Cumhuriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Cumhuriyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Kasım 2016 Cuma

Cumhuriyet 93 Yaşında

Saltanatın yıkılıp Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda ülke nüfusumuzun büyük çoğunluğu köylerde yaşamakta ve yolu, suyu, elektriği bulunmamaktadır. Toprakların büyük çoğunluğu, toprak ağalarının elinde olup, tarım çok ilkel araçlarla yapılmaktadır. Kentlerdeki cılız sanayi de tamamen dışa bağımlı durumdadır. Türkiye halkının okuma yazma oranı yüzde 6-7’ler civarında olup bu okumuşlar da büyük şehirlerde yaşamaktadır.

Kurtuluş savaşında birlik olup ortak düşmana karşı mücadele verenleri bir arada tutmak, kucaklayıcı olmak için bazı sözler verilmiştir. Şöyle ki; Ekim 1919 Amasya Protokollerinin gizli tutulan 2. Kısmında; “Kürtlerin gelişme serbestliğini sağlayacak şekilde ırki hukuk ve içtimai haklar bakımından müsaadelere sahip olması” ve 1921 Teşkilatı Esasiye Kanununda (11. 12. ve 13. Maddeleri) gibi... Ancak bu söz ve hakların 1924 Anayasasından çıkarılması memnuniyetsizliklerin başlangıcı olmuştur. 

Osmanlı Saltanatını ortadan kaldırarak kurulan Cumhuriyet’in amacı insanlarını; ümmetin bir kulu olmaktan çıkarıp birer vatandaş, birer birey haline getirmek, onları “batı değerleri” ile tanıştırmak ve bu güzellikleri kazandıraraktı.   

Bu haklı istekler için de her alanda farklı arayışlar, uygulamalar ve bazı acelecilikler yapıldı. Oysa yukarıda kısaca anlatılan ülkenin altyapı ve kültürel yapısı, henüz bu uygulamalara hazır değildi ki…

Toplumlar da tıpkı bir organizmaya benzerler, eğer o organizmada; hazır oluş, isteklilik, yaparak-yaşayarak-içselleştirerek kazanım elde etmeyi ve sonuçta da haz duymasını sağlamaz iseniz, istenen başarıyı sağlayamaz amacınıza ulaşamazsınız.

Toplum bilimlerinde eskiyi yıkıp yerine yenisini koyma diye tanımlanan devrimler de eğer kalıcı olmak üzere yapılacaksa bu yolu izlemek zorundadır. Çünkü devrimler nitelik ve nicelik değişimler sonucu oluşur. Demek ki devrimlerin oluşmasında da gerekli bir evrim süreci vardır. Bunu yaşatmak gerekir.

Nilgün Cerrahoğlu Çarşamba günkü yazısında, Karl Marx’ın “Ezilenler, isabetli muhakeme yeteneğinden yoksundurlar!” sözünü alıntılamıştı. Muhakeme: Bir sorunu çözmek için çıkar yol arama yeteneğidir.  Ancak bu yetenek; insanın özgürce soru sorup, sorgulayacağı bir eğitim ortamı ile sağlanır.  

Şüphe yok ki ezilenlerin baş savunucularından biri olan Marx bu sözünü ezilenleri aşağılamak için değil, bir durum tespiti yapmak için söylemiştir. Egemenlerce kul/köle yapılıp özgür eğitimleri engellenen ezilenlerin (devrim sürecinde), karşılaştıkları sorunlarla başa çıkmaları, çözümeler bulmaları için, eğitimin gerekli olduğuna dikkat çekip, öncellik verilmesini belirtmek için söylenmiştir bu söz.
(Bildiğiniz gibi Aziz Nesin de bu söze benzer olan bir sözü vardı ve bu söz çokça tartışılmış bugün de tartışılıyor.)

Bir başka çarpıcı örnek de; 1940 ta kurulup ülkenin çehresini 8 yılda önemli ölçüde değiştiren Köy Enstitüleri girişimidir. O günlerin bu devrimci atılımı ile eğitime, tarıma, sağlığa büyük önem verilmiş ve halkın güzel sanatlar yolu ile ufkunu açacak olan dünya kültür eserleri ile tanışması başlatılmıştı. Fakat bu kurumlar; çıkar çevrelerinin yalanları ve yaratmış oldukları algılar sonucunda, asıl hizmet götürmek istedikleri halk tarafından sahiplenip korunamamış ve kapatılmıştır.  

***
Kurtuluş savaşından sonra kurulan Cumhuriyetimiz 93 yaşında olmasına rağmen, demokrasinin ön koşulu olan çoğulculuğu yok sayan “Tekçi” anlayıştan kaynaklanan sorunlarımız devam ediyor. Herkesi ilgilendiren iki temel sorunumuza bakalım;

Biri, yönetimine son verdiği Osmanlı İmparatorluğunun içinde barındırdığı farklı, ırk, dil ve kültürleri yok sayıp onları ötekileştirmeler yapılması.

Diğeri ise, içinde barındırdığı farklı inanç sistemlerine laiklik ilkesi uyarınca eşit uzaklıkta durmak yerine,  “Zorunlu Din Dersi” ve “Zorunlu Sünni Anlayışla” ötekiler yaratılmasıdır.

Yukarıda belirtilen her iki temel sorun da, yani kimlik ve inançlar; yasa, yasak ve eğitim sistemi ile yok edilmeye çalışılmıştır. Böylece ülke içinde barınan pek çok kimlikten sadece biri ve farklı inanç sistemlerinden de sadece biri devletçe kabul görmüştür. İşte bugün bu tekçi anlayışların ağrılarını, sızılarını, sancılarını çekiyoruz.

Ülkede yaşayan herkesi ilgilendiren Eğitim Sistemi’dir. Eğitim Sistemimiz bugün Diyanetin kayyımlığında ve İmam-Hatip anlayışı ile Osmanlının medrese eğitimine dönüşmüş durumdadır. Böyle bir sistemle soru sormayan, sorgulamayan insanlar yetiştirerek ülkeyi yönetmeyi düşünüyorlar.  

Bu anlayış sonucudur ki, bugün çoğulculuğu ve barışı savunanlar içeride, tekçilerin teklerine de yeni yeni “TEK’ler eklenmektedir:

Tek Gazete,

Tek Televizyon,

Tek Radyo,

Tek Parti,

(Ve Yasama, Yargı, Yönetim, Yayının sentezi olan)

Tek Kişi...

Oysa bu ülke barış içinde yaşamak için hepimize yeterdi…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

28 Ekim 2016 Cuma

Korku İklimi

Uyumayacaksın /Memleketinin hali /Seni seslerle uyandıracak
Melih Cevdet Anday


Bugün sizlerle konuşmak istediğim hemen herkesin bildiği ve çokça konuştuğu bir konu olan 12 Eylül Anayasası… Şu an parlamentoda dört parti var, dördü de seçim meydanlarında, seçim bildirgelerinde, gazetelerinde ve TV kanallarında bu Anayasa’ya karşı olduklarını söyler, yazar, çizerler. Fakat herhalde bu karşı duruşları samimi değil ki, yıllardır herkesin istemediği(!) 12 Eylül Anayasasının özüne  dokunamadılar.
Darbe ile ülke yönetimini ele geçiren faşist generaller, hazırladıkları Anayasa’yı bundan 34 yıl önce 7 Kasım 1982’de halk oylamasına sundular. Halkımız bu oylamaya büyük bir katılım sağlamış ve aşağıda görüldüğü gibi çok büyük bir oranda da “evet” demişti.
1982 Türkiye anayasa değişikliği referandumu
  •    Oy durumu               Oy Sayısı          Yüzde
  •   Evet diyenler             17.215.559       91.37
  •  Hayır diyenler             1.626.431        8.63
  •    Geçerli oy                          18.841.990             99.8
  •    Geçersiz veya boş oy               43.498               0.2
  •   Toplam oy                          18.885.488             100.00
  •   Seçmen katılımı                              91.3
  •    Toplam Seçmen sayısı        20.690.914
Bu seçimde, meydanlarda ve ekranlarda sadece övgüde bulunanlar konuşabilmiş, hiç kimseye eleştiri yapma ve karşı görüşünü dillendirme fırsatı verilmemişti. Çünkü ülkemizde baskıcı faşist bir iklim oluşmuştu.
Bir anımsatma: anne ve babalarımızın “hayır” oyu vermelerini sağlamak için eşimle birlikte çok çaba harcamış, fakat başarılı olamamıştık. Çünkü onlar,  geleceğimiz(!) için “evet” diyeceklerdi. Oylama sonucu gösterdi ki ülkemizin her yerinde bu, “Def’-i bela etmek” (beladan kurtulmak) anlayışı etkili bir şekilde pek çok insanlarımızın ortak görüşü olmuştu.
Sonuç olarak: köylü-kentli-işçi-memur herkese karşı olan bu Anayasa, ne yazıktır ki, yine köylü-kentli-işçi-memur hemen herkesin “evet” demesiyle büyük kabul görmüştü.
***
Yıllardan beri meclisteki tüm partiler, % 91.37  “evet” oyu almış olan bu Anayasa’ya karşı olduklarını söylüyorlar.
Bu görüşleri de, bizim aşağıdaki çıkarımlarda bulunmamıza neden olabilir:
  • % 91.37 gibi çok yüksek oranda “evet” oy almanın çok kıymetli olmadığı, 
  • % 8.63 gibi küçük bir “hayır” oyunun ise çok kıymetli olduğu,
  • Eğer ülkede bir korku iklimi varsa ve insanlara büyük acılar yaşatılmışsa, yapılan seçimler de alınan çok yüksek oyların çok da önemli olmadığı,
  • Demek ki korku ikliminde, halkın görüşünü almak, hem doğru olmaz, hem de halkın yararına olmaz…
Ve şimdi de, yani 34 yıl sonra, yüzde 52 oy aldım diye, yemin edilen anayasaya ve yüzde 48’e karşı fiili durum yaratmış olan bir anlayış var. Bu anlayış, OHAL ortamında fiili durumuna yasallık kazandırmak istiyor. Bundandır ki, büyük bir telaş ve hızla Yasama, Yargı ve Yürütme’yi tek elde toplayıp, ülke tek adam rejimine götürülüyor.
Oysa eğer sağduyu egemen olsaydı, birileri başını iki elinin arasına alır, düşünür ve şöyle derdi: “Bak!.. OHAL geçicidir, yüzde 91.37 “evet” oyu almış olan Anayasa’ya bile şimdi herkes karşı. Demek ki, böyle bir iklimde, ne anayasa yapılır, ne de seçim… Yahu biz ne yapıyoruz!…Ama gel gör ki, “inadım inat” devam ediyor...
***
Eğer demokrasi; katılımcılık, çoğulculuk, özgürlükçü bir çokseslilikse, bu çoklukları ve farklılıkları bir arada tutup barışı sağlayan çimento da laikliktir. Ne yazık ki bugün ülkemizde yok edilmek istenen değerlerden biri de laiklik…
Çağdaş dünya ülkeleri, insanlarının hukuka uygun ve güven içinde yaşamalarını isterler. Bunu sağlamak için de insanlarına; Yasama, Yargı, Yürütme organlarının birbirinden bağımsız, fakat işbirliği içinde verdiği hizmetleri sunarlar. Son yıllarda bu hizmetlere bir de sansür edilmeyen özgür Medyayı eklediler.
Tek’çi anlayışın etkin olmaya başladığı bizim ülkemizde ise; politik çıkar ve ikbal peşinde koşanlar, yivsiz-setsiz bırakılan medyanın güzellemeleri eşliğinde, hamaset nutukları çekmeye başladı. Tek amaçları, Yasama, Yargı, Yürütme organlarını ben ne dersem o olur diyen anlayışa teslim etmek. 
15 Temmuz faşist-dinci kalkışmasını “Bu Allah’ın bize bir lütfudur” diye fırsata çeviren anlayışla hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı ilkeleri, etkisiz ve yetkisiz kılınmıştır. Başta Askeriye, Emniyet ve Eğitim olmak üzere diğer tüm kurum ve çalışanları yeniden yandaş anlayışla düzenlenmeye başlanmıştır.
Üretimi olmayan bir sanayi, iflasın eşiğindeki fabrikalar, insan ve işçi haklarından yoksun insanlarımız… Ekonomik gelişmeyi sadece rant sağlan müteahhitlere havale edip, rant için çevresel felaketlere davetiye çıkarılmakta olan uygulamalar. Ve tüm bu yaşananlar ile gelecekte yaşanacak olanları, önlenemez bir kader veya alınyazısı diye düşünebilecek yeni biat nesilleri yetiştirmeye hız verdiler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü ülkemiz hakkında bir rapor yayınlandı, bu raporda; avukatlarının yanında elleri kelepçeli müvekkillerine yapılan işkenceler ve bu havadan korkup sessiz kalan, görmemek için arkasını dönen avukatların çaresizliği anlatılıyor. Eğer, bir avukat bu duruma düşürülüyorsa; tüm olanları sessizce ve korkarak izlemekte olan büyük çoğunluğu oluşturan sıradan insanlarımız ne yapsın bu iklimde, varın siz düşünün…
Bitsin artık, daha kaç nesil heba olacak!
Bitsin artık, insanlarımıza kurulmasın tuzaklar!
Bitsin artık, içte ve dışta anaları ağlatan bu kirli savaşlar!
Bitsin artık, her gün eyyy!... diye başlayan korkutmalar, tehditler...

NOT:
Yarın, yurdumuzda Saltanatın sonlandırılması ile Cumhuriyet yönetimine geçişin 93. Yılı… Saltanat tutkunları; Cumhuriyet’in Demokrasi-Hukuk-Laiklik-Eşitlik-Özgürlük gibi temel değerlerine ve bu değerleri kazandıracak olan eğitim kurumlarına karşı savaş açmış durumdalar. Bu değerlere sahip çıkalım, onları yaşatalım…

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız