26 Ağustos 2013 Pazartesi

SUS(URLUK)!..


Sembolü ayran olan beldede
birden bire oldu o kaza.
Karardı kabaran ayran Susurluk’ta,
anıldı kara kara.

Kara kara, bulutlarla çevrili ülkenin,
değişiverdi gündemi.
Karaları ağartmak için
Yandı söndü ışıkları milyonların,
Aydınlanmadı.

Oysa çıktı fotoğrafları çetenin,
Tek tek öbek öbek
Saçıldı ortaya belgeleri, düğünleri, infazları...
Susup kaldı, "fasa fiso" diyebildi sadece
Yandı söndü ışıkları milyonların,
Aydınlanmadı.

Dışı beyaz içi kara bir çanta,
kaybolmuş bu çanta,
içinde sırları, kara kara listelerle,
kaçırmış çantayı kapkara eller,
sırmış, devletin sırrı!!!
Devletin halkına karşı kara kara sırları olur mu?
Bagajda kara kara silahlar, mermiler,
savaş açmış halkıma kara kara,
Yandı söndü ışıkları milyonların,
Aydınlanmadı.

Ölen öldü,
Kalan belleğini yitirdi,
Kimse uyanmadı.
Yandı söndü ışıkları milyonların,
Aydınlanmadı.
Gün ola aydınlana…
30.09.2004


Emin Toprak- DOSTÇA

          Diğer yazılarım için tıklayınız 

19 Ağustos 2013 Pazartesi

GENÇ DOKTORLAR DERTLİ

Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi mezuniyet töreninde konuşan bölüm birincisi Berrak Taş "İsteyerek, istemeyerek öğrenci eğitimine yetişemeyen yetemeyen akademisyenlerimiz" diye söze başlayıp;
"…6 yılın sonunda sesimizi duyurabilme fırsatı bulmuşken koruyucu hekimliğin hiçe sayıldığı günümüzde bizler kendimizi uzman olmak zorunda hissediyor ve zamanımızı TUS kitapları arasında boğularak geçiriyoruz. Hekimlik sanatını en iyi şekilde icra edebilmemiz için tabii ki sonda da takacağız, kan da alacağız, mide de yıkayacağız. Ama hasta takip etmek yerine günlerimizi tıbbi sekreterlik yaparak, arşiv düzenleyerek, hastalara onay formu imzalatarak, doktor-hemşire- personel üçgeninde…" diye sürdürmüş.

Berrak Taş’ın konuşmasına cevap olarak Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Samih Diyarbakır ise: “Benim bir sitemim olacak. O sözler arasında beni üzen bir iki cümle oldu. Bir kelimeyi öğretenin 40 yıl hatırı olan bir dine mensup olan insanlar olarak öyle zannediyorum ki öğretim üyelerimiz de hocalarımız da kendilerine bu diplomayı almalarında çok bilgiler öğretmişlerdir. Bu açıdan inşallah fikirleri ileri de değişecektir" demiş. (Kaynak DHA)

Görüldüğü gibi genç tıp doktoru mesleği ile ilgili olarak okulda almış olduğu eğitimi masaya yatırıp, eğitim sistemine çok önemli akademik eleştirilerde bulunmuş ve özele:
1.     Koruyucu hekimliğin önemsenmediğini,
2.     Tüm mezunların kendilerini uzman olmak zorunda hissettiğini,
3.     Kendilerini hizmet içinde geliştirip yetişmek yerine,  zamanlarının çoğunu TUS sınavlarına ayırmak zorunda kaldıklarını,
4.     Hasta takip etmek yerine, tıbbi sekreterlik, arşiv düzenlemek,… ile geçirdiklerini,
Belirtmiştir.
… bu ve benzeri sorunların tartışılacağı ve çözüm arayışında bulunulacağı kurumlardan biri ve en önemlisi Üniversite’lerdir. Ayrıca Berrak Taş’ın herkes tarafından kabul gören eleştirileri, ilgili diğer kurumlar tarafından da ele alınıp, araştırmalar yapılması sonuçların dünya çapında yapılanlarla kıyaslanması gerekir.

"İsteyerek, istemeyerek öğrenci eğitimine yetişemeyen yetemeyen akademisyenlerimiz" diye söze başlayan sevgili genç doktorumuzun bu cümlesi, eğitim sürecinde her an birlikte oldukları “Hocalara” yönelik eleştiri olduğu için çok önemli bir durum tespitidir. Belki bu hitap şekli o anda hitap ettiği öğretim üyeleri tarafından yadırganmış ve üzüntü yaratmış olabilir. Fakat ülke çapında da şok tesiri yapmıştır. Bu söylemin oluşmasında katkısı bulunan tüm kurul ve kuruluşların, sorunu masaya yatırarak çözüm arayışında bulunmaları gerekir. Neden öğretim üyelerimiz öğrenci eğitimine yetemiyor ve yetişemiyorlar? Bu konuda ne yapmalı, nasıl yapmalıyız?...

Genç doktorumuzun eleştirdiği öğretim üyeleri de aynen kendileri gibi yetişmiş, TUS kazanıp, Hasta takip etmek yerine, tıbbi sekreterlik, arşiv düzenlemek, hastalara onay formu imzalatmak, doktor-hemşire- personel üçgeninden…, yetişmiş kişilerdir.

Savunma amaçlı olarak konuşan Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Samih Diyarbakır, bu önemli eleştiri konusunda kişisel veya kurumsal bir özeleştiride bulunmamıştır. Ancak, 1350 yıl önce yaşamış olan Hz. Ali’nin eğitimin ve eğitimcinin önemini belirtmek için söylendiği söylenen “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözündeki ‘kölelik’ vurgusunu (sanırım) kaldırmak amacıyla değiştirmiştir. “Bir acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır” sözünden esinlenerek sitemini şu cümle ile belirtmiştir. Bir kelimeyi öğretenin 40 yıl hatırı olan bir dine mensup olan insanlar olarak öyle zannediyorum ki öğretim üyelerimiz de hocalarımız da kendilerine bu diplomayı almalarında çok bilgiler öğretmişlerdir. Bu açıdan inşallah  fikirleri ileride değişecektir"

Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Samih Diyarbakır’ın bu savunma anlayışının felsefesi, ülkenin sağlık ve eğitim sorunlarına tepeden nasıl bakıldığının önemli bir göstergesi olarak algılanabilir mi? (bilemem).  Ama genç doktorun belirlediği sorunlara yetkili bir akademisyen nasıl cevap vermeli (onu bilirim). Kuşku yok ki böyle soruna akademik ünvanlı birisi “ne yapmalı, nasıl yapmalı?” yı esas alan akademik cevap vermelidir. Ama sayın yetkili işin kolayına kaçıp akademik bir eleştiriyi duygusal boyuta indirgemiş bu da yetmemiş düşüncesini dini motiflerle süslemeye çalışarak savunma yapma gereği duymuştur.

40 yıl hatır bilmekle yetişecek doktorlar, TUS’u kazanıp uzman olsalar bile; etkin ve yetkin olamaz, bilimsel makaleler yazamaz, mucit olamaz, “hasta-doktor iletişimi” gibi çok önemli bir psikolojik boyuttan yoksun, günde yüzlerce hastaya bakan(!), evine yorgun, ertesi güne yorgun ve gergin başlayacak, belki köle olmayacak ama özgüven yoksunu olacaklardır.


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız


DİL YARASI


Meslek grubumuzun sitesine, eğitim sorunlarımız hakkında bir e-mail yazmıştım. Kendisine  “grup aktivisti” adını taktığım arkadaşım da cevaben; “…emekli oldun diye yazı bile göndermiyorsun, çok mu yoruldun, e hadi yazını bekliyorum siteye…” diye çağrıda bulunmuş.

Peki dedim ve önce onun da yaşadığı bir ülke sorunumuzdan başlamak istedim yazıma.

Bu arkadaş benim ilkokula başladıktan sonra Türkçe öğrendiğimi öğrenince; kendisinin de öğretmenliğe başladıktan sonra uzun süre Kürt köylerinde öğretmen olarak çalıştığını belirterek empatide bulundu. Ve o insanların özelliklerini, güzelliklerini, sorunlarını anlatmaya başladı. Bir ara fırsat bulup “peki arkadaşım madem uzun yıllar o bölgede çalıştın gel seninle biraz Kürtçe sohbet edelim” dedim.

-Ama ben Kürtçe bilmiyorum ki!.. Dedi.

Sohbetimizin devamında arkadaşıma dedim ki, biliyorsun ülkemizde pek çok yabancı dil kursu var bu kursların tümü olmasa da bazıları 5-6 ayda kursiyerlerine; günlük yaşamda karşısındaki ile iletişim kurabilecek kadar yabancı dil bilgisi kazandırmaktadırlar.

Kapalı çarşıda ve tatil bölgelerinde turistlere hizmet sunan dükkân çalışanları ve seyyar satıcılar kısa sürede iletişim kurabilecek düzeyde yabancı dil öğrenebiliyorlar, turist rehberi bile oluyorlar.

Devlet dil okulunda bir yıl süreli eğitim alanlar emsallerinden farklı olarak “Dil Tazminatı” alabilecek duruma gelebiliyorlar. Hele hele 5-6 ay süre ile yurt dışına gidip yabancı dil kursu görenlerin ne duruma geldiklerini anlatmaya gerek bile yok…

Peki, sen yıllarca o köylülerle birlikte yaşadın, öğrencilerine Türkçe konuşmayı-yazmayı-okumayı öğrettin. Evlerine misafir oldun, onlar senin evine, okuluna geldiler. Neden öğrenemedin bu dili? İşin garibi 3-5 ay sonra öğrencilerin seninle Türkçe iletişim kurabilecekler duruma geldikleri halde, sen ertesi yıllarda okula yeni başlayan öğrencilerinle de iletişim kurmama sıkıntılarını çektin.

Önce kendimize ve mesleğimize tutalım aynayı, biz neden öğrencimizle iletişimimizi daha etkili düzeye getiremiyoruz? Ben 40 yıl çalıştıktan sonra emekli olan bir eğitimci olarak halen ilkokul öğretmenimle görüşüyorum. Ona saygıdan öte minnet duyguları besliyorum. Ama O, bana Türkçeyi öğretmek için ana dilim olan Kürtçeyi yasakladı, annemle iletişim kurmamı engelledi (yada öyle sandı), arkadaşlarıma takip ettirerek ispiyonculuğu öğretti onlara… Bunu da unutamıyorum.

Bu konuda suçlu kim, öğretmenler mi? 

-Hayır, ayrıca suçlu da aramıyorum. Benim aradığım, eğitimde; “önemsenmek” ve “kabul görmek” … İlkelerinin çok önemli olduğu ve uyulduğunda doğuracağı sonuçlardır. Sonuçlar hakkında ise aşağıdaki linki okuyun lütfen.

O halde sorunları çözecek olan iki önemli soruyu hatırlatalım:  

Ne yapmalı? 

Nasıl yapmalı? 

Sipariş yazımın sonuna üç nokta (…) bırakarak, Can Yücel ile noktalayalım.

Bilmelisin Ki….
Bilmelisin ki …
Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir.
Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz
Bilmelisin ki …
İki kişi münakaşa ediyorsa, bu birbirlerini
sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri
anlamına gelmez.
Bilmelisin ki …
Her problem kendi içinde bir fırsat saklar.
Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.
Bilmelisin ki …
sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar
sürüyor.
CAN YÜCEL

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

http://www.mufettisler.net/makaleler/konuk-yazar/1049-dil-yarasi.html  (Bu  bağlantı iptal  edildiği için ulaşılmıyor.)