Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi mezuniyet
töreninde konuşan bölüm birincisi Berrak Taş "İsteyerek, istemeyerek
öğrenci eğitimine yetişemeyen yetemeyen akademisyenlerimiz" diye
söze başlayıp;
"…6 yılın sonunda sesimizi duyurabilme
fırsatı bulmuşken koruyucu hekimliğin hiçe sayıldığı günümüzde
bizler kendimizi uzman olmak zorunda hissediyor ve zamanımızı TUS kitapları
arasında boğularak geçiriyoruz. Hekimlik sanatını en iyi şekilde
icra edebilmemiz için tabii ki sonda da takacağız, kan da alacağız, mide de
yıkayacağız. Ama hasta takip etmek yerine günlerimizi tıbbi
sekreterlik yaparak, arşiv düzenleyerek, hastalara onay formu imzalatarak,
doktor-hemşire- personel üçgeninde…" diye sürdürmüş.
Berrak Taş’ın konuşmasına cevap olarak Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Samih Diyarbakır ise: “Benim bir sitemim olacak. O
sözler arasında beni üzen bir iki cümle oldu. Bir kelimeyi öğretenin 40 yıl
hatırı olan bir dine mensup olan insanlar olarak öyle zannediyorum ki öğretim
üyelerimiz de hocalarımız da kendilerine bu diplomayı almalarında çok bilgiler
öğretmişlerdir. Bu açıdan inşallah fikirleri ileri de değişecektir" demiş.
(Kaynak DHA)
Görüldüğü gibi genç tıp doktoru mesleği ile ilgili
olarak okulda almış olduğu eğitimi masaya yatırıp, eğitim sistemine çok önemli
akademik eleştirilerde bulunmuş ve özele:
1. Koruyucu
hekimliğin önemsenmediğini,
2. Tüm mezunların kendilerini
uzman olmak zorunda hissettiğini,
3. Kendilerini
hizmet içinde geliştirip yetişmek yerine, zamanlarının çoğunu TUS
sınavlarına ayırmak zorunda kaldıklarını,
4. Hasta takip etmek
yerine, tıbbi sekreterlik, arşiv düzenlemek,… ile geçirdiklerini,
Belirtmiştir.
… bu ve benzeri sorunların tartışılacağı ve çözüm
arayışında bulunulacağı kurumlardan biri ve en önemlisi Üniversite’lerdir.
Ayrıca Berrak Taş’ın herkes tarafından kabul gören eleştirileri, ilgili diğer
kurumlar tarafından da ele alınıp, araştırmalar yapılması sonuçların dünya
çapında yapılanlarla kıyaslanması gerekir.
"İsteyerek,
istemeyerek öğrenci eğitimine yetişemeyen yetemeyen akademisyenlerimiz" diye söze başlayan sevgili genç doktorumuzun bu cümlesi, eğitim
sürecinde her an birlikte oldukları “Hocalara” yönelik eleştiri olduğu için çok
önemli bir durum tespitidir. Belki bu hitap şekli o anda hitap ettiği öğretim
üyeleri tarafından yadırganmış ve üzüntü yaratmış olabilir. Fakat ülke çapında
da şok tesiri yapmıştır. Bu söylemin oluşmasında katkısı bulunan tüm kurul ve
kuruluşların, sorunu masaya yatırarak çözüm arayışında bulunmaları
gerekir. Neden öğretim üyelerimiz öğrenci eğitimine yetemiyor ve
yetişemiyorlar? Bu konuda ne yapmalı, nasıl yapmalıyız?...
Genç doktorumuzun eleştirdiği öğretim üyeleri de
aynen kendileri gibi yetişmiş, TUS kazanıp, Hasta takip etmek
yerine, tıbbi sekreterlik, arşiv düzenlemek, hastalara onay formu imzalatmak,
doktor-hemşire- personel üçgeninden…, yetişmiş kişilerdir.
Savunma amaçlı olarak konuşan Rektör Yardımcısı
Prof. Dr. Samih Diyarbakır, bu önemli eleştiri konusunda kişisel veya kurumsal
bir özeleştiride bulunmamıştır. Ancak, 1350 yıl önce yaşamış olan Hz. Ali’nin
eğitimin ve eğitimcinin önemini belirtmek için söylendiği söylenen “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi
olurum” sözündeki ‘kölelik’ vurgusunu (sanırım)
kaldırmak amacıyla değiştirmiştir. “Bir acı
kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözünden esinlenerek sitemini şu
cümle ile belirtmiştir. Bir kelimeyi öğretenin 40 yıl hatırı olan bir dine
mensup olan insanlar olarak öyle zannediyorum ki öğretim üyelerimiz de
hocalarımız da kendilerine bu diplomayı almalarında çok bilgiler
öğretmişlerdir. Bu açıdan inşallah fikirleri ileride değişecektir"
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Samih Diyarbakır’ın bu
savunma anlayışının felsefesi, ülkenin sağlık ve eğitim sorunlarına tepeden nasıl
bakıldığının önemli bir göstergesi olarak algılanabilir mi? (bilemem). Ama
genç doktorun belirlediği sorunlara yetkili bir akademisyen nasıl cevap vermeli
(onu bilirim). Kuşku yok ki böyle soruna akademik ünvanlı birisi “ne
yapmalı, nasıl yapmalı?” yı esas alan akademik cevap vermelidir. Ama
sayın yetkili işin kolayına kaçıp akademik bir eleştiriyi duygusal boyuta
indirgemiş bu da yetmemiş düşüncesini dini motiflerle süslemeye çalışarak
savunma yapma gereği duymuştur.
40 yıl hatır bilmekle yetişecek doktorlar, TUS’u
kazanıp uzman olsalar bile; etkin ve yetkin olamaz, bilimsel makaleler yazamaz,
mucit olamaz, “hasta-doktor iletişimi” gibi çok önemli bir psikolojik boyuttan
yoksun, günde yüzlerce hastaya bakan(!), evine yorgun, ertesi güne yorgun ve gergin
başlayacak, belki köle olmayacak ama özgüven yoksunu olacaklardır.