’den daha büyüktür" diyebiliriz...  


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız