Hak-Hukuk-Adalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hak-Hukuk-Adalet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2021 Cuma

İnsan Hakları - AHİM ve Siyaset


Kısa aralıklarla iki dünya savaşı yaşamış ve çokça 
yarası, derdi bulunan dünyanın 51 ülkenin (şimdi 193) birlikteliğinde 1945 yılında "Birleşmiş Milletler" (BM) kurulur. 

BM'nin amacı; savaşların dünyada neden olduğu yaraları sarmak ve barış içinde yaşanacak bir iklim sağlamaktır. Yapılan görüşmeler sonunda; tüm insanlara, eşit hukuk ve sosyal haklar verilirse, dünyada bir barış iklimi oluşabileceği ortak görüşüne varılınca:  

10 Aralık 1948 günkü oturumda "İnsan Hakları Evrensel Bildirisi" kabul edilir. (Türkiye, bu bildirgeyi 6 Nisan 1949'da imzalamıştır.). 

İşte bu nedenle 1948 yılından beri 10 Aralık günü BM üyesi ülkelerce: "Dünya İnsan Hakları Günü" olarak süslü törenler ve nutuklar eşliğinde kutlanır.  

Bu bildirgenin 30 maddesi vardır ve özetle şunları kapsamaktadır:   

Madde 1: Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.  

Madde 2: Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.


Diğer 28 maddede de ise özetle:

Hiç kimsenin, kölelik, kulluk altında tutulamayacağı...

Herkesin, eşit-özgür-onurlu birey olarak: inanç, din, düşünme, anlatım, vicdan, savunma, güvenlik, özel yaşam, evlilik, aile, konut, mal-mülk, seyahat, çalışma, adil yargılanma, sığınma ... hakları olduğu... Ve herkesin yasa önünde eşit, eşitçe korunur, kimseye aşağılama, işkence uygulanamaz, hiç kimse keyfi olarak yakalanıp, tutuklanmaz ve sürgün edilemez. ... olduğu belirtilmektedir. 


Eğer bildirgedeki detaylara girmeden, sadece yukarıda açılımı verilen 1. ve 2. maddelerdeki kıstaslara bakarsak, bir ülkenin hangi ligde yer aldığını görmüş oluruz. Zaten, tüm uluslararası kıyaslamalar bu kıstaslara göre yapılmaktadır.


Bunlar, her insan için gerekli, vazgeçilmez, olmazsa olmaz haklardır. Fakat bir de "kazan kazan" çıkar ilişkilerinin insanlığa yaşattığı gerçekler vardır. Bu gerçekler bizi iki farklı yaşam biçimi ile karşılaştırır: 

  • İnsan haklarına uyulan ülkelerde: insanlar, daha saygın-özgür-mutlu... 
  • Özgürlüklerin baskılanıp yok sayıldığı ülkelerde: ise insanlar, daha özgüvensiz-çaresiz-mutsuz...  

***

47 Avrupa ülkesi 1950 yılında, "İnsan Hakları Evrensel Bildirisi" ilkelerini esas alarak, kendilerine özel: "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi" (AİHS) ve onun yargı sistemi olan "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi" (AİHM)'i oluştururlar. 


AHİM yargı sistemiyle, kendi ülkelerinde yaşadıkları sorunlar yüzünden mağdur olanların başvurularına hukuksal çözümler bulunarak gereği için ilgili devlete bildirilir.


İşte bu aşamada uluslararası mahkemenin vermiş olduğu hukuksal karara uymak, ya da uymamak ilgili devletin siyasi tercihi olmuş, yani hukukun üstünlüğü, siyasetin üstünlüğüne dönüşmüştür.


Ne yazıktır ki, belirleyici olan bu davranış; çoğunlukla insan haklarını değil, yani hukuku değil "çıkarları" esas almaktadır. Yani, insan hakları bir hukuksal konu olmaktan çıkıp, bir siyaset konusu olmaktadır.


AHİM Başkanı Robert Spano, kurumunun 2020 yılı çalışmalarını anlattığı toplantıda, ülkemizi çokça andı. İşte söylediklerinden bazı seçmeler: 

  • 2020’de Avrupa Konseyi üyesi 47 ülkeden, AİHM’e 41.700 başvuru olduğu... 
  • Başvuruların %75'inin: Rusya, Türkiye, Ukrayna ve Romanya'dan geldiği... 
  • Rusya Federasyonu: 13.650 vaka (%22,4) ile birinci, Türkiye'nin 11.750 vaka (%18,1) ile ikinci olduğu...
  • Türkiye aleyhine yapılan başvuruların, 2019'a göre %27 artış gösterdiği, 
  • Türkiye ile ilgili davaların en çok ifade özgürlüğü ile ilgili olduğu,  
  • Büyük Daire’ye yapılan başvuruların, 2019'a oranla yüzde 22 artarak 556'ya ulaştığı... 

Madem ki ülkemiz AHİM'de bu denli öne çıkmış, biz de içeriden birkaç örnek ekleyelim: 


2004 yılında; Anayasanın 90. madde 5. fıkrasına: ”Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” 


AHİM'in kararlarına uymak için 17 yıl önce yukarıdaki cümle ile anayasal bir söz veren iktidar; AHİM kararlarını, ülkemiz anayasasının hükümlerinden daha üstün saymıştır ve bugün halen iktidar...


Fakat ne yazıktır ki, tek kişiye dönmüş olan aynı iktidarın tek kişisi olan Erdoğan, iki gün önce AHİM kararları için: "Türkiye’nin Avrupa’nın Kavala ve Demirtaş ile ilgili kararlarını tanımadığını, kararların yok hükmünde" olduğunu söyledi. 


Sn. Erdoğan'ın bu sözleri; kendi iktidarının ne denli sözünde durmaz ve güvenilmez olduğunu yeniden hatırlatmış oldu.  


Böylece yurdumuzda; hak-hukuk-adalet büyük bir yara almış ve siyasete yenik düşmüştür. 


Biraz da kendilerini insan hakları, barış ve özgürlük savunucusu olarak gören ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinin tutumlarına bakalım: 


Irak ve Suriye paylaşım savaşı sonunda can-mal güvenliği kalmayınca, ülkelerini terk etmek zorunda kalan mültecilere insanca yaşayacak bir ortam sağlamak yerine onlar; bir tehdit unsuru, bir pazarlık kozu haline getirilmiştir. Tıpkı bir pokerci kurnazlığı ile çekilen "rest" görülmüyor ve bu kanlı arenada mülteciler bir al-ver pazarlık objesi olmuşlardır.


Suriye, Irak, İran, Türkiye'de Kürtlerin insan hakları da bazı devletlerin al-ver konusu olmuş, her devlet bu sorunu kendi politik-ekonomik çıkarları için kullanmış, kullanmaktadır.  


Türkiye'nin Suriye'de özellikle de Afrin halkına yaşattıkları ve sürmekte olan Türkleştirme eylemleri sessizce izlenmiştir.


Uğradıkları haksızlıkları AHİM'e taşımış binlerce insanımızın simgesi olan, Selahaddin Demirtaş ve Osman Kavala: "hakları gasp edilmiştir" kararları alıp, beraat ettikleri halde, halen hapishanelerde rehin tutmaktadır.


***

VE: 


Varsın, İnsan Hakları Mahkemesi, hak-hukuk-adalet için kararlar versin!


Eğer bu hukuki kararların uygulanması için son sözü siyasi temsilci olan: "Bakanlar Komitesi" söylüyorsa...


Eğer bugün ülkemizde yönetim, Anayasa ve uluslararası yasaları değil, sadece KHK ve buyrukları geçerli kılmışsa... 


Eğer halkın büyük çoğunluğu "bana ne!" deyip, vicdani bir tepki bile göstermeden susuyorsa...  


Eğer sözde uygar ülkelerin  "Bakanlar Komitesi" de insan haklarını çıkarları için riyakârca bir "al-ver" konusu yaparak, ganimet bölüşümünü gülücüklerle kutlayıp el sıkışıyorsa... 


Böylelikle savaşlar kutsanıp, ölümler, işkenceler ve hak ihlalleri unutuluyorsa...


Ne önemi var, neye yarar tüm bu kararlar!?.. 


Emin Toprak- DOSTÇA

Diğer yazılarım için tıklayınız

 
 

14 Temmuz 2017 Cuma

“Toplumsal dönüşüm” ve İmam-Hatipler


AKP iktidarı 15 yıldan beri yasalarla oynayarak; “amaç için her yol mubahtır” diyerek ve “İki ileri, bir geri” ikircikli uygulamalarıyla bir “toplumsal dönüşüm” yapmaya çalışıyor. 

İşte bu toplumsal dönüşümü sağlayacak olan İmam-Hatip Sistemi”nin örtük tutulan asıl amacı: Daha güvenli ve uzun süreli bir gelecek için, onların tornasından geçecek olan yeni bir nesil…

Bu amaçlarına ulaşmak için; Diyanet, Vakıflar ve Dernekler gölgesinde bir İmam-Hatip Eğitim Sistemi kurmak ve okullardaki mevcut Eğitim Sistemi ile Laiklik anlayışı kırıntılarının yok edilmesi de öncelikleriydi. Öyle de yaptılar:

   MEB’in kendi istatistikleri ile İmam-Hatipler (yorumu size kalmış):
Öğretim  Yılı
Okul Sayısı
Öğrenci Sayısı
Öğret. Sayısı
2003/04 Toplam
452
97.489
7.631
2016/17 Toplam
4.175
1.291.386
72.504
Artış Yüzdeliği
% 923.67
% 1.324,64
% 950,12
Not: Sadece yukarıdaki tabloda gösterilen okul ve öğrencilerle yetinmediler, anaokulundan üniversiteye tüm okulları İmam-Hatip Sistemi”ne uyarladılar

Ve diğer uygulamalardan birkaçı:

  • MEB Bakanından bile habersiz hazırlanan 4+4+4 sistemine geçilmesi. 
  • Liseleri “Anadolu Lisesi” yaparak, Anadolu Liselerini sıradanlaştırma.
  • İşgal edercesine en gözde okullara İmam-Hatip tabelaları asılması…  
  • OHAL’e sığınıp KHK ile kendileri gibi düşünmeyen eğitimcileri “öteki” ilan ettiler. Onların kazanılmış tüm haklarını yok sayarak meslekten attılar. Eşleri-çocukları-bakmakla mükellef oldukları ile birlikte açlığa/ölüme mahkûm ettiler. Ve açlık grevlerine kayıtsız kaldılar.
  • Kurumlarda kalan eğitimcilerin de yoğun olarak mesleki güvenlik ve gelecek sorunları yaşamalarına neden oldular. 
  • Öğretim ayrıntılarını (müfredatı), bilimsel temelden uzaklaştırıp, inanç sistemi üzerine oturmaya çalışmaları devam ediyor 
  •  

***

Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Mine SÖĞÜT, “Milli ve dini eğitim seferberliği” başlıklı yazısını: “Yeni nesle göz diken bu eğitim sistemi... Bu ülkede adaletsizlikten bile daha tehlikeli.” diye bitirmişti.
Bu alıntıyı, görkemli “Adalet Yürüyüşü” ve sonrasında milyonların taçlandırdığı “9 Temmuz Maltepe Mitingi” sloganları olan Hak-Hukuk-Adalet ile Eğitim Hakkı arasında hangisi daha önceliklidir kıyaslaması yapma taraflısı değilim. Kuşku yok ki hepsi öncelikli ve değerlidir.

Günümüzde pek çok kişinin “Hak-Hukuk-Adalet” konusunda sıkıntılar çekiği, büyük bedeller ödediği gerçeği var. Bu gerçekle yüzleşmek hak, hukuk, adalet istemek, insan olan herkesin vicdani bir görevi ve hakkıdır. Fakat konu eğitim olunca iş değişiyor, çünkü eğitime yapılan yatırımlar bugünden çok geleceğimizle ilgili. Eğer eğitim bu günkü anlayışla devam ederse…

Yani inanç sistemine dayalı bir eğitim düzeninde, her istek ve emre “evet” diyerek boyun eğecek kişilerden oluşmuş bir toplum yaratılırsa… İşte o zaman gelecek nesil için “Hak-Hukuk-Adalet” konusundaki tüm sıkıntılar; “bu olanlar benim kaderimdir” anlayışı ile kabul görecektir.

Çünkü bu düzende yetişen öğrenciler/kişiler; soru sormaz, yorum yapmaz, verilen görevi talimata uygun olarak harfiyen uygular. Tıpkı otomasyona geçmiş fabrika bandındaki emekçi ve “talimatnamesi” duvara asılı bir asker gibidirler. (Peki, siz, çocuk ve torunlarınızın bu anlayışla mı, yoksa soru soran, sorgulayan, yorum yapan, hakkını arayan, gerekirse hayır diyebilen birileri olarak mı yetişmesini istersiniz? Nasıl bir eğitimle yetişirlerse gelecekleri tehlikede veya güvende olur? İşte biz velilerin sorunu bu…) 

Şimdi de herkese iki Sorum var:

  1.   Böyle yetişen bireylerle bilimsel çalışma ve gelişmeler olur mu? 
  2.  Böyle bireylerin olduğu ülkenin yeri, çağdaş dünyanın neresinde?

İşte bu sorulara verilecek cevapların olumsuzluğudur yazımın asıl amacı. Ben hiç kimsenin dini eğitim almasına karşı değilim. Herkes inandığı doğrultuda din eğitimi alabilir, inanır, inanmaz bu her bireyin hakkıdır. Fakat bunun bir devlet politikası olması ve zorunlu kılınmasıdır korkunç olan. Eğer demokratik devletin dini olmaz diyorsak buna karşı durmalıyız.

İktidarın “toplumsal dönüşüm” sağlamak için yıllardır eğitim üzerinde oynadığı oyunlar, kurduğu tuzaklar bu tehlikenin habercisidir. Sn. Mine Söğüt’ün de “adaletsizlikten bile daha tehlikeli” gördüğü durum budur işte. 

Zaten, ana muhalefet ve diğer partiler; “yanlış anlaşılırız, dindarları küstürürüz” korkusu içinde oldukları için, topluma dayatılan İmam-Hatip Sistemi” hakkında “zinhar” konuşmuyor, toplumu aydınlatmıyorlar.  

Peki, STK’lar, Üniversiteler, Meslek Odaları, Veliler neden sinmiş ve sessizler? Neden görmüyor, ya da gördükleri halde bu gidişe duyarsız kalıyorlar?  

Neden geleceğimize bu denli duyarsız kalmışız acaba? 

***

Ne olacak bu memleketin hali?!…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız