HDP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HDP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2020 Cuma

ÜRKEK MUHALEFET ile HDP


AKP-MHP iktidarı sonunun geldiğini biliyor!.. 

Bu gerçeği; dip yapan ekonomi, işsizlik verileri, meydan, sokak, pazar görüntüsü ve anketlerden görmüş, öğrenmiş, anlamıştır. Bu korku ve panik hali ona, ülke içinde; taraftarlarını muhaliflere düşman etmek, dışarıda da ülke için yeni yeni düşmanlar bulmak için sürekli algılar yaratmak gibi pek çok yanlış yaptırıyor. Korkuyorlar! İşte bundandır, bir o yana, bir bu yana saldırmaları. 

Tek amaçları, çökmekte olan iktidarlarını korumak!..

Tek hedefleri, iktidara  göz dikmiş "ürkek muhalefet"

Asıl korkuları da, ürkek muhalefetin HDP gibi dik durması...

Bir de buruk sevinçleri var: "Muhalif olan parçaların hiçbiri tek başına iktidar olabilecek kamuoyu desteğine sahip değil!..."

Muhalefetin Çaresizliği 

Ürkek muhalefet; aslında iktidarın her gün güç yitirdiği, muhalif olan hiç bir grubun da %50+1 oyu bulamadığı gerçeğini biliyor ve görüyor. Fakat diğer gruplarla demokratik uzlaşıyı sağlayacak güç birliği için gerekli ortak paydayı kuramıyor. Çünkü her grup kendince şark kurnazlığı yapıyor; "diğerlerine" kendi özlem, çıkar ve ilkelerini dayatarak onları kendilerine benzetmeye çalışıyor.

Ürkek muhalefetin ortak noktaları: HDP düşmanlığı!.. 

Oysa birlikte olmanın muhteşem başarısını, büyük şehir belediye seçimlerini bir bir kazanırken gördüler. Bu başarının tek mimarı da "çirkin ördek yavrusu" ilan ettikleri HDP olmuştu. Bu gerçeği de gördüler, 'mahcupça' kabul ettiler, fakat bu partiyi aralarına almayı hiç istemediler.

O günlerde HDP; "demokrasi ve barış" kazansın dedi ve bu kurnaz pragmatist anlayışlara yardım etti. Fakat onlar; 'bu partinin de bizler gibi amaç, ilke ve öncelikleri var.' diye hiç düşünmediler. 

Çünkü HDP ülkede baş sorunun Kürt sorunu olduğunu ve bu sorunun ancak "demokrasi - barış" ortamında, her farklı kimliğe eşit vatandaşlık hakları tanımakla çözüme kavuşabileceğin söylüyordu. Ama ürkek muhalefet (ki, sanki içinde bir Doğu Perinçek damarı saklı); bu görüşleri bölücülük sayıp karşı çıkıyor, duymak bile istemiyor ve tıpkı AKP-MHP iktidarı gibsadece HDP'nin oylarını istiyorlar.  

Bu anlayış içindeki ürkek muhalefet, iktidarı alacak adımları atmıyor. 

***

Bu iklimin etkisinde kalan dostlarımız sık sık soralar: 

"Kürtlerin neyi eksik, hangi hakları yok ki?" 

-Sadece bir kaçını sayalım bakalım: 

Kürtlerin ana dillerinde; okur-yazar-konuşur olmaları, şarkı-türkü-masal söylemeleri, çocuğuna isim vermeleri, ölüsüne mevlit okumaları..., yasaktır. Coğrafyalarındaki, dağ, tepe, köy, kent isimleri değişmiştir. Sadece bunlar bile onların; kimliksiz, köksüz, kültürsüz bırakılmak istendiğini göstermez mi? 

Özetlersek: dil, bir halkı geleceğe taşır. Hani: “Savaş barutsuz kalınca kaybedilir” ya, bir halk da dilsiz kalınca...

Kimliksiz, köksüz, kültürsüz kalmak!...

Şimdi lütfen bir an için kendinizi bu hakları olmayan bir Kürt olarak düşününüz. 

Düşündünüz mü? Peki, neler hissettiniz?

Biliniz ve inanınız ki, bu insanlar 3-4 kuşaktır hep bu duygu ve hisler içinde dirençle yaşadı ve yaşıyorlar. 

Onların bu istekleri birer lütuf değil ki, her biri evrensel insan hakkı, hem de ülkemizin altına imza attığı insan hakları sözleşmesi içinde satır satır sıralanan haklar...  

Bu coğrafya  dünya kültürüne beşik olmuş Anadolu... Bu toprakların en kadim halklarından birisidir Kürtler. 

O halde, Kürtlerin insani hakları, kültürleri niçin yok sayılıyor?

Peki, vicdanlar olanlara neden sessiz?! 

Bu ayrımcılık, nefret suçu, ya da ırkçılık değil mi?

HDP'nin nice lideri ve üyesi hapiste, seçimle kazandığı hemen hemen tüm belediye  başkanlıkları kayyımlara devredildi. Yetinmediler, şimdi de Anayasa Mahkemesince aklanmış ve haksızlık yapıldı diye mağdurlarına tazminatı ödenmiş olan bir davayı yeniden gündem yaptılar kitlesel gözaltılar(!) yapmaya başladılar.  

Haa, bir de Demirtaş'ın o meşhur kahvaltıda buluşma teklifi vardı. Bu insani diyalog çağrısı bile ilkel kan davası anımsatmasıyla karşılık buldu. Ne kadar yoz ve çirkin!...

Ey muhalefet partileri! Hani siz hak-hukuk-adalet diyordunuz neredesiniz?  

Artık gerçeklerle yüzleşiniz! Seçimlerde "istemem yan cebime koy"  şark kurnazlığını da bırakın, bu kurnazlık sürgit devam edemez, etmemeli...   

Sağduyu, HDP ile demokrasi ve barış ortak paydasında buluşmanızı ister.

***

Zaten iktidar işini bırakmış, elindeki yargı, yürütme, güvenlik, eğitim, medya ve algı mühendisliği desteği ile muhalif insanları ve onların temsilcisi olan parçalı muhalefete yükleniyor. Onları bir arada tutmamak için farklılıklarını "düşmanlık" haline getirmeye, parçaları uzlaşmaz kılmaya çalışıyor. Ve onları; haksız, hukuksuz, adaletsiz, güvensiz, güvencesiz, eğitimsiz ve çaresiz bırakmayı başarıyor. 

İktidardakiler, muhalefeti dağınık ve uzlaşmazlık içinde gördükleri an, ellerini ovuşturup gülüyor, sonra da bu durumu fırsata çeviriyorlar. 

Eyy, parçalı muhalefet ve destek verenler! 

Yıllardır; EGO, kibir ve baskıdan çok çektik. Eğer çektiklerimizin bitmesini, bize çektirenlerin de demokratik yollarla gitmesini istiyorsak, şimdi farklılıkları zenginliğe dönüştüren adımları atmanın tam zamanı... 

Biz farklılıklarımızı kabul edip ve birbirimize saygı duydukça çoğalır ve "insanlık" ailesinde yer alırız. O halde bu barışçı birlikteliğe kim engel olmak isterse onların; EGO'ları, ırkçı, dar grupçu anlayış ve eylemlerine de karşı  durmalıyız. Ancak o zaman ortak vatanda demokrasi ve barış içinde mutlu, huzurlu bir yaşam olabilir.    


Diğer yazılarım için: tıklayınız


22 Haziran 2018 Cuma

“Barışmak-Büyümek-Bölüşmek”


16 Nisan referandumu sonunda ancak YSK desteği ile ayakta kalabilen iktidar; yasama-yürütme-yargının özgün yapılarını bozdu ve kurumların etik kurallarını yok etmeye başladı. İşte, resmi adı "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi" CHS  veya halk deyişiyle; "Tek adam sistemi" böyle kuruldu.

Bu sistem, tüm medyayı tek sesli kılıp, tekeline almaya çalışırken, biat etmeyip işini yapan medyayı da; kapatarak, korkutarak ve çalışanlarını tutuklayarak sindirmeye başladı.

16 yıldır iktidarı elinde bulunduran bu baskıcı sistem; halkın demokrasi isteklerine cevap veremediği, ülkeyi dış dünyada yalnız bıraktığı ve işaretleri ortaya çıkmaya başlayan ekonomik kaosa engel olamadığı için artık ülkeyi yönetemez bir duruma gelmişti. Bunun için sürekli olarak "gerçeklere gün doğacak karanlıklar aydınlanacak" korusu içindeydiler. Bu korku da onları, daha seçime bir buçuk yıl varken, bir gece ansızın erken/baskın seçim kararı almak zorunda bıraktı.

Ana muhalefet partisi CHP yıllardan beri, Baykal’ın başlattığı ve onun ardılı olan Kılıçdaroğlu’nun da sürdürdüğü bir anlayışla yönetiliyordu. Bu anlayış; özgün politikalar üretmek yerine, iktidarın belirlediği gündemin peşi sıra gidiyor, iktidar olma isteği yerine, sadece muhalefette kalmakla yetiniyor, ülkenin bir gerçeği olan "Kürt sorunu"na duyarsız davranıyorlardı.  Bu durum da CHP'nin sadece ülkenin gelişmiş kıyı kentlerinde varlık göstermesi sonucunu doğurmuştu.

Ancak, Muharrem İnce Cumhurbaşkanı adayı olunca, artık yorgun iktidarın gündemini belirlemeye başlamıştı (3600, ikramiyeler, OHAL’ın kalkması vbg.). Sloganı olan: 3B (Barışmak-Büyümek-Bölüşmek) ile de, artık ülkenin her tarafında karşılık bulmaya, meydanları doldurmaya başlamıştı.

Aslında hakkını vermek gerekirse, bu sonucun mimarları Erdoğan ve Bahçeli… Çünkü AKP ve Erdoğan 5 Haziran seçimleri sonunda, halktan aldıkları desteği kaybetmeye başladıklarını, tek adam düzenini sürdüremeyeceklerini anlamışlardı. Bu tükenişi ancak MHP ortaklığı ile durdurabileceklerini düşündükleri için de “Kızıl Elma” dürtüleri ve türküleri eşliğinde ırkçı-dinci bir yola girdiler…

Ve HDP barajı aşamasın, MHP ise sıfır barajsız olarak meclise girsin diye, tuzak yasal(?) değişiklikler yaparak “Cumhur İttifakı”nı kurdular. Fakat onların bu tuzağı, hiç öngörmedikleri bir şekilde 4 parçalı muhalefetin (HDP’yi dışlayarak bile olsa) “Millet İttifakı”nda birleşmesini sağladı. Yani onların başkaları için kurmuş oldukları tuzak, dönüp, dolaşıp kendilerini yakalamıştı.
***

Irkçı, dinci ve otoriter tüm iktidarlar, toplumu bölüp, parçalara ayırarak yönetmenin daha kolay olduğunu ve kendilerine daha uzun bir gelecek (beka) sağladığına inanırlar. Bu anlayışla hareket ettikleri için toplumda var olan pek çok ortak paydayı yok ederek sadece iki zıt kutup oluşturdular. Böylece  toplum içinde kimlikleri ve inançları farklı olanlar arasında selamlaşmalar azaldı ve birbirlerine yabancılaşmalar başladı.

Kuşkusuz her birey özgünlükleriyle birlikte değerli ve saygındır. Fakat bireyler özgünlükleri ile birlikte kabul görüp birleşmedikçe hep cılız kalırlar. Toplumu kuşkularla, korkularla (kara propaganda) ayrıştırıp “öteki” ilan ederek yalnız ve çaresiz kılmak istiyorlar.

Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Ermeni, Rum, Ezidi, Laz, Çerkez, Gürcü, Roman (Hangi etnik kökenden, anadilden, dinden, mezhepten, inançtan, cinsiyetten veya cinsel yönelimden olursa olsun) herkes el ele vermeli…

Bizi bölüp parçalayan “kimlik ve inanç çatışması” son bulmalı, hepimizi kapsayan “insan” kimliğinde buluşmalıyız.

Bunun için Muharrem İnce’nin "Barışmak-Büyümek-Bölüşmek"  sloganı bu günlerde çok değerlidir. 

Barışmak; eski tanışların yeniden selamlaşmasını ve içeride huzuru sağlayacak... Bu birliktelik de ülkede hem imkânları, hem de bölüşüm paylarını çoğaltacak... Savaş ekonomisi, barış bolluğuna dönüşecek.  Böylece toplumda çoğulculuğun çok önemli ve değerli olduğu hakkında bir farkındalık yaratılmış olacak… 

Haydi!... İşçi-köylü-emekçi halkımız... İnanan, demokrat, sosyalist aydınlarımız; İnsanca bir düzen için, barış için, demokrasi için sandık başına gidelim ve ülkemizdeki bu korku iklimine son verelim.  

İşte o zaman, kimlik çatışmasından çıkar umanların korkulu rüyası oluruz.  

İşte o zaman, “1+1, 2’den daha büyüktür" diyebiliriz...  


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız


18 Mayıs 2018 Cuma

“HDP'siz olmaz!...” diyenler samimi mi?

Çoğu kişinin yaptığı gibi ben de çocuklarım ve daha sonra da torunlarıma bolca kitap okudum. Onlar yanıma/kucağıma oturup; dinler, görsellere bakar, çokça neden-niçin soruları sorar, sorulan sorulara da, çünkü-ama ile başlayan mantık kurgusu yapar ve bunlardan büyük bir haz alırdı. Tabii ki ben de ...  

Çirkin Ördek Yavrusu” masalı da bize işte böyle bir olanak sağlamıştı. Bu eser; dünyanın en büyük masalcılardan biri olan Danimarkalı Hans Christian Andersen’e (1805-1875) aittir. (Andersen'in Türkçeye çevrilmiş 85 kitabı var.)

Çoğumuzun bildiği, ama bilmeyenlerin de, mutlaka çocuk ve torunlarıyla  birlikte okumasını önerdiğim bu masalda; kuluçkadaki anne ördeğin kanatları ve vücut ısısı ile koruduğu yumurtalar çatladığında yavruların çıktığı... Ancak en iri yumurtanın bir hafta sonra çatladığı ve içinden de çok "çirkin" bir yavru çıktığı... Masalın öznesi olan bu "çirkin" yavrunun annesi tarafından sevilip korunduğu, ancak kardeşleri ve çevrede dışlandığı...Ve bu "çirkin" yavru büyüyüp "kuğu" olduğu anlaşıldığında, yaşananları anlatılıyor. 

Bu süreçte yavrunun yaşadıkları, düşündükleri, hissettikleri, hem okuyanı hem de dinleyeni çok etkiliyor. Çünkü, bu masal düşündürerek; ön yargıları sarsıyor, yıkıyor ve yerine insani bir erdem olan hoşgörüyü aşılıyor...  


***
Bugünlerde herkes söz birliği yapmış; “HDP'siz olmaz", "Onlarsız olmaz” diyor ("onlar" dedikleri: Kürtler...). Bu da bana yukarıdaki masalı çağrıştırdı. 

Ahmet Şık’a ait bir sözün öznesini değiştirerek; “ HDP’nin yanında yer alanlar, onlara dokunanlar yanar!” diye devamlı nutuk atan kamuoyu araştırmacılarını hatırladınız değil mi?

İşte bu kişiler, şimdi de pişkince; “HDP'siz olmaz!...” diyorlar. "TV muhabbetleri"nde, eğer birisi HDP Kürt partisidir derse, karşı görüştekiler hemen ; "Ama HDP'ye oy vermeyen Kürtler de var!" diye tepki gösteriyor. 

Bence de HDP Kürt partisi değildir. Çünkü HDP; ırk, din, dil, renk ve cinsiyet farkı gözetmeden; işçi, köylü emekçi, aydın, sosyalist, demokrat kısaca “öteki” ilan edilen herkesin partisi...  

HDP'nin ilgi merkezi olmasını sağlayan bu duygusal(!) yaklaşımın asıl nedeni; HDP barajı geçtiğinde kazanacağı veya  barajı geçmediğinde AKP hanesine yazılacak olan vekiller...  "Sıfır baraj" görüşmelerinde yok saydıkları ve yıllardır barajı geçmesin, boğulsun dedikleri parti, meğer çok önemli imiş!... Tabii ki çıkarları söz konusu olunca... Önemser ve anar oldular bu partiyi...  

***

Toplumsal barış ve demokrasi için yaşanmışlıklarla yüzleşmek ve yanlışları tekrar etmemek gerekir. Çünkü gelecek ancak bu yolla daha yaşanır ve güvenli olur... 

İşte hepimizin tanıklığında olagelmiş; yüzleşilmesi, empati yapılması, düşünülmesi ve ders çıkarılması gereken bazı yaşanmışlıklar:

 Haziran 2015 seçiminde 6 milyonu aşan oy alıp 80 milletvekili çıkaran HDP’ye, tüm partilerin “vebalı” işlemi yaparak uzak durması…

 Resmi görevlilerin araç arkasına çıplak olarak  bağlayıp sürükledikleri ölüleri... Cesedi 1 hafta sokak ortasında bırakılan Taybet Ana’yı... Cesedi kokmasın diye derin dondurucuda bekletilen küçük çocuğu... Roboski’de parçalanan çocukları… Girilen yatak odalarına yazılanları… Kobani’deki savaş mağduru çocuklara oyuncak götürmek isteyen gençleri… "Ankara" ve benzeri katliamları… 80 yaşındaki annenin ölüsünü gömdürmeyiz diyenleri... Çocuklar ölmesin ve savaşa hayır diyenlere yapılanları… On yıllardır çığlıkları yankılanan Cumartesi ve diğer acılı anneleri…

 Kendileri ve soydaşları için hak gördükleri; masalı, ezgiyi, ninniyi, şarkıyı, türküyü, anadilde eğitimi (ki bunlar ayrımsız olarak birer insan hakkı), ötekilere çok görüp yasaklarla, zindanla engellemeleri… Sosyolojik bölge, şehir, köy ve insan isimlerini bile yasaklamaları… Milyonlarca insanın konuştuğu  bir anadili unutup(!), mahkemede kayıtlara; “bilinmeyen bir dil” olarak yazmaları...

Bunlar, korku ikliminde ve kısa bir zamanda yaşanan; dışlamalar, nefret suçları ve katliamların sadece birkaçı... 

HDP bu süreçte haksızlıklara karşı çıkarken "öteki" ilan edildi, hep yalnız kaldı, büyük bedeller ödedi. Oysa kimileri olanlara sessiz kaldı, kimileri de olagelenleri hep savundu, savunmaya devam ediyor…

Şimdi de koro halinde; “Onlarsız olmaz!..” diyorlar.  

Tabii ki, onlarsız olmaz!... Keşke bunu söyleyenler; çoğulculuğa, çeşitliliğe, eşdeğerliliğe inansa/alışsa ve de samimi olsalar…

Not: Sayın Muharrem İnce'nin  konu ile ilgili demokratik girişim ve söylemlerini samimi buluyor, önemsiyor ve destekliyorum...

***

Eğer “onlarsız olmaz” içselleştirilmiş bir farkındalık ise; alkışlanmalı, destek verilmeli, çünkü ülke geleceğimiz için çok çok önemli ve gereklidir. 

Yok, eğer “onlarsız olmaz” içselleştirilmemiş ve sadece “onların” gücünü bir araç olarak kullanmak için “ilmi siyaset” gereği Makyavellistçe söylenmişse... Ve köprü geçildikten sonra yine, “Alavere, dalavere Kürt Memed nöbete…” diyeceklerse:

✔ Hem, bu “ilmi siyaset” yapan Makyavelistleri ayıpları ile yüzleştirmek... 
✔ Hem, tek adam sultasına son vermek... 
✔ Hem de amacımız olan; demokrasiye, barışa, çoğulculuğa, çeşitliliğe, eşdeğerliliğe…, kapıyı aralamak için:

"Tek adam düzeni"ne karşı duracak güç birliği desteklenmeli.


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

4 Mayıs 2018 Cuma

“Kürt Memet Nöbete…”

Tam da içeride, dışarıda pek çok sosyal ve ekonomik sorunla boğuştuğumuz günler yaşıyorduk. Ve daha seçime 1,5 yıl vardı. Bir gübaşka görüş ve düşüncelere ihtiyaç duymayan, iki kişi bir araya gelerek, 82 milyon adına erken seçim kararı aldı (Demokrasi(!) dedikleri şey bu olsa gerek...). 

Bence; eğer
 24 Haziran baskın seçimi, demokrasiye ve insan haklarına birazcık bile kapıyı aralayabilecek ise; hoş gelsin, sefalar getirsin 

Günümüzde yaşanan ve yakın gelecekte yaşanacak olan sosyal ve ekonomik  sorunlar,  "tek adam" rejiminin sonunu hazırlıyordu. Bu da korkulu rüyalara, psikolojik kaygı, korku ve güvensizliklere neden olmuştu. Bunun için önlem alınmalıydı... 

Erdoğan/AKP ve Bahçeli/MHP "tek adam" iktidarını sürekli kılmak için, yasal tuzaklarla dolu bir "Cumhur ittifakı" kurdular.  Akıllıca davranan CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi de karşı atakta bulunup bir "yeni ittifak" kurdular. 

Yeni ittifakın kurulması sürecinde, Kemal Kılıçdaroğlu ve Temel Karamollaoğlu çok yoğun çaba harcadılar. HDP de bu sürece dahil olmak için sürekli olarak sıcak mesajlar vermiş ve işbirliğine hazır olduğunu bildirmişti.
  
Ancak, Meral Akşener egosu nedeniyle bu süreçte hiç ödün vermedi. Hep engel çıkarıp, duraksatan biri olarak, HDP'nin dışlanmasını sağladı. Bence bu dışlama, hem ülkenin hem de “yeni ittifak"ın geleceğini olumsuz etkileyecek çok önemli bir stratejik hatadır.  

HDP zaten;  5 Haziran seçimi sonunda ve Yenikapı'da hak etmediği gerekçelerle dışlanmış… Liderleri binlerce kadrosu ile birlikte, sudan gerekçe ve suçlamalarla tutuklanmıştı. 

Ve çok acıdır ki, demokrasi istemeyen karanlık güçlerce, ülkenin üçüncü büyük partisinin mensubu  HDP'lilernin; gazete, radyo ve TV ekranlarında haber olmaları, konuşmacı olmaları, meydanlarda toplantı yapmaları sürekli tehdit ve ürküten mesajlarla yasaklanmıştır. Ne yazık ki, bu duruma “hak-hukuk-adalet" isteyen partiler bile demokratik bir tepki gösterme cesareti gösteremedi...

HDP’yi dışlayanlar aslında akılcı değiller, öfke ve kinleri ile hareket ediyorlar. Çünkü eğer öyle olmasalardı, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı, parlamento ve yerel seçimlerde HDP'nin oyları ve desteğine ihtiyaç duyacaklarını mutlaka bilirlerdi…  

"Cumhur ittifakı"na karşı, yeni bir ittifak kurulması gerekliydi. Bir vatandaş olarak bu birlikteliği sağlayanları, samimi duygularımla alkışlıyor ve kutluyorum. Fakat HDP'yi dışladıkları için de onları kınıyorum.  

***
Bir vatandaş olarak bu dışlayıcılığı kınama nedenlerim şöyle sıraladım:

HDP’nin, Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgesindeki seçmenleri genellikle Kürt ve Alevi vatandaşlardır. Geçmiş yıllardan beri bu vatandaşlarımız, ülkedeki korku ve baskı ikliminden güç alan yetkililer ve özel timlerin baskısı altındadırlar.

Ve her seçim döneminde bu vatandaşlar; “Ya oyunu, ya da malın ve canını!...” ikilemi ile karşılaşırlar (aslında 90’lı yılların  İçişleri bakanı olan Meral Akşener bu detayları çok daha iyi bilir ya…).

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı, parlamento ve yerel seçimlerde HDP’ye oy veren seçmenler eğer sandık başına gidemez, ya da korku ile kendilerinden isteneni yaparlarsa  Ve HDP, yüzde 10 barajına takılıp meclis dışında kalırsa...

Ya da HDP barajı aşarsa (ki ben, barajı kolayca aşacağına inanıyorum)...

Peki, o zaman yani Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda ve parlamento içinde “tek adam” rejimine karşı durmak için HDP'ye  hiç mi ihtiyaçları olmayacak?

O gün geldiğinde (ki gelecektir), öteki ilan edildikleri için, biraz kırgın ve buruk olan bu partiden nasıl destek isteyecekler? 

Çok merak ediyorum, onlara ne diyecekler?  

Lütfen, biraz samimi, dürüst ve demokrat olun, yoksa iş işten geçmiş olacak… O zaman ne ülkemiz, ne de siz kazançlı çıkmış olacaksınız.

Bu dışlayıp, parçalamalar sadece  “tek adam” rejimi yarar sağlar.  


Ama kim bilir, belki siz yine de, işbirliğine hazır olduğunu açıklayan HDP’yi  suçlu bulacak; “Kürt Memet Nöbete…” diyecek ve avunacaksınız...



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

12 Mayıs 2017 Cuma

Şimdi ne yapmalı, nasıl yapmalı?

(Yaşamın ve çözümlerin kaynağı olan tüm annelere saygı ile…)

AKP + MHP + OHAL + KHK + Devlet olanakları ve YSK’nın kendi yasasını yok sayan kararına rağmen, hayır diyen heterojen grubun oy yüzdesi 48,59’un altına düşürülemedi. 

Aslında ucun ucun alınan hileli ve şaibeli evet sonucu; onların içlerine korku saldı, uykularını kaçırdı. Ama “yağmasan da gürle” misali, Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyen fırsatçılar yetiniverdiler bu şaibeli sonuçla...

Peki, biz bu hileli ve şaibeli sonuçla yetinmeli miydik?  Bugünlerde tartışma konusu olan da bu…

Önümüzde iki yol vardı: ya her demokratik ortamda, hakkı gasp edilen halkımızla bir olup hakkımızı arayacak, ya da susacaktık.

Asıl beklenen ve istenen, bu grubun en büyük paydaşı olan CHP’nin diğer bileşenlerle uzlaşıp hak arama sürecini yönetmesiydi. 

Ama olmadı… 
CHP halkın gasp edilen haklarını aramak yerine, ürkek ve korku içinde yakınıp, bakındı... Birileri gasp edilen halkın oylarına sahip çıkalım deyince de, hemen başladı ego savaşları... Bu iç çekişmeleri demokrasi ile çözümek yerine, baskı ve "kapının dışına atmak"ta bulacaklar çareyi. Dileyelim ki düzelsin bu durum.

 ***


Dik duruş ve direnişle kazalınan %48,59’lik hayır oyları” çok değerlidir. 2015 seçimi de, bu seçim gibi bir korku ikliminde yapılmıştı. Bunun için de çokça benzerlikleri olan bu iki seçim sonucunu birlikte ele almak gerekir. Şöyle ki:

2015 seçiminde AKP karşıtı CHP yüzde 25,31 ve HDP yüzde 10,76 oy almıştı.  Eğer bu oranın yüzde 48,59 olan Hayır oyları”na da yansıdığını varsayarsak:
  • CHP’nin (%48,59’lik hayır oy oranı içinde), yüzde 52,08,
  •  HDP’nin (%48,59’lik hayır oy oranı içinde)  yüzde 22,14,
  •  MHP muhalifleri + Saadet Partisi + diğer parti/görüşlerin ise  (%48,59’lik hayır oy oranı içinde) yüzde 25,78,
Pay sahibi olduklarını söyleyebiliriz.

%48,59’lik hayır" oylarına sahibi olanların ortak noktası: parlamenter demokrasi istemek yani tek adamcılığa karşı olmaktır. Fakat farklı demokrasi anlayışları ve bazı önemli uzlaşmazlıkları var bu grubun: Kimi dinini, kimi dilini, kimi ırkını, kimi dünya görüşünü, kimi kültürünü öne çıkarmak istiyor. Özetle her grup önce ben diyor...

Peki, bu haliyle sağlıksız bir grup mu?

Hayır hayır, zaten sosyoloji bilimi toplumları; farklılıkların bütünü olarak tanımlamıyor mu?  Önemli olan tüm farklılıkların karşılıklı olarak saygı ile kabul görmesi ve barış içinde bir arada yaşaması... O halde toplumda bir farkındalık eğitimine ihtiyaç var.

Farkındalık yaratmak
Duygudaşlık kurarak ulaşılacak çokça insan, ders alınacak  pek çok yaşanmışlık, belge ve bilgi var elimizde. Eğer bunların yardımıyla farkındalık sağlanırsa; ortak noktalar çoğalır, kutuplaşan toplum uzlaşıya varır. İşte vicdanları yoran birkaç ortak noktamız:

6,5 Milyon İşsiz, KHK Mağdurları, Cumartesi Anneleri, Maden ocağı kazaları(!), Roboski katliamı, Kadına/çocuğa şiddet/taciz, Doğayı tahrip eden HES’ler, Gizlenen 17/25 Aralık,  Cezaya dönüşmüş tutuklamalar, Ülkenin yok edilen itibarı, Barış yerine savaş çığlıkları, Sürekli kılınan OHAL, İdam isteme tutkusu, YSK hukuksuzluğuna seyirci kalan yargı... Evinde uyurken panzerin ezdiği iki çocuk, KHK ile işine son verilen iki eğitimcinin ölüme yaklaşan direnişleri (64. gününde).

Bu listeye daha yüzlerce ek yapılabiliriz, ama sadece son ikisini...:



 
Görüp düşündükçe, duyduğunuz burukluk, üzüntü ve utancı; eğer toplumun büyük çoğunluğu duymuyor veya duyunca sessiz/tepkisiz kalıyorsa, burada çok büyük bir "insanlık sorunu" var demektir. Aynı toplum içinde yaşayıp birbirinin sevinç ve acılarına duyarsız kalmak gibi.... 

Bu insanlık sorununu da, ancak (örgün ve yaygın) eğitim ile çözebiliriz. Örgün eğitim kurumları, düşünemeyen, sorgulamayan İmam-Hatip anlayışına teslim edildiği için, bizler de okullu çocuklarımızla birlikte STK'lardan yaygın eğitim almalıyız..

Her grup öncelikle: demokratik yollarla, YSK tarafından gasp edilen hakkın geri alınması için, her alanda protestoda bulunulmalı ve hem içeride, hem de dışarıda hukuki yollardan bu şaibeli sonucun iptali sağlanmalıdır. 

Uzlaşı için birinci adım: Her grubun; insan hakları ve demokrasiyi içselleştirmesi, uzlaşıya engel kırmızıçizgilerine bakması, hep kendini önceleyen, başkasının haklarını tanımayan, egoist tekçi anlayış ve önyargıları ile yüzleşmesi, dünyanın sadece kendileri için olmadığı, başka değerler, başka değerliler ve başka saygınların da olduğu farkındalığını sağlaması, kısaca demokrasi eğitimi alması gereklidir.

Uzlaşı için ikinci adım: Eğer birinci adım tüm gruplarda başarıyla uygulanmışsa, yani her birey iyi bir demokrasi eğitimi almış, duygudaş olabilmişse, artık işler oldukça kolay demektir. Çünkü artık; egolar törpülenmiş, "insan haklarına sahip insanlar" ortak paydasında buluşulmuş ve uzlaşmanın önündeki kırmızıçizgiler yok olmuş demektir. Artık sadece süreci yönetecek ekibin oluşmasına sıra gelmiş olur ki, bu da  çok zor olmayacaktır.

Üçüncü adım ÇOĞALMAK: 2019 veya daha erken bir zamanda yapılacak seçimler için şimdiden hazırlık… Bu hazırlık çalışmasının hedefinde ise; AKP’ye sorgusuz sualsiz biat eden yoksul çoğunluk olmalıdır.

Onlara; yaşanan acılar, katliamlar, yolsuzluklar,  kutularla paralar, tapeler, havuzlar… Hatırlatılmasa bile, yargıçlar(!) yönetimindeki YSK’nın: “mühürsüz oy pusulaları geçerlidir” şaibeli kararı ve bu karara sessiz kalan, hatta “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyen fırsatçıları (bıkıp usanmadan) anlatmalı…
  
Böylece onların zaten rahat olmayan vicdanlarına seslenerek, birlikte daha da çoğalmalı… 



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız