MHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
MHP etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mayıs 2017 Cuma

Şimdi ne yapmalı, nasıl yapmalı?

(Yaşamın ve çözümlerin kaynağı olan tüm annelere saygı ile…)

AKP + MHP + OHAL + KHK + Devlet olanakları ve YSK’nın kendi yasasını yok sayan kararına rağmen, hayır diyen heterojen grubun oy yüzdesi 48,59’un altına düşürülemedi. 

Aslında ucun ucun alınan hileli ve şaibeli evet sonucu; onların içlerine korku saldı, uykularını kaçırdı. Ama “yağmasan da gürle” misali, Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyen fırsatçılar yetiniverdiler bu şaibeli sonuçla...

Peki, biz bu hileli ve şaibeli sonuçla yetinmeli miydik?  Bugünlerde tartışma konusu olan da bu…

Önümüzde iki yol vardı: ya her demokratik ortamda, hakkı gasp edilen halkımızla bir olup hakkımızı arayacak, ya da susacaktık.

Asıl beklenen ve istenen, bu grubun en büyük paydaşı olan CHP’nin diğer bileşenlerle uzlaşıp hak arama sürecini yönetmesiydi. 

Ama olmadı… 
CHP halkın gasp edilen haklarını aramak yerine, ürkek ve korku içinde yakınıp, bakındı... Birileri gasp edilen halkın oylarına sahip çıkalım deyince de, hemen başladı ego savaşları... Bu iç çekişmeleri demokrasi ile çözümek yerine, baskı ve "kapının dışına atmak"ta bulacaklar çareyi. Dileyelim ki düzelsin bu durum.

 ***


Dik duruş ve direnişle kazalınan %48,59’lik hayır oyları” çok değerlidir. 2015 seçimi de, bu seçim gibi bir korku ikliminde yapılmıştı. Bunun için de çokça benzerlikleri olan bu iki seçim sonucunu birlikte ele almak gerekir. Şöyle ki:

2015 seçiminde AKP karşıtı CHP yüzde 25,31 ve HDP yüzde 10,76 oy almıştı.  Eğer bu oranın yüzde 48,59 olan Hayır oyları”na da yansıdığını varsayarsak:
  • CHP’nin (%48,59’lik hayır oy oranı içinde), yüzde 52,08,
  •  HDP’nin (%48,59’lik hayır oy oranı içinde)  yüzde 22,14,
  •  MHP muhalifleri + Saadet Partisi + diğer parti/görüşlerin ise  (%48,59’lik hayır oy oranı içinde) yüzde 25,78,
Pay sahibi olduklarını söyleyebiliriz.

%48,59’lik hayır" oylarına sahibi olanların ortak noktası: parlamenter demokrasi istemek yani tek adamcılığa karşı olmaktır. Fakat farklı demokrasi anlayışları ve bazı önemli uzlaşmazlıkları var bu grubun: Kimi dinini, kimi dilini, kimi ırkını, kimi dünya görüşünü, kimi kültürünü öne çıkarmak istiyor. Özetle her grup önce ben diyor...

Peki, bu haliyle sağlıksız bir grup mu?

Hayır hayır, zaten sosyoloji bilimi toplumları; farklılıkların bütünü olarak tanımlamıyor mu?  Önemli olan tüm farklılıkların karşılıklı olarak saygı ile kabul görmesi ve barış içinde bir arada yaşaması... O halde toplumda bir farkındalık eğitimine ihtiyaç var.

Farkındalık yaratmak
Duygudaşlık kurarak ulaşılacak çokça insan, ders alınacak  pek çok yaşanmışlık, belge ve bilgi var elimizde. Eğer bunların yardımıyla farkındalık sağlanırsa; ortak noktalar çoğalır, kutuplaşan toplum uzlaşıya varır. İşte vicdanları yoran birkaç ortak noktamız:

6,5 Milyon İşsiz, KHK Mağdurları, Cumartesi Anneleri, Maden ocağı kazaları(!), Roboski katliamı, Kadına/çocuğa şiddet/taciz, Doğayı tahrip eden HES’ler, Gizlenen 17/25 Aralık,  Cezaya dönüşmüş tutuklamalar, Ülkenin yok edilen itibarı, Barış yerine savaş çığlıkları, Sürekli kılınan OHAL, İdam isteme tutkusu, YSK hukuksuzluğuna seyirci kalan yargı... Evinde uyurken panzerin ezdiği iki çocuk, KHK ile işine son verilen iki eğitimcinin ölüme yaklaşan direnişleri (64. gününde).

Bu listeye daha yüzlerce ek yapılabiliriz, ama sadece son ikisini...:



 
Görüp düşündükçe, duyduğunuz burukluk, üzüntü ve utancı; eğer toplumun büyük çoğunluğu duymuyor veya duyunca sessiz/tepkisiz kalıyorsa, burada çok büyük bir "insanlık sorunu" var demektir. Aynı toplum içinde yaşayıp birbirinin sevinç ve acılarına duyarsız kalmak gibi.... 

Bu insanlık sorununu da, ancak (örgün ve yaygın) eğitim ile çözebiliriz. Örgün eğitim kurumları, düşünemeyen, sorgulamayan İmam-Hatip anlayışına teslim edildiği için, bizler de okullu çocuklarımızla birlikte STK'lardan yaygın eğitim almalıyız..

Her grup öncelikle: demokratik yollarla, YSK tarafından gasp edilen hakkın geri alınması için, her alanda protestoda bulunulmalı ve hem içeride, hem de dışarıda hukuki yollardan bu şaibeli sonucun iptali sağlanmalıdır. 

Uzlaşı için birinci adım: Her grubun; insan hakları ve demokrasiyi içselleştirmesi, uzlaşıya engel kırmızıçizgilerine bakması, hep kendini önceleyen, başkasının haklarını tanımayan, egoist tekçi anlayış ve önyargıları ile yüzleşmesi, dünyanın sadece kendileri için olmadığı, başka değerler, başka değerliler ve başka saygınların da olduğu farkındalığını sağlaması, kısaca demokrasi eğitimi alması gereklidir.

Uzlaşı için ikinci adım: Eğer birinci adım tüm gruplarda başarıyla uygulanmışsa, yani her birey iyi bir demokrasi eğitimi almış, duygudaş olabilmişse, artık işler oldukça kolay demektir. Çünkü artık; egolar törpülenmiş, "insan haklarına sahip insanlar" ortak paydasında buluşulmuş ve uzlaşmanın önündeki kırmızıçizgiler yok olmuş demektir. Artık sadece süreci yönetecek ekibin oluşmasına sıra gelmiş olur ki, bu da  çok zor olmayacaktır.

Üçüncü adım ÇOĞALMAK: 2019 veya daha erken bir zamanda yapılacak seçimler için şimdiden hazırlık… Bu hazırlık çalışmasının hedefinde ise; AKP’ye sorgusuz sualsiz biat eden yoksul çoğunluk olmalıdır.

Onlara; yaşanan acılar, katliamlar, yolsuzluklar,  kutularla paralar, tapeler, havuzlar… Hatırlatılmasa bile, yargıçlar(!) yönetimindeki YSK’nın: “mühürsüz oy pusulaları geçerlidir” şaibeli kararı ve bu karara sessiz kalan, hatta “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyen fırsatçıları (bıkıp usanmadan) anlatmalı…
  
Böylece onların zaten rahat olmayan vicdanlarına seslenerek, birlikte daha da çoğalmalı… 



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

19 Ağustos 2016 Cuma

Neden “aynı olaya” bakışımız bile ayrıştı, uyuşmaz olduk?



Kısa zaman içinde pek çok acılar ve ölümlere neden olan, failleri bilinse de açıklanmayan çokça olay yaşadık.  İşte o olaylardan sadece birkaçı: Roboski’de çoğu çocuk yaşta 34 kişinin savaş uçaklarınca bombalanarak öldürülmesi, Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi, Hrant Dink’in öldürülmesi ve Rus uçağının düşürülmesi gibi… 

Havuz medyası ve yandaşları karanlıkta bırakılan bu olayların dosyalarını hatırlayıp, sayfaları aralanmaya başladılar ve faillerin “Fetöcüler” olduğunu yüksek sesle söylemeye başladılar. Bu durum size  ilginç geldiği için de içinizden bir sesin: “Şimdiye kadar neredeydiniz neden gizlediniz bunları?!..” Dediğini duyarsınız ve hemen peşi sıra da, “Ama olsun, bizim isteğimiz gerçek katillerin bulunup hak ettikleri cezaları almaları ve yaşanan acıların bir daha yaşanmamasıdır. Kim bilir belki bu arada, sevgili barış elçimiz Tahir Elçi’nin katillerini de açıklayıverirler.” Der avutursunuz kendinizi… 

***

Belki hatırlarsınız 2009 yılında Meclisin renkli kişisi Kamer Genç önemli bir öngörüde bulunarak özet olarak "Fethullah Gülen bu ülkeye tehdit oluşturuyor" demişti. Ve “Muhterem Hocaefendi”’ye laf söyletmek istemeyen AKP'liler protesto etmiş, kürsüye yürümüş ve zor zapt edilmişlerdi.  Konuşma şöyle idi: “AKP’li milletvekilleri Amerika’ya gidip Fettullah Gülen’i ziyaret ediyorlar kimdir bu arkadaşımız ne yapmak istiyor, sermayesi nereden geliyor. Türkiye’deki rejimde rolü nedir, bunları bir araştıralım, niye çekiniyorsunuz, yarın bunun zararını siz çekeceksiniz bana bir şey olmaz, benim düşüncelerim belli..” https://twitter.com/KimNeDediTV/status/764943809490915328

Sonra…

 “Gel gel artık özletme …” diye çağrıda bulunanlar, şiirlerle, nutuklarla, methiyeler yapan; başbakan, bakan ve parti temsilcileri çoğaldı, adeta baskın çıkma yarışına girişmişlerdi. Unutmadınız değil mi?

Ama sevgi ve yol arkadaşlığı bitti, ortaklık çöktü, 17/25 Aralık 2013 e kadarmış...

Meğer tüm bu çağrılar, yalvarmalar yalancıktanmış.

Meğer “Koru beni, koruyayım seni…”  imiş bu işbirliğinin tutkalı.

Meğer para kutucuklarını, havuzları, rant paylaşımını, o güzel günlerini ve nefese almalarını bile tapelerle, videolarla kayıt altına almışlar.

Meğer azgın ırmakta sırtlarına almış oldukları “Onlar” birer akrep, birer hainmiş.  

Ortaya saçıldı tüm iğrençlikler, yolsuzluklar… Bu sevginin, “Tamamen duygusal mı, yoksa tamamen çıkarsal mı?” olduğu ayan beyan…   

Ve en sonunda çıkarları için kendi başlarına bela ettikleri bu lanet oluşumu, ülkenin başına da bela edip 15 Temmuz’u yaşattılar.

(NOT: Kamer Genç’in tüm dedikleri gerçekleşti; 15 Temmuz sonrasında TV ve gazetelerde açıklamada bulunan itirafçılar Fethullah Gülen’in kim olduğunu, ne yapmak istediğini açıklarken, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da ona  ait 62 bin 317 taşınmazdan 4 bin 548’i, devlet envanterine geçirildiğini açıkladı. Ayrıca bazı abiler, avukat ve komutanların inanılmaz emlak ve malvarlıkları ortaya çıktı.)

***

15 Temmuz kanlı darbe girişiminde etkili olan pek çok subay aleyhinde, geçmiş yıllarda askeri şûralarca kararlar alındığı, ancak iktidarın muhalefet şerhi koyarak bu kararları etkisiz kıldığı, böylece haklarında karar verilenleri “alınları secdeye değdiği için” kayırdıkları sıkça söylenir oldu bu günlerde. (Bu konuya ne itiraz ettiler ne de açıklama yaptılar, sustular.)  Ayrıca bu kişilerden pek çoğunun tank, toma ve bombalarla; Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Silvan, Lice, Şırnak… gibi merkezlerde pek çok sivili insanımızın, tarihi doku ile birlikte yok edilmesinde görev almış, nefret suçu işleyen, katliam ve yıkımlara imza atmış üst düzey komutanlar ve amirlerin olduğu da ortaya çıkmış durumda…

Anlaşılan yaşananlardan yine ders çıkarmadı iktidar, işte son iki gün içinde yaşananlar:
·        

  •  26 Temmuz’da Mecliste oybirliğiyle alınan karar uyarınca kurulan “Darbe Girişimi Araştırma Komisyonu’na MHP, HDP, CHP üye verdikleri halde, AKP henüz bu komisyona üye vermedi.    
  • 22 Temmuz 2015’te Suruç katliamından kısa süre sonra Ceylanpınar’da Feyyaz Yumuşak ve Okan Uçar isimli 2 polis şüpheli bir biçimde hunharca öldürülmüştü. Bu olay pek çok kişi tarafından “müzakereleri sona erdiren olay” olarak kabul edilmiş ve sonrasında da ülkemiz bir savaş alanına dönmüştü. Bu bakımdan oldukça önemli bir dava… Dava avukatı ve politikacıların verdiği bilgiler ve basında çıkan haberlere göre bu olayda; “Büyük bir kumpas” olduğu söylenmektedir. İşte bu konunun araştırılıp gün yüzüne çıkması için HDP araştırma önergesi vermişti. Bu öneri, HDP ve CHP’nin olumlu oylarına karşın, AKP ve MHP oylarıyla reddedildi ve böylece gündeme alınması engellendi.


İsterseniz sadece bu iki örnek üzerinde düşünelim, konuşalım ve tartışalım. 

Sonunda, ama, fakat ile başlayıp niyet okuyuculuğu ve suçlamalarla devam eden ve saatler süren tartışmalar yaşandığını göreceksiniz.


Neden “aynı olaya” bakışımız bile ayrıştı, uyuşmaz olduk? 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

12 Ağustos 2016 Cuma

Uzlaşmak - Fetö darbe girişimi - Yok saymak:



5 Ağustos 2016 günü ‘Karşıt Görüş’te Balçiçek İlter, Burhan Kuzu’ya, CHP’nin Fetullah Gülen’in organize ettiği yapı (F Tipi Yapılanma) için vermiş olduğu, araştırma önergesini AK Parti neden ret etti diye sorduğunda Burhan Kuzu da; “… Bu tarafta sıkışmış bir hükümet, her an parti kapanma riski altındasın, burun burunasın. Bir bürokrat ekip lazım, bürokrat ekip onlardan oluşmuş, kimi kullanacağım ben, hükümet olarak ne yapacağım ben…” Diye kendi tarzında kısa ve net bir cevap verdi. Yani ortada kandırılmak diye bir durum yokmuş, her şey hesabına, kitabına göre hazırlanış. Eğer bu birliktelik veya uzlaşmada bir hata ve sorumluluk varsa bu birlikte yürüyenlerin ortak sorumluluğudur.

Uzlaşmak için aynı olmak, eşit olmak gerekmez. Hiçbir aynılığı, benzerliği olmayanlar da uzlaşır. Uzlaşmalarda her iki tarafında karlı çıkması anlamına gelen “kazan kazan”  yöntemini kullanırlar. Tarafların değişik amaç ve beklentileri bu süreç içinde karşılıklı ödünlerle kaldırarak uzlaşı sağlanır. Kısaca karşılıklı kazanmaktır uzlaşmak…

AKP ve Fetullah Gülen hareketi arasındaki uzlaşma, Burhan Kuzu’nun konuşmasında (itirafında) anlattığı gibi karşılıklı çıkarlar üzerine kurulmuştur.

Bu uzlaşma sürecinde her iki taraf da, albenilerini arttırmak için sosyal psikolojinin etkili silahı olan “algı oluşturma” yı, uygulama da ise yerine göre Makyavelist ve Pragmatist  yöntemleri etkili olarak kullanmışlardır.

Bu iki öğretiyi kısaca hatırlatmak gerekirse:

Makyavelizm 1500’li yıllarda başlayan “Siyasette amaca varmak için bütün yolların kullanılması gerektiğini söyleyen ve her yolu meşru gören” bir anlayış.

Pragmatizm ise; 1800’li yılların son çeyreğinde ortaya çıkıp dilimizde faydacılık olarak da karşılık bulan “Eğer bir bilgi günlük hayatta işe yarıyorsa o bilgi doğrudur. Yaramıyorsa yanlıştır.” bir anlayıştır.

Uzlaşma, taraflardan biri veya iki tarafın da uzlaşılanlara uymaması halinde biter. Sayın Burhan Kuzu’nun söyleminden hareket edersek risk altındaki kişi veya gruplar korunmak için uzlaşacağı ortaklar bulabilir/arayabilir. Bu durum sıkça görülen bu normal bir iştir. Fakat etik olmayan dereyi geçinceye kadar “kullanmak/kullanılmak”. Anlaşılan yukarıda anlatılan uzlaşma da etik olmayan bir şekilde son bulmuş. Ve öyle anlaşılıyor ki F Tipi Yapılanma, birlikte yola çıktıklarının aleyhinde uzlaşı günlerinde bile boş durmayıp bilgi ve belge toplamış.

1.   7 Şubat 2012‘de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması olayı:  Hakan Fidan alınan çok hızlı kararlarla korundu ve girişim başarısız oldu.
2.   17-25 Aralık 2013’teki yolsuzluk operasyonlarını başlattılar. İktidar bu operasyon sırasında bir anlık şaşkınlık yaşadı, 4 Bakan istifa etmek zorunda kaldı, ancak, onların yüce divana gönderilmeleri engellenerek parlamento etkisiz bırakıldı. Çok hızlı davranarak ve devlet gücü kullanarak bu saldırı da atlatıldı. Ama, ortaya saçılan yolsuzluklar, “Tapeler” ve “Para Kutuları” iktidarın karizmasını çizerek henüz kapanmayan/iyileşmemiş yaralar almasına neden oldu.
3.   İktidar da F Tipi Yapılanmanın çok önemli bir finans kaynağı ve taraftar toplama alanı olan “Dershaneleri” kapatarak önemli bir karşı atakta bulunmuştur. (17.11.2013 günü Milliyet Blog’da ki yazım “Aslında Dershaneler bahane bu bir bilek güreşi!...” diye son bulmuştu.) http://blog.milliyet.com.tr/dershaneler-bahane-/Blog/?BlogNo=436766

Yapılan bazı uzlaşmaların sonradan, “dün dündür” anlayışla ve etik olmayan yollarla bozulduğunu duyduk, gördük ve yaşadık. Fakat AKP bu işi sık sık yapmaya başladı. İşte birkaç örnek:

Kürt Açılımı, Çözüm Süreci, Alevi Açılımı, Akil İnsanlar Heyeti, Dolmabahçe Mutabakatı, Dolmabahçe masanın devrilmesi, İstişkafi Görüşmeler, Olmadı Bir daha Seçim… Fiili Başkanlık sistemiyle Meclis devre dışı bırakılması…

Tüm bu işleri yaparken ana taktikleri de şu idi: Önce (tribünlere gösterip) uzlaşır gibi yapmak, sonra zamana yaymak ve ipe un sermek.

Etik olmayan yollarla bozulan bu uzlaşı arayışları sadece kişiler ve gruplara değil tüm ülkeye büyük zararlar verdi. Sonuç olarak ülkenin her yöresi sanki cenaze evi oldu, binlerce suçsuz günahsız insanımız öldü, ülke büyük acılar ve katliamlar yaşadı.

"Bunlar ateist, Zerdüşt…” diyerek ötekileştirdiler halkı. Ölüleri soyarak çıplak fotoğrafları paylaştılar. Öldürdüklerini, tomaya bağlayıp, video çekimi yapıp, internette paylaştılar. Harabeye çevirdikleri evlerin içinde de bu nefret suçlarını işlemeye devam ettiler. Tanklarla girdikleri Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Silvan, Lice, Şırnak… Şehir merkezlerinde pek çok sivil, tarihi doku ile birlikte yok edildi. Bunları yapan zalimler/caniler tek tük değil, pek çoktular. Onların bu yaptıkları kabul gördü ki, korundular ve tüm bu zalimler/caniler cezasız kaldı.

İşte tüm bu olanları Mecliste anlatıp, zalimleri/canileri tanıtmak, mağdurların çığlıklarını dile getirmek, burada çare bulmak isteyen Millet Vekilleri oldu. Bu vekillere de, “Türk askeri sivil halka silah sıkmaz!...” diyerek neler yapıldığını, neler söylendiğini, nasıl susturulduklarını bilmeyenler varsa ve eğer isterlerse kayıtlara kolayca ulaşabilirler.

***
Fetö darbe girişimi:    

Halkımız tüm bu acıları yaşayıp, dertlerine çare ararken 15 Temmuz günü, AKP’nin uzun yıllar birlikte iken her istediklerini verdikleri, yani beraber yürüyüp şimdi uzlaşmaz oldukları FETÖ’cü yapı, dinci-ırkçı-faşist bir kalkışma başlatmıştı. Bu kez başkent ve büyük şehirlerimizde, General ve kurmayların yönetimindeki tanklar, uçaklar, helikopterler, ağır silahlarla donatılmış aldatılmış “Mehmetçikler” (tıpkı güneydoğuda olduğu gibi) sivil halka ateş açıp 250 cana kıydılar… Ayrıca pek çok kamu kurumu ve TBMM’ni bombaladılar, tüm yurdumuza büyük acılar yaşattılar.

Bu kanlı faşist-ırkçı-dinci kalkışma başladığı andan itibaren, tüm siyasi partiler, tüm medya kuruluşları ve tüm halkımız büyük tepki gösterdi. Böylece bu faşist-ırkçı-dinci kalkışmaya karşı doğal bir birleşik bir cephe doğmuş oldu. O gece Meclis sığınağında yapılan görüşmelerde uzlaşı ve birlik çağrıları yapılmış ve Mecliste bulunan 4 siyasi partinin ortak bildirisi ile lanetlemişti. Yüzlerce sivil insan darbeyi durdurmak için, ölümleri pahasına kendilerini tankların, topların ve kurşunların önüne atmıştı. İşte bu tutarlı karşı duruşlar darbecilerin kâbusu olmuş ve onların yenilgileriyle sonuçlanmıştı.

***
 Yok saymak:
Olağanüstü hal (OHAL) ilan edilerek, Meclisi onayı olmadan çıkarılan yaslarla ülke yönetilmeye başlandı, demokrasi askıya alındı, yönetim yetkisi Hükümetten çok Başkomutan-Cumhurbaşkanının eline geçti. Zaten etkisiz ve yetkisiz durumda olan TBMM tamamen devre dışında kaldı.

Yenikapı’da yapılan ‘‘Demokrasi ve Şehitler Mitingi’ için mecliste bulunan dört partiden sadece üçü davet edilerek ayrımcılık yapıldı. 6 milyon oy almış olan HDP (7 Haziran sonrası istişkafi görüşmeler olduğu gibi) davet edilmedi, yok sayılmaya çalışıldı. Böylece kalkışmaya karşı sağlanan birliktelik yara almış oldu. Aradan henüz üç gün geçmişti ki, bu kez de üç partinin birlikteliği ile yapılacak Anayasa görüşmelerine de HDP’nin çağrılmayacağı duyuruldu.

Hani herkese eşitti ve bir oy bile değerliydi? 

Neden ötekileştirip yok sayıyorsunuz bu insanları?

HDP’nin dışlanmasıyla ülkemiz ve halkımız ne kazanacak?!...

Baskılanmış medya ise tüm bunları Görmemiş, Duymamış, Bilmiyormuş.

Anlaşılan, “Seni Başkan yaptırmayacağız” demenin öfkesi/kini henüz bitmemiş.

Anlaşılan, çoğulculuğu istemeyen, tekçiliği benimsemiş AKP, CHP, MHP ve malum medyanın elbirliği ile bu fiili Başkanlığı “TEK BAŞKAN”lıkla taçlandıracaklar. Zaten Sn. Erdoğan, 16 Temmuz sabahının ilk saatlerinde darbe girişimi için “Bu bize Allah’ın bir lütfu” dememiş miydi?
 
Ve yeni bir haber:
Faşizme, Darbelere ve OHAL’e karşı, aralarında HDP, KESK, DİSK, TMMOB, TTB, Alevi Örgütleri, EMEP, Haziran Hareketi ve Halk Evleri’nin bulunduğu 20'yi aşkın kurum tarafından Emek ve Demokrasi İçin Güç Birliği kuruldu…



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız