kontrolsüz güç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kontrolsüz güç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2018 Cuma

Savaşlar kimin için?


Bilim insanları ulaşabildikleri en eski toplumsal verilere dayanarak, insan davranışlarını belirleyen duyguların öncelik sıralamasını: yeme, içme, cinsellik, barınma ve güvende olma… olarak yaparlar. İnsanoğluna bazen yaşamsal korkular da yaşatan bu duygular; paylaşmayı, bir arada yaşamayı, işbirliğini, dayanışmayı ve tapınmayı da sağlamıştır. Kim bilir, belki de eğer bu korkular olmasaydı; ne aileler, ne klanlar, ne dinler, ne de devletler olabilirdi.

Bu korkuları yaşayan insanlar kendilerini koruyacak bir güç aramış ve devletler kurulmuştur. Halkın kendi güvenliği için oluşturduğu bu güç, ne yazık ki zamanla o halkı ezen, insanlığa düşman kontrolsüz bir güç olmuştur. Çünkü bu güç, inanç alanındaki etkili kişi ve kurumları da denetimine alarak gücüne güç katmış ve bir azınlığın emrine girmiştir. Ve artık sadece onların çıkarlarını ve varlıklarını korur olmuştur.

Doymak bilmez (açgözlü-obez) emperyalist azınlık, her ülkede işbirlikçi ve çanak yalayıcı kompradorlar bulmakta, paylaşım savaşlarını da bu piyonlarının yardımıyla yaparlar. Devlet gücünü kullanarak; önce kendi ülke insanlarına, sonra diğer ülke insanlarına, tüm canlılar ve doğaya karşı yaptıkları acımasızca fiziki-psikolojik baskı ve yok etmeleri de kaçınılmaz bir kader sayarlar.

Tabii ki bu haksız savaşlarda büyük acılar yaşayan halklar da, haklı olarak, hakları için direnir, savaşır, büyük kayıplar verir, zaferler kazanırlar. 

Demek ki, savaşlarının başlıca görevi, öldürüp, yok etmektir.

O halde, insanlık tarihi boyunca büyük sömürü, acı ve kederlere neden olan bu acımasız savaşlar bitmeli... İnsanlığa demokrasi içinde, özgür ve insanca yaşayacağı bir barış ortamı sağlanmalı...

Bunun için de öncelikle her birey, yani herkes ayrımsız olarak; tüm ülkeleri, cinsleri, dilleri, inançları, renkleri, özetle tüm farklıkları saygın kabul etmeli. Ancak o zaman insanca, güven ve barış içinde bir dünya kurulabilir.

Peki, böyle bir dünyanın oluşması çok mu zor?

Eğer hiç çaba göstermezsek, evet çok zordur.

Fakat eğer herkes vicdan sesine uyar ve içinde  sürekli olarak; ben!.., ben!.. diye haykıran o vahşi “ben”i insanileştirmek için çaba harcarsa… Başkalarının da istekleri ve hakları olduğunu anlarsa… Hemen olmasa bile çok kolaylaşır başarmak.

Başlamak gerek!...

***

Bugünlerde Ivan İllich’in 1970'li yıllarda yazdığı o bilindik eseri “Okulsuz Toplum”u okuyorum. Ve bu eserden düşündürücü bulduğum birkaç satırı (konuya uygun olduğu için) paylaşmak istiyorum:

“Modern mermiler ve kimyasal silahlar o derce etkilidir ki, birkaç sent değerindeki bu nesneler, niyeti öldürmek olan müşterilere dağıtılmaktadır. Fakat bu dağıtım işinin maliyeti baş döndürücü bir şekilde yükselmektedir. Ölü bir Vietnamlı’nın maliyeti 1967 yılında 360.000 dolardan 1969 yılında 450.000 dolara yükselmiştir. Bir skala üzerindeki ekonominin ırk katliamına yaklaşımı, modern savaşı ekonomik olarak cazip hale getirecektir…”     
                (Okulsuz Toplum. Şule yayınları 34.baskı sayfa 72-73)

İşte o modern savaş sanayicileri, Vietnam’da olduğu gibi yine iş başındalar: Böyle bir ortam yaratınca da, ölüm aracı olan bu akıllı mermileri, füzeleri, tankları ve kimyasalları almak isteyen çokça ve çok istekli piyon müşteri buluyorlar. Hatta bu istekli müşterilerini önce birbirleriyle yarıştırıyor, sonra kendilerine yalvartıyor daha sonra da fahiş fiyatla satış yapıyorlar. Faturası yoksul halka ödetilen, amacı da özgürlüğü, medeniyeti, insaniyeti, yaşamı yok etmek olan silahlar, sorgulama bilmeyen sessiz çoğunlukça; çılgınca alkışlanır, kutsanır ve kabul görürler. 

Ve vicdanlarının sesini duymazdan gelen, çaresizce sırasını bekleyen sindirilmiş sessiz çoğunluğun gözleri önünde (kurdun kuzuyu yemek için uydurduğu bahanelerle), kullanılır. Kime mi? Tek suçları(!) kaynaklarını, özgürlüklerini ve özgünlüklerini korumak isteyenlere karşı. Hem de, bir gece ansızın yapılan saldırılarla, hilelerle tuzaklarla...

Eğer görmek, düşünmek, anlamak istersek bakmalıyız yakın çevremizde olan; Hastanelere, tımarhanelere, hapishanelere, yetimhanelere, viran olmuş hanelere, talan edilmiş madenlere, ormanlara, mezarlıklara, göçlere, yangınlara, işsiz güvencesiz gençlere, Taksim’de-Soma’da-Roboski’de annelere...   

Kimi; bebek-genç-kadın-yaşlı ölerek,/ kimi; evsiz-işsiz-yoksul kalarak,/ kimi; evini-toprağını-yurdunu terk ederek,/ kimi; yaralı-sakat-hasta.../ Gör; Neler yapıldığını, neler…/ Neler yaşandığını, neler…

Bunlar biranda aklımıza gelenler, lütfen siz selamlaştıklarınızla birlikte listeyi çoğaltınız. Sonra da bu toplumsal yaraların her birini, tek tek savaşlarla ilişkilendirin, düşünün, sorgulayın ve çıkarımda bulunun, bu çıkarımlarınızı da başka selamlaştıklarınızla paylaşıp çoğalınız.

Haa, sömürücü azınlığın piyonu olmuş ve öyle olmakta ısrarlı olanlara da, lütfen aşağıdaki ünlemle başlayan soruyu sormayı unutmayınız:

Ey!... Savaş sevicileri, ben savaşın binlerce zararlı sonucundan birkaçını yazdım/saydım. Şimdi de size soruyorum, acaba siz, barışın sadece bir tek zararlı sonucunu söyleyebilir misiniz?


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız


16 Aralık 2016 Cuma

Teröre karşın yine de (gene de) BARIŞ

Yurdumuzun farklı yerlerinde 2015 Haziran’dan bu yana, 17 bombalı saldırı yapıldı, bu saldırılarda 372 kişi yaşamını yitirirken, 1837 kişi de yaralandı. Beşiktaş Stadının yakınında patlatılan çifte bombalı saldırı da son katliam... Hem de “Dünya İnsan Hakları Günü”nde terör; hakların en önemlisi olan yaşama hakkını aldı 44 candan, 150 kişi de yaralı…

Terörü yapanlara, destekleyenlere ve ortam hazırlayanlara lanet olsun…

Tüm katliamlarda olduğu gibi bunda da ekran ve meydanlarda halkın karşısına çıkan, başbakan, hükümet sözcüsü, içişleri bakanı ve diğer tüm etkili yetkililer benzer şekilde; “bu eylemler onların son çırpınışları- sebep olanlara en ağır cezalar verilecek - sonuna kadar gidilecek…”  vb sözler söylediler. Özetle terörü savaş ile bitireceklerini belirtiler eski demeçler gibi… Sonuçta büyük acılarla yürekler yanıyor, ocaklar sönüyor, yine de terör bitmiyor, bitmiyor…

Haklı olarak böylesi günlerde acılı insanlar kendi yanlarında; acılarını hissedip paylaşacak, öfkelerini anlayacak ve destek olacak dost insanlar (bunlar yönetici ve politikacılar da olabilir) isterler. Yönetici ve politikacıların da bu acılıların yanında olması istenen bir insani bir durumdur. Haklı olarak duyguların şaha kalktığı, öfkelerin arttığı böylesi acılı günlerde; yönetici ve politikacılara düşen görev öfkeleri giderici, hukuk ve adaleti sağlayıcı önlemler almaktır. Başka bir anlatımla yönetici ve politikacıların esas görevi; böylesi olaylara neden olan iklimi değiştirmek, tekrarlamaması için çareler aramak, yasalar çıkarıp, uygulamak ve erkler (yasama-yargı-yürütme) arasında işbirliğini sağlamaktır. Böylece, yaşanan acılara ve kıyımlara neden olanları kolluk kuvvetleri arar, bulur, yakalar ve adalete teslim eder. Yargıçlar da onları yargılar hak ettikleri cezayı verir. Kuvvetler ayrılığı dedikleri şey de budur işte…

Kontrolsüz güç güç değildir

Gelin görün ki, tüm etkili yetkililerimiz terörü savaşla yok etmek fikrinde birleşmiş.  İçişleri Bakanı Soylu “Devletin kılıcı uzundur hesap soracağız. Bunu yapanlardan intikam alınacak” yetinmedi  “milletin canını yakanları yakacağız" dedi.

İntikam=Kan davası=Töre cinayeti= kabile, aşiret, cemaat anlayışı, yani insan haklarına dayanmayan hukukun olmadığı anlayış olarak tanımlanabilir. Basit bir örneklendirme yaparsak intikam çağrısı yapmak; öfkeyi yatıştırmak yerine büyütmek, şiddete, şiddetle karşılık verip ödeşmektir(!). Oysa eğer yargı, hukuka uygun olarak cezalandırırsa bu canileri, bu da intikam değil olması gerekendir.  
Devlet eğer ‘hukuk devleti’ ise, intikam ile hareket edemez, etmemeli.

Çünkü şiddeti, şiddetle bitirmeye çalışmanın sonu yine şiddettir.
Çünkü intikam almak, terörün yaptığı kıyımları, ölümleri bitirmez.
Çünkü terörü ancak demokratik bir ortamda, hukuk ve barış bitirir.
Çünkü barış; öfkeyi, kini, nefreti  bitirir ve "barış iklimi" fidanları; yeşertir, büyütür.
Çünkü insanı insan kılan yüce bir değerdir BARIŞ…

Taşıtlara lastik üreten bir firma reklamında: ”kontrolsüz güç güç değildir”  der. Çok anlam barındıran bu kısa cümle, günümüzde herkesin parolası ve rehberi olmalı.
Devletlerin gücü, hukuk ve adaletin dışına çıkılmamalı…
  
Sürekli gerginlik ve sürekli güvenlikçi anlayışa dayanan bir güç anlayışı; çağdaş devlete ait olamaz. Çağdaş devlet anlayışında temel güç; insanın temel haklarına dayanan hukukun gücüdür.

***

Nice çığlık içinde, bir babanın çığlığı

Herkes korku içinde, ölüm dolaşıyor her yerde, evde, okulda, sokakta, maçta, çarşıda, pazarda… Herkes suskun, herkes çaresiz böyle bir iklimde…

Nice çığlık içine karışmış bir babanın çığlığı vardı, siz de duydunuz mu?

19 yaşındaki tıp fakültesi öğrencisi Berkay Akbaş’ın babası Salim Akbaş idi bu çığlığın sahibi; “Terör sadece lanetlemeyle bitseydi. Yıllardır lanetliyoruz. Yarın çiçek bırakırlar. Başka bir şey yapmazlar. Ben istemiyorum oğlum şehit olsun. Oğlum katledildi.” dedi ve aslında bu altı kısa cümle; sadece tribünler oynayıp, nutuk çeken ve yıllardır bu sorunu çözmeyenlerden hesap soruyordu…

Belki şimdi şehitlik istemediği için bu acılı babayı ‘şucu, bucu’ diye yaftalayanlar olacaktır (olmamalı). Böylece Cumartesi Anneleri gibi acılarını ortaklaştıran, birbirine destek olan pek çok anne grubu arasına Salim Akbaş da bir baba olarak katıldı. Çocuğunu koruyamamış, yaşatamamış ve onun geri gelmeyeceğini bilen bir baba olarak; bari diğer çocuklar güvende yaşasın istiyor, şehitlik istemiyor.

Devletin görevi şehitler istemek, şehitliğe özendirmek değildir/olmamalı. Devlet de tıpkı anne-babalar gibi; çocukların/insanların kahpe tuzaklarla, kurşunlarla, bombalarla yok olmasını istemez/istememeli.  Sizce de insanların güven içinde yaşayıp, üretici, yaratıcı bireyler olmasını istemek daha mantıklı değil mi?

Zaten var olmanın en önemli amacı yaşamak değil mi, neden ölümü seçelim ki?

***

Dünya böylesi sorunları nasıl çözmüş

Şimdi bunları okuyup bana, öfke içinde soru soracaklar olduğunu hissediyorum. Hatta o kişilerin dişlerini sıkıp (vereceğim cevabı da beklemeden kızarak); “Peki, nasıl son bulacak bu terör?!..” diye sormak istediklerini de …

Bu soruya verilecek cevap çok basit, çünkü sadece bizim ülkemizin değil dünyanın pek çok ülkesinin de yaşadığı veya yaşamağa devam ettiği bir sorunudur terör.   Pek çok ülke bu sorunlara barış ile kalıcı çözüm bulmuşsa... Örnek mi istediniz? İşte, iç savaşlarını barış ile taçlandıran İngiltere ve İspanya…

Günümüzde de Kolombiya var. 26 Eylül 2016 günü Kolombiya’da; 52 yılda 220 bin kişinin ölümüne sebep olan kanlı iç savaşı durdurmak için taraflar anlaşmaya varmışlardı. Bu anlaşmayı halkın onayına sundular ve % 50.24 hayır oyuyla karşılaştılar. Devlet Başkanı Santos barış için kararlı duruşunu sürdürerek; “Vazgeçmeyeceğim, başkanlığımın son gününe kadar barış için uğraşacağım.” dedi ve insanların ölümüne neden olan iç savaşı engelledi. Başkan Santos’un halkoylaması sonucuna uymaması; belki onun politik kayıplarına neden olacaktır. Fakat barış olduğunda; kimse katledilmeyecek ve insanlar güven içinde olunca herkes kazanacak…

Yetmez mi?

İnsanların yaşamasını esas alan barış; oylarla yok edilmeyecek kadar değerli ve insanı insan kılan yüce bir değerdir.


Değerlerle oynanmalı. Değerler oylanmamalı… 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız