Mukaddes Erdoğdu Çelik, pek çok
kitabın yazılmasına katkı sağladığı gibi sosyal medya ortamında da makaleler
yazan çok üretici bir yazar. Geçen hafta size M. E. Çelik’in üç biyografik
romanını okuduğumu ve bunlarla ilgili görüşlerimi yazacağımı söylemiştim.
İşte Türkiye sorunları ile dopdolu o
üç eser:
Bizim Çakır
Devrim Hamalı
Bu eser, aynı içerikle Ceylan
Yayınları tarafından 2000 yılında: Bizim Çakır… 2001 yılında
Devrim
Hamalı… 2006 yılında ise Bizim
Çakır Devrim Hamalı olarak okuyucu karşısına çıkmıştır.
İrfan Çelik (1950-1980) Bizim
Çakır Devrim Hamalı eserinin öznesidir. Eşi Mukaddes Erdoğdu Çelik onu şöyle
anlatır:
“Onunla mahkeme arkadaşı, kavga
yoldaşı ve nihayet hayat arkadaşı olarak toplam yedi yılı paylaştım…
Onu bir sıkıyönetim mahkemesi
salonunda tanıdım. 12 Mart darbesi ve balyoz hareketinin son halkasında,
1973’te…
Onu yine bir sıkıyönetim zindanında
yitirdim. 12 Eylül darbesinin üçüncü sabahında…”
İrfan Çelik Yozgat-Yerköy-Köycü köyünden yoksul
bir ailenin çocuğudur. Parasız yatılı sınavı kazanarak Tokat Öğretmen Okuluna gider. Okulda başarılı bir öğrenci olduğu için sadece seçili öğrencilerin yönlendirildiği: Ankara-İzmir-İstanbul’da bulunan Yüksek
Öğretmen Okullarından biri olan İstanbul'daki Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na gitme hakkı kazanır. Okulda öğrenci lideri olan İbrahim Kaypakkaya ile tanıştır. Bu
tanışma sonrasında Kaypakkaya, İrfan Çelik’i arkadaşlarına; “Bizim
Çakır” olarak tanıtır ve “Bu Çakır, çok iyi, gelişmeye açık, olumlu
özelliklere sahip.” Der.
İşte bu nedenle, Mukaddes Erdoğdu Çelik
de; mahkeme arkadaşı, kavga yoldaşı ve
hayat arkadaşı İrfan Çelik’ i
anlatan kitabına: ”Bizim Çakır Devrim Hamalı” adını verir.
Yazar bu otobiyografik kitabı yazarken;
sadece eşi İrfanı’ın kendisine anlattıklarına ve 7 yıllık beraberlik sonunda
edindiği gözlem, yorum ve çıkarımlarıyla yetinmez. Ayrıca uzun/yoğun uğraşlar vererek
İrfan Çelik’in pek çok akrabasına, mahalle, okul, sınıf ve dava arkadaşına, Filistin'de birlikte olduğu arkadaşlarına ulaşarak; onlara bazı bilgileri doğrulatır ve onlarını izinleri ile katkı
sağlayan bazı yeni bilgilere ulaşır. Bu yöntemi eğitimciler; 'yaparak, yaşayarak, araştırarak,
sorgulayarak, içselleştirerek öğrenme/üretme' olarak tanımlarlar. Ki, bu
yöntemle, en kalıcı öğrenme ve en verimli üretim sağlanır.
Bende iz bırakan bu güzel eseri bazen ıslak gözlerle, bazen de erken
sonlanan gülücüklerle, fakat hep saygı duyarak ve hayranlıkla okuyup bitirdim.
Eseri okumaya başladığım günlerde,
kitabın yazarı olan arkadaşım Mukaddes’e: “Sevgili arkadaşım; “Bizim Çakır” olarak
isimlendirdiğiniz ve büyük acının birikimi olan eserinizi hemen okumaya
başladım. Anlatımınız, “acıyı bal eyleyen” bir akıcılık ve güzellikte... Bu günlük bu kadarla yetinip gelecek günlerde konuşmak üzere..." diye yazmıştım.
Bu görüşlerimi sizin için de tekrarlayabilirim. O halde sanırım buraya üç nokta (...) koymak yerinde olur. Böylece eseri okuyacak olanlara, daha özgün değerlendirme, eleştirme ve katkıda bulunma fırsatı vermiş olurum.
Kutsiye Bozoklar
Kelepçeye İnat Hayat (1953-2009)
Kutsiye Bozoklar, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi öğrencisi ve henüz 20 yaşında Anamur'lu bir gençtir. 19 Mart 1973 günü, dört arkadaşı ile birlikte Şehremini'deki bir öğrenci evinde iken, ev polislerce kuşatılır. Çatışma sonunda; Feryal Sarıoğulları sağ, Ali Şenci ve Kutsiye Bozoklar yaralı olarak çıkarlar, Ahmet Muharrem Çiçek ise öldürülmüştür.
K. Bozoklar, yaralı haliyle işkenceli sorgulardan geçirilir ve tutuklanır. Gerekli tedavisi zamanında yapılmadığı için çok büyük acılar yaşar, adeta ölüp, ölüp dirilir ve sonunda da ömür boyu tekerlekli sandalyeye mahkûm olur.
K. Bozoklar sandalyeye mahkûm olduktan sonra dava arkadaşları olan yoldaşları onu hiç yalnız bırakmazlar. Mukaddes Erdoğdu Çelik de sık sık birlikte olduğu sırdaşlarından biridir. Kısıtlı olan Kutsiye ve yaşlı annesine yoldaşları, ev ve hastane ortamlarında; psikolojik destek, ekonomik yardım ve her türlü hizmetleri bir örgüt disiplini içinde aksatmadan yaparlar.
Bu anlayışla yapılan çalışmalar insana, dayanışmanın önemi ve gerekliliğini düşündürür ve insanı mutlu kılar. Belki bu kitabı okurken sizlerin de en çok etkileneceği bölüm, hiçbir çıkar gözetilmeden yoldaşça yapılan bu dayanışma anlayışı olacaktır.
Yazar, K. Bozoklar'ın hayatını anlatırken de sadece ortak yaşantı gözlem, yorum ve çıkarımlarına yer vermemiş, pek çok akraba, okul, sınıf, mahalle ve dava arkadaşları ve evde, hastanede hizmet edenlere ulaşarak, yeni bilgilere, anılara ve belgelere ulaşmıştır.
İşkenceler, hapislik, sandalyeye mahkûm olmak ve tüm yaşananlar, K. Bozoklar'ı hiç yıldırmamıştır. O, her ortamda inandıklarını dile getirir. Dergilere Işık Kutlu mahlasıyla yüzlerce makale yazar. Ülke gerçeklerini anlatan bu yazıları; betimlemelerle süsler, şiirsel bir akıcılık ve yalın bir dille sunar. Böylece yoldaşları olan işçi-emekçi ve öğrenci gençliğe ışık tutar, onlara coşku verir.
12 Eylül karanlığı içinde o, devrim için sürekli üretim yapan, çok sevilen birisidir. Sürekli kitap okur. Onun için yayınlanan her eserin alındığını; Onun da okuyup gerekli notları aldıktan sonra arkadaşlarıyla paylaşıp, tartıştığını daha sonra da kitabın kitaplık rafına konulduğu (kitaplarına çok düşkün olduğu için kimseye vermek istemediği...) belirtmektedir.
K. Bozoklar, kısa yaşamı süresinde, biri şiir olmak üzere 11 kitap yazmıştır. (Ceylan Yayınları)
Dünya devrim tarihinde, erkeklerle birlikte eline bazen silah, bazen kalem almış, eylemleri ve söylemleriyle mücadelelere katkı sağlamış pek çok kadın vardır. Fakat sonraki yıllarda nedense bu kadın kahramanların pek çoğu anılmaz ve unutulur. Ülkemizde de böyle kahramanlar çoktur. Bence Kutsiye Bozoklar da bunlardan birisidir.
Alim’e Yazıldı
Besile, Palu’da doğmuş okula
gidememiş, Diyarbakır’da büyümüş evlenmiş üç erkek çocuğu olan bir anne... Evinde
kendisi, üç erkek çocuğu ve kocası ile birlikte beş nüfus yaşarlarmış. O coğrafyada
sürekli çatışmalar ve ölümler vardır.
Gençler istediği okullara gidemiyor, işsiz, güvencesiz ve huzursuzdur. 90’ların o çatışmalı ve savaş ortamında büyüyen büyük oğulları Şivan, bir gün kendilerine haber
vermeden evini terk edip dağdaki gerillalara katılır.
Besile anne, çok üzülüp
oğlunun özlemini çekerken, bir yandan da dert ortağı, can yoldaşı ortanca oğlu Ali’nin
de bir gün kendilerini bırakıp gideceği endişesi ve korkusu içindedir.
Oğlu Ali'ye yalvarır, ondan kendilerini
bırakıp gitmeyeceğine dair sözler alır. Fakat abisinin gidişinden beş yıl sonra
Üniversite sınavına girmiş olan oğlu Ali de apansızın bir mektup bırakarak
evini terk eder ve abisinin yanına gider. Orada bir süre eğitim aldıktan sonra da
DAİŞ ile savaşmak için Kobane’ye gider.
İŞİD bombacısı katillerin, Suruç’ta toplanıp Kobane’ye gitmek isteyen
gençlerden 30 canımızı öldürdüğü günlerde, Rojava’da da İŞİD çetecileri ile çarpışan Besile Narin'in Alim dediği 21 yaşındaki oğlu Ali de öldürülür...
İşte böyle bir Türkiye gerçeği: “Alim’e Yazıldı” ...