30 Kasım 2015 Pazartesi

Acılar acıları gölgeliyor…

Öylesine hızlı gelişiyor değişiyor ki saatler, günler, haftalar, aylar, yıllar. Seni, için için kavuran acının üstüne ekleniveriyor yeni yeni acılar sancılar.

Daha dün olmuştu; yaşamak için "40-50 liralık kaçağa giden" 34 çocuk-gencin, ülkesinin savaş uçaklarınca parça parça edilmesi.

Daha dün olmuştu; Diyarbakır'da halkların kardeşliği ve barış çağrıları için toplananların bombalarla yok edilmesi.

Daha dün olmuştu; Kobani'nin annesiz babasız kalan bebelerine-çocuklarına, mama, giysi, oyuncak, şarkı-türküler götüren coşku dolu suçsuz günahsız gençlerin toplu kıyımı.

Daha dün olmuştu; Ankara'da barış, demokrasi, eşit-kardeşlik istemek için toplanan yüzbinlere bomba atıp yüzlerce genci-anneyi-babayı yok etmeleri.

Daha dün olmuştu; kudurmuşların, Paris'te haftanın yorgunluğunu sporla müzikle eğlence ile bitirmek isteyen yüzlerce suçsuz genci bombalarla yok etmeleri.

Daha dün olmuştu; tek suçu mesleği gereği yukarıda sıralananları ve benzeri konuları haber yapıp halka sunan gazetecileri, karanlığı seven aydınlıkta histeri krizine kapılan birilerinin "atın içeri bunları" demesi ile tutuklanmaları.

Amaaa dünnn! Biri ensesinden vuruldu dört ayaklı minarenin önünde;

O;  genç yaşına çok şeyler sığdırmış acıların çocuğu.

O; insan hakları tutkunu.

O; yargısız infaz edilen faili meçhul (!) köyü (börtü böcek insanıyla) yakılan.

O; yabancı değil kendi ülkesinin helikopterleri, uçaklarınca bombalanan.

O; Lice, Temizöz, Kuşkonar, Koçağılı, Hrant Dink, Roboski . davalarının takipçisi AİHM'e taşıyıcısı.
O; insanlara bok yediren ve katırları bile kurşuna dizenlere karşı duran.

O; karanlıkta kalmış kirli sayfaların araştırıcısı.

O; hep birlikte demokrasi ve barış içinde yaşayacağımız bir Türkiye sevdalısı.

İşte onu!.. İşte O, Tahir ELÇİ'yi vurdular tamda:"İnsanlığın bu ortak mekânında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun. Tarihimize değerlerimize sahip çıkalım" dediği anlarda. Hem de, her görüşü temsil eden "Dört Ayaklı Minare"nin önünde.

Belki onun ana dilinde böylesi acılarda söylenen "Gotin sar bû" (söz soğudu) diyenler olsa da. Eğer O yaşasaydı, bunu diyenlere "Na, na!.. Hina pir gotin hene." (Hayır, hayır!.. Daha diyecek çok çok söz var.) diyeceğini biliyorum.

Diyalektik döngüde gün dünü gölgeliyor, sallandıkça döndükçe, gün yüzüne çıkıyor insanların sancılar acıları.  İşte bu toplumsal bellek, asırlar sonrasında da lanetleyecek bu karanlıklar içindeki korkakları ve kutsayacak; hak, hukuk, özgürlük uğruna verilmiş savaşları-kahramanları.

Ama bilinsin ki, böylesi bir acı ile yok edilen bir kahramanımızın dediği gibi:

Hiçbir kutsal amaç,
hiçbir ideoloji,
hiçbir hak,
hiçbir öfke
hiçbir yetki
doğrulamaz öldürmeyi!
                    Onat KUTLAR

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

Bu yazı Radikal Blog’da:
http://blog.radikal.com.tr/politika/acilar-acilari-golgeliyor-118419



Öğretmenler günü demek için…

Öğretmen sadece ABC ve bilgi öğreten bir kaynak değil ki. Öğretmen eğitim sürecinde; öğretirken öğrenen biri, yani sürecin bir bireyi, bir çalışanı. Bu süreçte katılımcılara;  din-dil-ırk ayrımı yapmadan barış içinde birlikte yaşama, paylaşma, düşünme, sorgulama, yorumlama, çözüm arama gibi insan olmanın değerleri kazandırılır.
Uluslararası Çalışma  Örgütü (ILO) ile UNESCO işbirliğinde 21 Eylül - 5 Ekim 1966 tarihleri arsında (Türkiye'den de Osman Bener, Aysel Yüceışık ve Güngör Salman'ın da katıldığı) Paris'teki toplantıda "Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi" adlı bir belge kabul edilmiştir. Bu belgede, öğretmen adayının seçiminden öğretmen eğitimine, öğretmenin işlev ve sorumluluklarından mesleki yaşam koşullarına kadar pek çok konu ele alınmıştır.
Öğretmenlerin sadece eğitim alnında yani okul içinde değil, toplum içinde de yerine getirmesi gereken önemli işlev ve sorumlulukları vardır ortak görüşüne varılmış ve aşağıdaki ilkeler saptanmıştır:
  * Eğitim, insan kişiliğinin ve yeteneklerinin geliştirilmesine ve ayrıca temel özgürlüklere ve insan haklarına derin bir saygı aşılamayı amaçlamalıdır.
  * Eğitim'in, dünya barışına, tüm uluslar, din ya da ırk grupları arasında dostluğa hoşgörüye ve karşılıklı anlayışa yapabileceği katkıya büyük önem vermelidir.
  * Öğretmenlerin yetiştirilmesi ve istihdam, soy renk, cinsiyet, din, siyasal görüş, etnik köken, ekonomik durum gibi ayrımcılığın hiçbir biçimine yol açmamalıdır.
  * Öğretmenler sadece kendi mesleklerini yapacak şekilde ekonomik olanaklara sahip olmalıdır.
  * Öğretmen örgütlerinin, eğitimin ilerlemesi amacıyla eğitim politikalarının hazırlanmasına ve eğitim yönetimine demokratik katılımları sağlanmalıdır.
Öğretmenliğin toplum içindeki konumunu belirleyen bu ilkeler nedeniyle 1994 yılından beri, 5 Ekim tüm dünyada Dünya Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.
Ülkemizde ise 24 Kasım günü öğretmenler günü olarak kabul edilmiş ve kutlanmaktadır.  Amacım, 5 Ekim mi, yoksa 24 Kasım mı öğretmenler günü olmalı, tartışmasına girmek değildir. Asıl konumuz yukarıda özetlenen ilkelere göre öğretmenlerimizin şimdiki durumu...
İşte aynada gördüklerimizden bazıları:
   * İnsan kişiliğinin ve yeteneklerinin geliştirilip, temel özgürlüklere ve insan haklarına saygılı insanlar yetiştirme yerine; tornadan çıkmış benzerlikte, ortaçağ eğitim anlayışını uygun, soru sormayan, yorum yapmayan,  4+4+4 sistemi kurulmuş. Tüm okulları İmam Hatip felsefesine uyarlayan, insanlara; 'bizimkiler' ve 'ötekiler' anlayışıyla bakan yeni nesiller yetiştirme amaçlanmaktadır.
  * Öğretmen yetiştirme politikası iflas etmiş, öğretmen yetiştiren kurumlar kapatılmış, böylece öğretmen olmayı içselleştirmiş, düşünsel, fiziksel ve kişisel nitelikler taşıyan ve istenilen bilgilere ve beceriye sahip öğretmen yetiştirilmemiştir.  Öğretmenin yetiştirilmesi; üniversitelerin 300-500 kişilik dersliklerinde, öğrenciyi tanımayan, uygulamadan uzak, kuru bilgi ezberleten öğretim üyelerine bırakılmıştır. Bu okullardan mezun olan gençlere öğretmen olabilsin diye kısa süreli "Pedagojik Formasyon" dersleri verilmektedir. Böylece okulunu bitirip öğretmen olma hakkı kazanmış ama öğretmen olamamış yüzbinlerce genç, atama sırası için kuyruklar oluşturmuş ve ülke çapında çığlıklara neden olmuştur. Bu çığlıklara sağır kalmış yönetim, çözüm bulamaz ve sorunun içinden çıkamaz durumdadır...
  * Politik çıkar ve anlayışlar doğrultusunda okulun iklimi ve havası bozulmuş, kazanılmış hakları yok sayılan yönetici ve öğretmenler 'bizden' ve 'ötekiler' şeklinde parçalara ayırılmış. Ekonomik nedenlerin yaşamı zorlaştırması sonucu mesleğini ikinci plana atarak ek işler peşine düşürülmüş mutsuz bırakılmış öğretmenler...
  * Kendilerinden saymadıkları mesleki sendika ve dernekler yok sayılmış, onların eğitim politikalarının geliştirilmesine ve eğitim yönetimine demokratik katılımı engellenmiş, böylece meydan sarı sendika ve sarı derneklere bırakılmıştır.
  * Yöneticiliklerinin hemen hemen tümü "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" branşından olanlara verilmiş böylece diğer öğretmenlerin meslekte yükselme istekleri engellenmiştir.   
..
Öğretmenin elini öpmek, ona; şiirler okumak, övgülerde bulunmak, çiçekler vermek kısa süreli de olsa mutluluk verir ama kalıcı olmaz.

Öğretmenler, çocuklarıyla, öğrencileriyle, velileriyle, meslektaşlarıyla aynaya baktıklarında coşku içindeki mutlu-başarılı ülkeleriyle birlikte mutlu olurlar.

Tüm dünyada barış içinde hep birlikte mutlu olacağımız günlere...


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

Bu yazı Radikal Blog’da: 
http://blog.radikal.com.tr/egitim/ogretmenler-gunu-demek-icin-117956