Anayasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anayasa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Nisan 2024 Cumartesi

Hayat Bilgisi


Eğitimciler, her konuda az-çok bilgi sahibi olması gereken kişilerdir. Okullarda her konuda az-çok bilgiyi de: 'Hayat Bilgisi' dersi kazandırır.

‘Hayat Bilgisi’; okula yeni başlayan çocuklara, üç yıl süre ile verilen bir dersin adıdır.  

'Hayat Bilgisi', bazı lokantalarda: 'Aşçı Tabağı' adıyla servis edilen bir yemeğe benzer. O tabak içinde, her çeşitten 'biraz' olduğu için de müşterisi aç kalmaz derler... 

Hayat Bilgisi konuları, yaşamın sürekli döngüsü içindeki ‘herkes’ içindir. Önyargı ve inat üretmeden, güncel ve yenilikçi anlayışla kişiye özgünlük kazandırmak isteyen bir derstir. 

Hedefinde: okuyan-yazan, gözlem-deney yapıp düşünen, yeni bilgilerle tanışan, onları bilinenlerle kıyaslayan, konuşan, tartışan, üreten ve her gün yenilenen özgün insanlar vardır. 

Sanırım, 'Hayat Bilgisi' dersinin en sevdiğim ders oluşu bu yüzdendir.  

Çünkü, bu ders: 'hem öğrenci hem de öğretmen' olarak her olgudan bir çıkarım yapmayı ve yaşam boyu; gelişen, üreten, paylaşan, uzlaşan bir birey olmayı öğretir insana. 

Bilimlerin kalıcı olduğu, bilgilerin de kısa ömürlü, geçici olduğunu herkes kabul eder. Dünyadaki bu hızlı gelişim-dönüşüm-değişim; sosyal yaşamı, teknolojiyi, bilgi ve tüm alışkanlıkları eskitir, işlevsiz kılar ve zamanla yok eder. Bizler eskileri bırakıp, yenileri kullanırken, bilim insanları da hiç boş durmaz yeni buluşlarıyla insanlığa hizmet ederler. 

Eğer bir toplum veya insan kendisini, bu hızlı değişim-dönüşüme uygun olarak güncellenmezse, işte o zaman geriler ve yenik düşerler.

Gerilememek ve yenik düşmemek için toplumsal dayanışma artmalı, her birey yaşam boyu: 'hem öğrenci hem öğretmen olma' ilkesine uymalıdır. Çünkü bu ilke toplum ve bireyin dinamosudur, bundan aldıkları güçle farkı fark eder, uyum sağlar ve yenilenirler. 

* * *

Birkaç satır aşağıda bir konuşmadan alıntılanmış, duyulan, bilinen ve çok düşündüren dört satırlık bir alıntıyı paylaşacağım. Kaynaklarda bir netlik yok, fakat bu söz ya Hrant Dink'e ya da Rakel Dink'e aittir. 

İşte o alıntı:  

"Ben üç dil biliyorum:
Ermenice, Kürtçe ve Türkçe.
Benim içimde bu üç dil hiç kavga etmiyorlar,
Barış içinde yaşıyorlar!”


Bu kısa fakat anlamlı söylem, aslında bir toplumsal çığlıktır.

Ve bu çığlığın derinlerinde de ülkemiz halklarının pek çok acısı ile özlemi saklıdır.

Eğer söz sahibi konuşmasına biraz daha devam etmiş olsaydı, bence peşi sıra bizlere şu soruyu da soracaktı:

-Peki, bu barışık dillerimiz günlük hayatımızda neden/niçin kavgalı?!..
O diller ki, yılanı deliğinden çıkarır ve kalpten kalbe yol açarlar! 

Acaba bizim ellerde o diller neden yasaklı ve de niçin kavgalı?  

Bildiğiniz gibi ben öğretmenim hem de bir vatandaşım. Şimdiki görevim, bu yaşanmış gerçeği/bu tuhaflığı bir 'olgu' kabul etmek ve 'Hayat Bilgisi' bilgilerimle, bu olgu için neden-niçin sıralaması yapıp bazı çıkarımlarda bulunmaktır. Böylece bu toplumsal yaraya kendimce 'insani' bir çözüm bulup katkıda bulunmak, hem de bu ayıbı teşhir etmektir.  

Öğretmenim demiştim, fakat ben bir öğretmenin: "...şu kadar satır yaz / şu kadar sayfa oku-yaz-çöz / şunu yap, bunu çiz.." diye başlayan, sınırı ve amacı belirlenmemiş ödevlerini hiç sevmem! 

Hayat Bilgisi ödevlerine ise bayılırım! 

Sevgili okurlarım, eğer kızıp darılan olmazsa, size bir Hayat Bilgisi ödevi vermek istiyorum.  

Haydi birlikte bir Ödev Oyunu oynayalım!   

İşte ödevimizin konusu: 

"Ben üç dil biliyorum:
Ermenice, Kürtçe ve Türkçe.
Benim içimde bu üç dil hiç kavga etmiyorlar,
Barış içinde yaşıyorlar!”
 

Ödev Soruları:
1. Soru: Yukarıdaki sözlerin sahibi kişi ne demek istiyor?
2. Soru: O kişinin içindeki barışık diller, dışarıda niçin/neden kavgalı?

Ödevin Süresi ve Kuralları: Süre isteğinize bağlı ve sınırlaması yoktur. İsteyen bu konuyu anlatan bir yazı yazar. İsteyen bir kişi veya gruba sunum yapar. İsteyen görüşlerini bana yazılı bildirir. Ancak tüm çıkarım ve çözüm önerilerinizin özgün anlatımınızla yapılması zorunludur. 

Ödev için Kaynaklar:

Tüm tarih, sosyoloji, felsefe, psikoloji, psikiyatri, ve pedagoji kaynakları ile kaynak kişi sunumlarından yararlanmak serbesttir.

Ödev ile ilgili hatırlatmalar:

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre; 
*Madde 1: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar... 
Madde 2: Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir. 
*Anayasalarla o ülke vatandaşlarının hakları belirlenir. 
*Cumhuriyet öncesinde yurdumuzda Osmanlı İmparatorluğu egemendir. *Osmanlı 3 kıta, 7 denizin olduğu büyük coğrafyada 623 yıllık ömründe: yükselmiş, duraklamış, gerilemiş ve yıkılmıştır.
*Osmanlı İmparatorluğunda 1876'da Anayasa ilan edilir, 1878'de askıya alınır ve 1908 yeniden yürürlüğe girer. 
*Osmanlının, emperyalist güçlerce işgal edilen topraklarını kurtarmak için 'Kurtuluş Savaşı' başlamış ve daha devam ederken 1921 Anayasası kabul edilir. 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti kurulur. Daha sonraki yıllarda da 1924, 1962, 1982 Anayasaları kabul edilir... 

Kolaylıklar dilerim.  

27 Ocak 2017 Cuma

Niçin “HAYIR” Demeliyiz?

“Halk birleşmeye görsün, hiçbir güç yenemez...”
 (Şili direniş hareketinin simgesi olan şarkıdan…)

Anayasalar toplumun uzlaşı sözleşmeleridir. Bu uzlaşıda toplumu dengede tutan (sacayağı olan) değerler bulunur. Bunlar: 
  • Herkese eşitlik, özgürlük, düşüncelerini ifade etme gibi insan haklarını sağlayan Demokrasi...
  • Her kişinin inancına saygı duyulması, devletin tüm inançlara eşit uzaklıkta durmasını sağlayan Laiklik… 
  • Yasama, yürütme, yargıda; Kuvvetler Ayrılığı ve Hukukun üstünlüğü…
Gibi Cumhuriyet’in değer ve ilkeleridir.  

Yıllardan beri tüm partiler seçim bildirgelerinde, faşist darbe anayasasını değiştirme sözleri verip nutuklar söyledi, göstermelik toplantılar yaptılar… Olmadı beceremediler.

Son birkaç haftadır Millet Meclisi’nde gündem anayasa değişiklikleri oldu. Bu kez hangi ortak paydada anlaştıkları anlaşılmayan, iki(!) parti; vekillerin vicdan sesine engel olmak için gizli oylama kuralını hiçe sayıp, gözcüler eşliğinde açık oylamaya geçtiler. Mecliste yaşananları ve konuşulanları millet görmesin/duymasın diye de meclis TV'yi kapalı tuttular… Böylece uzlaşıdan uzak, demokrasiye tuzak bir düzenleme hazırladılar:

Ne yapmak istediler ve neyi başardılar... Acaba, Demokrasi/Laiklik/Kuvvetler Ayrılığı Hukukun Üstünlüğü özelliklerini mi güçlendirdiler

-Hayır!... Var olan; yarım ya da çeyrek parlamenter demokrasiyi bile insanlarımıza çok gördüler, günlerce uğraşıp, bir partinin başkanı ve bağımsız olmayan biri için Tek Adam Sistemini kurdular. 
 
***

Düşündükçe, okudukça, duydukça ve oynanan bu tiyatroyu (belki de piyes demek daha uygun) izledikçe insan sarsılıyor adeta…

Nasıl olur bir başbakan, bakanlar, yüzlerce  parlamenter kendilerine verilen görev ve hakları hak etmediklerini düşünür ve "yetkilerini tek adama devretme yarışı"na girerler?!..

Nasıl olur da görevlerini gereğince yapmak yerine, bu görevleri “tek adama” bırakmak için küfürleri, kavgaları, yaralayıp, yaralanmayı bile göze alırlar?

Nasıl?!...

Olsa olsa, bu kişilere bulundukları makamlar bahşedilmiş, yani hak etmeden aldıkları veya miras kaldığını düşünebilirsiniz. 

Bu durumun (halin) psikolojide tanısı: özgüven eksikliğidir. Bu duygu; “Ben yapamadım, beceremem, yetersizim, gereksizim … O yapsın. / Ben oynamayacağım O oynasın…” anlayışıdır. Her grupta, her takımda bazı kişilerin, zaman zaman bu duyguyu yaşaması, bu anlayış içinde olması yadırganmaz (aksine) bunun geçici olduğu düşünülerek, hoşgörüyle karşılanır ve o kişilere yardım edilir.

Ama bizim yaşadıklarımız farklı bir durum,  bizim grubun veya takımın hepsini sarmış bu duygu… Günümüzde güvenliği, eğitimi, ekonomisi zor durumda olan ülkemizi, sayıca güçlü fakat özgüvensiz olan bir iktidar OHAL ile  yönetiyor.

Parlamentoyu oluşturan vekilleri parti başkanları belirleyip, bizlere oylatarak seçtiriyor. Doğaldır ki o parlamenterlerin parmakları, seçici olan liderlerin işaretiyle, inip kalkıyor. Onlar ne isterse o oluyor, ne derlerse alkış alıyor...

Acaba erdemi hiçe sayıp, gizli olması gereken oyu, açıkta kullanma yarışı, telaşı  ve korkusu; FETÖCÜ  olmadığını kanıtlama, bir daha seçilmeyi garantileme ve tek adama bağlılık işareti mi?

Vekillerimiz eğer son haftalardaki bu canhıraş uğraşlarını; özgürlükçü ve demokratik bir anayasa için harcayıp, var olan çeyrek demokrasiyi geliştirselerdi o zaman yurdumuz da herkesin barış içinde yaşadığı bir yer haline gelebilirdi. 

Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, "Her türlü tedbirlerimizi alıyoruz, referandumda evet oyundan sonra bu terör örgütlerinin hiçbir sesi çıkmayacak hale gelirler.” Demiş. Eğer yaşasaydı liderleri Erbakan gülerek sorardı: 

Peki, 15 yıldır tüm yetkiler sizin elinizde iken ne yaptınız? …!!!

***

Yapılacak halkoylaması ile Demokrasi, Laiklik, Kuvvetler Ayrılığı ve Hukukun üstünlüğü'nün geleceği oylanıyor.  İşte bu nedenle çok çok çok önemli bir oylama…

Sonuç olarak; hepimizin selamlaştığı arkadaş ve komşularından bazıları AKP, bazıları MHP taraftarı olup evet diyecek değil mi? O halde şimdi hedefimizde onlar var.  Evlerine, işyerlerine konuk olsak çaylarını içip, onlara; daha daha fazla güç isteyen ve doymak bilmeyen bu obur iştahlı anlayışı teşhir edip oynanan piyesin yanlışlarını bıkmadan anlatsak...Ve bu hukuksuzluklara dur demek için de;

Rumca; Όχι, Ermenice; No, Lazca;Va, Çerkezce; Ha’u, Gürcüce; Ara, Kürtçe; Na, Türkçe; HAYIR! Deyip;



Her birimiz sadece bir "evetçi"yi HAYIR demek için ikna edersek bu iş tamamdır…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

28 Ekim 2016 Cuma

Korku İklimi

Uyumayacaksın /Memleketinin hali /Seni seslerle uyandıracak
Melih Cevdet Anday


Bugün sizlerle konuşmak istediğim hemen herkesin bildiği ve çokça konuştuğu bir konu olan 12 Eylül Anayasası… Şu an parlamentoda dört parti var, dördü de seçim meydanlarında, seçim bildirgelerinde, gazetelerinde ve TV kanallarında bu Anayasa’ya karşı olduklarını söyler, yazar, çizerler. Fakat herhalde bu karşı duruşları samimi değil ki, yıllardır herkesin istemediği(!) 12 Eylül Anayasasının özüne  dokunamadılar.
Darbe ile ülke yönetimini ele geçiren faşist generaller, hazırladıkları Anayasa’yı bundan 34 yıl önce 7 Kasım 1982’de halk oylamasına sundular. Halkımız bu oylamaya büyük bir katılım sağlamış ve aşağıda görüldüğü gibi çok büyük bir oranda da “evet” demişti.
1982 Türkiye anayasa değişikliği referandumu
  •    Oy durumu               Oy Sayısı          Yüzde
  •   Evet diyenler             17.215.559       91.37
  •  Hayır diyenler             1.626.431        8.63
  •    Geçerli oy                          18.841.990             99.8
  •    Geçersiz veya boş oy               43.498               0.2
  •   Toplam oy                          18.885.488             100.00
  •   Seçmen katılımı                              91.3
  •    Toplam Seçmen sayısı        20.690.914
Bu seçimde, meydanlarda ve ekranlarda sadece övgüde bulunanlar konuşabilmiş, hiç kimseye eleştiri yapma ve karşı görüşünü dillendirme fırsatı verilmemişti. Çünkü ülkemizde baskıcı faşist bir iklim oluşmuştu.
Bir anımsatma: anne ve babalarımızın “hayır” oyu vermelerini sağlamak için eşimle birlikte çok çaba harcamış, fakat başarılı olamamıştık. Çünkü onlar,  geleceğimiz(!) için “evet” diyeceklerdi. Oylama sonucu gösterdi ki ülkemizin her yerinde bu, “Def’-i bela etmek” (beladan kurtulmak) anlayışı etkili bir şekilde pek çok insanlarımızın ortak görüşü olmuştu.
Sonuç olarak: köylü-kentli-işçi-memur herkese karşı olan bu Anayasa, ne yazıktır ki, yine köylü-kentli-işçi-memur hemen herkesin “evet” demesiyle büyük kabul görmüştü.
***
Yıllardan beri meclisteki tüm partiler, % 91.37  “evet” oyu almış olan bu Anayasa’ya karşı olduklarını söylüyorlar.
Bu görüşleri de, bizim aşağıdaki çıkarımlarda bulunmamıza neden olabilir:
  • % 91.37 gibi çok yüksek oranda “evet” oy almanın çok kıymetli olmadığı, 
  • % 8.63 gibi küçük bir “hayır” oyunun ise çok kıymetli olduğu,
  • Eğer ülkede bir korku iklimi varsa ve insanlara büyük acılar yaşatılmışsa, yapılan seçimler de alınan çok yüksek oyların çok da önemli olmadığı,
  • Demek ki korku ikliminde, halkın görüşünü almak, hem doğru olmaz, hem de halkın yararına olmaz…
Ve şimdi de, yani 34 yıl sonra, yüzde 52 oy aldım diye, yemin edilen anayasaya ve yüzde 48’e karşı fiili durum yaratmış olan bir anlayış var. Bu anlayış, OHAL ortamında fiili durumuna yasallık kazandırmak istiyor. Bundandır ki, büyük bir telaş ve hızla Yasama, Yargı ve Yürütme’yi tek elde toplayıp, ülke tek adam rejimine götürülüyor.
Oysa eğer sağduyu egemen olsaydı, birileri başını iki elinin arasına alır, düşünür ve şöyle derdi: “Bak!.. OHAL geçicidir, yüzde 91.37 “evet” oyu almış olan Anayasa’ya bile şimdi herkes karşı. Demek ki, böyle bir iklimde, ne anayasa yapılır, ne de seçim… Yahu biz ne yapıyoruz!…Ama gel gör ki, “inadım inat” devam ediyor...
***
Eğer demokrasi; katılımcılık, çoğulculuk, özgürlükçü bir çokseslilikse, bu çoklukları ve farklılıkları bir arada tutup barışı sağlayan çimento da laikliktir. Ne yazık ki bugün ülkemizde yok edilmek istenen değerlerden biri de laiklik…
Çağdaş dünya ülkeleri, insanlarının hukuka uygun ve güven içinde yaşamalarını isterler. Bunu sağlamak için de insanlarına; Yasama, Yargı, Yürütme organlarının birbirinden bağımsız, fakat işbirliği içinde verdiği hizmetleri sunarlar. Son yıllarda bu hizmetlere bir de sansür edilmeyen özgür Medyayı eklediler.
Tek’çi anlayışın etkin olmaya başladığı bizim ülkemizde ise; politik çıkar ve ikbal peşinde koşanlar, yivsiz-setsiz bırakılan medyanın güzellemeleri eşliğinde, hamaset nutukları çekmeye başladı. Tek amaçları, Yasama, Yargı, Yürütme organlarını ben ne dersem o olur diyen anlayışa teslim etmek. 
15 Temmuz faşist-dinci kalkışmasını “Bu Allah’ın bize bir lütfudur” diye fırsata çeviren anlayışla hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı ilkeleri, etkisiz ve yetkisiz kılınmıştır. Başta Askeriye, Emniyet ve Eğitim olmak üzere diğer tüm kurum ve çalışanları yeniden yandaş anlayışla düzenlenmeye başlanmıştır.
Üretimi olmayan bir sanayi, iflasın eşiğindeki fabrikalar, insan ve işçi haklarından yoksun insanlarımız… Ekonomik gelişmeyi sadece rant sağlan müteahhitlere havale edip, rant için çevresel felaketlere davetiye çıkarılmakta olan uygulamalar. Ve tüm bu yaşananlar ile gelecekte yaşanacak olanları, önlenemez bir kader veya alınyazısı diye düşünebilecek yeni biat nesilleri yetiştirmeye hız verdiler.
İnsan Hakları İzleme Örgütü ülkemiz hakkında bir rapor yayınlandı, bu raporda; avukatlarının yanında elleri kelepçeli müvekkillerine yapılan işkenceler ve bu havadan korkup sessiz kalan, görmemek için arkasını dönen avukatların çaresizliği anlatılıyor. Eğer, bir avukat bu duruma düşürülüyorsa; tüm olanları sessizce ve korkarak izlemekte olan büyük çoğunluğu oluşturan sıradan insanlarımız ne yapsın bu iklimde, varın siz düşünün…
Bitsin artık, daha kaç nesil heba olacak!
Bitsin artık, insanlarımıza kurulmasın tuzaklar!
Bitsin artık, içte ve dışta anaları ağlatan bu kirli savaşlar!
Bitsin artık, her gün eyyy!... diye başlayan korkutmalar, tehditler...

NOT:
Yarın, yurdumuzda Saltanatın sonlandırılması ile Cumhuriyet yönetimine geçişin 93. Yılı… Saltanat tutkunları; Cumhuriyet’in Demokrasi-Hukuk-Laiklik-Eşitlik-Özgürlük gibi temel değerlerine ve bu değerleri kazandıracak olan eğitim kurumlarına karşı savaş açmış durumdalar. Bu değerlere sahip çıkalım, onları yaşatalım…

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız