Uyumayacaksın /Memleketinin hali /Seni seslerle uyandıracak
Melih Cevdet Anday |
Bugün sizlerle konuşmak istediğim hemen herkesin
bildiği ve çokça konuştuğu bir konu olan 12 Eylül Anayasası… Şu an
parlamentoda dört parti var, dördü de seçim meydanlarında, seçim
bildirgelerinde, gazetelerinde ve TV kanallarında bu Anayasa’ya karşı
olduklarını söyler, yazar, çizerler. Fakat herhalde bu karşı duruşları samimi
değil ki, yıllardır herkesin istemediği(!) 12 Eylül Anayasasının özüne dokunamadılar.
Darbe ile ülke yönetimini ele geçiren faşist
generaller, hazırladıkları Anayasa’yı bundan 34 yıl önce 7 Kasım 1982’de halk
oylamasına sundular. Halkımız bu oylamaya büyük bir katılım sağlamış
ve aşağıda görüldüğü gibi çok büyük bir oranda da “evet” demişti.
1982 Türkiye anayasa değişikliği
referandumu
- Oy durumu Oy Sayısı Yüzde
- Evet diyenler 17.215.559 91.37
- Hayır diyenler 1.626.431 8.63
- Geçerli oy 18.841.990 99.8
- Geçersiz veya boş oy 43.498 0.2
- Toplam oy 18.885.488 100.00
- Seçmen katılımı 91.3
- Toplam Seçmen sayısı 20.690.914
Bu seçimde, meydanlarda ve ekranlarda sadece övgüde
bulunanlar konuşabilmiş, hiç kimseye eleştiri yapma ve karşı görüşünü
dillendirme fırsatı verilmemişti. Çünkü ülkemizde baskıcı faşist bir iklim
oluşmuştu.
Bir anımsatma: anne ve babalarımızın “hayır” oyu vermelerini
sağlamak için eşimle birlikte çok çaba harcamış, fakat başarılı olamamıştık. Çünkü
onlar, geleceğimiz(!) için “evet” diyeceklerdi. Oylama sonucu gösterdi
ki ülkemizin her yerinde bu, “Def’-i bela etmek” (beladan
kurtulmak) anlayışı etkili bir şekilde pek çok insanlarımızın ortak görüşü
olmuştu.
Sonuç olarak: köylü-kentli-işçi-memur herkese karşı olan bu
Anayasa, ne yazıktır ki, yine köylü-kentli-işçi-memur hemen herkesin “evet” demesiyle
büyük kabul görmüştü.
***
Yıllardan beri meclisteki tüm partiler, % 91.37 “evet” oyu almış olan bu Anayasa’ya karşı
olduklarını söylüyorlar.
Bu görüşleri de, bizim aşağıdaki çıkarımlarda bulunmamıza
neden olabilir:
- % 91.37 gibi çok yüksek oranda “evet” oy almanın çok kıymetli olmadığı,
- % 8.63 gibi küçük bir “hayır” oyunun ise çok kıymetli olduğu,
- Eğer ülkede bir korku iklimi varsa ve insanlara büyük acılar yaşatılmışsa, yapılan seçimler de alınan çok yüksek oyların çok da önemli olmadığı,
- Demek ki korku ikliminde, halkın görüşünü almak, hem doğru olmaz, hem de halkın yararına olmaz…
Ve şimdi de, yani 34 yıl
sonra, yüzde 52 oy aldım diye, yemin edilen anayasaya ve yüzde 48’e karşı fiili durum
yaratmış olan bir anlayış var. Bu anlayış, OHAL ortamında fiili durumuna
yasallık kazandırmak istiyor. Bundandır ki, büyük bir telaş ve hızla Yasama,
Yargı ve Yürütme’yi tek elde toplayıp, ülke tek adam rejimine götürülüyor.
Oysa eğer sağduyu egemen olsaydı, birileri başını
iki elinin arasına alır, düşünür ve şöyle derdi: “Bak!.. OHAL geçicidir, yüzde 91.37 “evet” oyu almış olan Anayasa’ya
bile şimdi herkes karşı. Demek ki, böyle bir iklimde, ne anayasa yapılır, ne de
seçim… Yahu biz ne yapıyoruz!…” Ama
gel gör ki, “inadım inat” devam ediyor...
***
Eğer demokrasi; katılımcılık, çoğulculuk,
özgürlükçü bir çokseslilikse, bu çoklukları ve farklılıkları bir arada tutup
barışı sağlayan çimento da laikliktir. Ne yazık ki bugün ülkemizde yok edilmek istenen
değerlerden biri de laiklik…
Çağdaş dünya ülkeleri, insanlarının hukuka uygun
ve güven içinde yaşamalarını isterler. Bunu sağlamak için de insanlarına; Yasama, Yargı, Yürütme organlarının birbirinden
bağımsız, fakat işbirliği içinde verdiği hizmetleri sunarlar. Son
yıllarda bu hizmetlere bir de sansür edilmeyen özgür Medyayı eklediler.
Tek’çi anlayışın etkin olmaya başladığı bizim
ülkemizde ise; politik çıkar ve ikbal peşinde koşanlar, yivsiz-setsiz bırakılan medyanın güzellemeleri eşliğinde, hamaset nutukları çekmeye başladı.
Tek amaçları, Yasama, Yargı, Yürütme organlarını ben ne dersem o olur diyen anlayışa teslim etmek.
15 Temmuz faşist-dinci kalkışmasını “Bu Allah’ın bize bir lütfudur” diye
fırsata çeviren anlayışla hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı ilkeleri, etkisiz
ve yetkisiz kılınmıştır. Başta Askeriye, Emniyet ve Eğitim olmak üzere diğer
tüm kurum ve çalışanları yeniden yandaş anlayışla düzenlenmeye başlanmıştır.
Üretimi olmayan bir sanayi, iflasın eşiğindeki
fabrikalar, insan ve işçi haklarından yoksun insanlarımız… Ekonomik gelişmeyi
sadece rant sağlan müteahhitlere havale edip, rant için çevresel felaketlere
davetiye çıkarılmakta olan uygulamalar. Ve tüm bu yaşananlar ile gelecekte
yaşanacak olanları, önlenemez bir kader veya alınyazısı diye
düşünebilecek yeni biat nesilleri yetiştirmeye hız verdiler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü ülkemiz hakkında bir rapor
yayınlandı, bu raporda; avukatlarının yanında elleri kelepçeli müvekkillerine
yapılan işkenceler ve bu havadan korkup sessiz kalan, görmemek için arkasını
dönen avukatların çaresizliği anlatılıyor. Eğer, bir avukat bu duruma
düşürülüyorsa; tüm olanları sessizce ve korkarak izlemekte olan büyük çoğunluğu
oluşturan sıradan insanlarımız ne yapsın bu iklimde, varın siz düşünün…
Bitsin artık, daha kaç nesil heba olacak!
Bitsin artık, insanlarımıza kurulmasın tuzaklar!
Bitsin artık, içte ve dışta anaları ağlatan bu
kirli savaşlar!
Bitsin artık, her gün eyyy!... diye başlayan
korkutmalar, tehditler...
NOT:
Yarın, yurdumuzda Saltanatın sonlandırılması ile Cumhuriyet yönetimine
geçişin 93. Yılı… Saltanat tutkunları; Cumhuriyet’in Demokrasi-Hukuk-Laiklik-Eşitlik-Özgürlük
gibi temel değerlerine ve bu değerleri kazandıracak olan eğitim kurumlarına karşı
savaş açmış durumdalar. Bu değerlere sahip çıkalım, onları yaşatalım…