Bilim insanları ulaşabildikleri en eski toplumsal
verilere dayanarak, insan davranışlarını belirleyen duyguların öncelik
sıralamasını: yeme, içme, cinsellik, barınma ve güvende olma… olarak yaparlar.
İnsanoğluna bazen yaşamsal korkular da yaşatan bu duygular; paylaşmayı, bir
arada yaşamayı, işbirliğini, dayanışmayı ve tapınmayı da sağlamıştır. Kim bilir, belki de eğer bu korkular olmasaydı; ne aileler, ne klanlar, ne dinler, ne de devletler
olabilirdi.
Bu korkuları yaşayan insanlar kendilerini koruyacak bir güç aramış
ve devletler kurulmuştur. Halkın kendi güvenliği için oluşturduğu
bu güç, ne yazık ki zamanla o halkı ezen, insanlığa düşman kontrolsüz bir güç olmuştur. Çünkü bu
güç, inanç alanındaki etkili kişi ve kurumları da denetimine alarak gücüne güç
katmış ve bir azınlığın emrine girmiştir. Ve artık sadece onların çıkarlarını ve varlıklarını korur olmuştur.
Doymak bilmez (açgözlü-obez) emperyalist azınlık, her ülkede işbirlikçi ve çanak yalayıcı kompradorlar bulmakta, paylaşım
savaşlarını da bu piyonlarının yardımıyla yaparlar. Devlet gücünü kullanarak; önce kendi ülke insanlarına, sonra diğer ülke insanlarına, tüm canlılar ve doğaya karşı yaptıkları acımasızca fiziki-psikolojik baskı ve yok etmeleri de kaçınılmaz bir kader sayarlar.
Tabii ki bu haksız savaşlarda büyük acılar yaşayan
halklar da, haklı olarak, hakları için direnir, savaşır, büyük kayıplar
verir, zaferler kazanırlar.
Demek ki, savaşlarının başlıca görevi, öldürüp,
yok etmektir.
O halde, insanlık tarihi boyunca büyük sömürü, acı
ve kederlere neden olan bu acımasız savaşlar bitmeli... İnsanlığa demokrasi
içinde, özgür ve insanca yaşayacağı bir barış ortamı sağlanmalı...
Bunun için de öncelikle her birey, yani herkes ayrımsız olarak; tüm
ülkeleri, cinsleri, dilleri, inançları, renkleri, özetle tüm farklıkları saygın
kabul etmeli. Ancak o zaman insanca, güven ve barış içinde bir dünya kurulabilir.
Peki, böyle bir dünyanın oluşması çok mu zor?
Eğer hiç çaba göstermezsek, evet çok zordur.
Fakat eğer herkes vicdan sesine uyar ve içinde sürekli olarak; ben!.., ben!.. diye
haykıran o vahşi “ben”i
insanileştirmek için çaba harcarsa… Başkalarının da istekleri ve hakları olduğunu anlarsa… Hemen olmasa bile çok kolaylaşır başarmak.
Başlamak gerek!...
***
Bugünlerde Ivan İllich’in 1970'li yıllarda yazdığı
o bilindik eseri “Okulsuz Toplum”u okuyorum. Ve bu eserden düşündürücü bulduğum
birkaç satırı (konuya uygun olduğu için) paylaşmak istiyorum:
“Modern mermiler ve kimyasal silahlar o derce etkilidir ki, birkaç
sent değerindeki bu nesneler, niyeti öldürmek olan müşterilere dağıtılmaktadır.
Fakat bu dağıtım işinin maliyeti baş döndürücü bir şekilde yükselmektedir. Ölü
bir Vietnamlı’nın maliyeti 1967 yılında 360.000 dolardan 1969 yılında 450.000
dolara yükselmiştir. Bir skala üzerindeki ekonominin ırk katliamına yaklaşımı,
modern savaşı ekonomik olarak cazip hale getirecektir…”
(Okulsuz Toplum. Şule
yayınları 34.baskı sayfa 72-73)
İşte o modern savaş sanayicileri, Vietnam’da olduğu gibi yine iş
başındalar: Böyle bir ortam yaratınca da, ölüm aracı olan bu akıllı mermileri,
füzeleri, tankları ve kimyasalları almak isteyen çokça ve çok istekli piyon müşteri buluyorlar. Hatta bu istekli müşterilerini önce birbirleriyle yarıştırıyor, sonra kendilerine yalvartıyor daha sonra da fahiş fiyatla satış yapıyorlar. Faturası yoksul halka ödetilen, amacı da özgürlüğü, medeniyeti, insaniyeti, yaşamı yok etmek olan silahlar, sorgulama bilmeyen sessiz çoğunlukça; çılgınca alkışlanır, kutsanır ve kabul görürler.
Ve vicdanlarının sesini duymazdan gelen, çaresizce
sırasını bekleyen sindirilmiş sessiz çoğunluğun gözleri önünde (kurdun kuzuyu
yemek için uydurduğu bahanelerle), kullanılır. Kime mi? Tek
suçları(!) kaynaklarını, özgürlüklerini ve özgünlüklerini korumak isteyenlere karşı. Hem de, bir gece ansızın yapılan saldırılarla, hilelerle tuzaklarla...
Eğer görmek, düşünmek, anlamak istersek bakmalıyız yakın çevremizde olan; Hastanelere, tımarhanelere, hapishanelere, yetimhanelere, viran olmuş hanelere, talan edilmiş madenlere, ormanlara, mezarlıklara, göçlere, yangınlara,
işsiz güvencesiz gençlere, Taksim’de-Soma’da-Roboski’de annelere...
Kimi; bebek-genç-kadın-yaşlı ölerek,/ kimi;
evsiz-işsiz-yoksul kalarak,/ kimi; evini-toprağını-yurdunu terk ederek,/ kimi; yaralı-sakat-hasta.../ Gör; Neler yapıldığını, neler…/ Neler yaşandığını, neler…
Bunlar biranda aklımıza gelenler, lütfen siz selamlaştıklarınızla
birlikte listeyi çoğaltınız. Sonra da bu toplumsal yaraların her birini, tek
tek savaşlarla ilişkilendirin, düşünün, sorgulayın ve çıkarımda bulunun, bu çıkarımlarınızı da başka selamlaştıklarınızla paylaşıp çoğalınız.
Haa, sömürücü azınlığın piyonu olmuş ve öyle
olmakta ısrarlı olanlara da, lütfen aşağıdaki ünlemle başlayan soruyu sormayı unutmayınız:
Ey!... Savaş sevicileri, ben savaşın
binlerce zararlı sonucundan birkaçını yazdım/saydım. Şimdi de size soruyorum, acaba
siz, barışın
sadece bir tek zararlı sonucunu söyleyebilir misiniz?