Artık hangisi doğru onu bilmem, bildiğim bir şey varsa o da bu “iç konuşmaların” herkeste olduğudur. Hani insanoğlu bazen yaptığı yanlışları, haksızlıkları örtmek, kendini aklamak için bahaneler arar, maskeler takar ya…
Ama tüm bahaneler iç konuşmaları karşısında sonuçsuz kalır, yastığa koyunca başını artık kendinle baş başasın, tüm yanlış ve suçlarına ayna tutar vicdanın, ondan kaçış yok! Eğer ‘ego’ baskın çıkarsa yine, maskeleriyle güne başlar yeniden insanoğlu…
Cizre, Silopi, Nusaybin, Sur ve başka yerlerde uygulanan sokağa çıkma yasakları sonrasında, acılar, yıkımlar ve çokça ölümlerin olduğu günler yaşadık, yaşıyoruz… Ben de içimdeki kendime; “Acaba, bu mahalle ve kentlerin kuşatılıp, yakılıp, yıkılmasının arkasında da rantçıların bir hesabı var mı?” diye sormuştum.
Çok geçmedi Star gazetesi, tarihi dokusu ile birlikte yok edilen Sur’un enkaz olmuş görseli eşliğinde, “TOKİ GÖREVE” manşetini atmış ve alt başlık olarak da “TOKİ’NİN PROJELERİ HAZIR” (demek ki düşünülüp ve planlanmış)... Manşet için seçilen enkaz görselinin hemen altında ise, Başbakan’ın “Huzur sağlanana kadar operasyonlar durmayacak” sözleri var. İşte o sayfanın bağlantısı, lütfen görün, okuyun ve yorumlayınız:
http://gazetemansetleri.co/etiket/22-aralik-2015-sali-star-gazetesi-manseti/
Demek ki; bu operasyonlarla hiçbir canlı ve konutun kalmaması hedeflenmiş, huzuru da, ölümlerin ve acıların yaşandığı harabelerin üzerinde yükselecek olan TOKİ’nin rantiyeleri ile sağlamayı düşünüyorlarmış. Tuhaf bir görüş değil mi? Enkaz, işkence ve ölümlerin olduğu yerde hiç huzur olur mu?!
Oysa;
Yıkım ve ölümlerle savaşlar kazanılır veya kaybedilir.
Görüşüp, anlaştığınızda ölümler durur, huzur ve barış olur.
Sizce hangi yol huzur verici?
***
Yaşadıkça zaman geçer, yaş ilerler ve kendi kendinle konuşup kendini yargıladıkça yok olur bazı sivriliklerin, biter hep kendini odak görüp, hep kendine yontmaların… Artık kendini başkaları yerine koyup, ayna tutarsın onlara, (sence) haksız olsalar bile, onların da canları ve hakları olduğunu görür/anlarsın. İşte şimdi sen tam bir insansın.
Ama egosuna esir olmuş, vicdanı nasır tutmuş öyle kişiler var ki, öyle işler yaparlar ki, işte bunların hiçbirine, hoşgörü gösterip, hiç bir özrünü kabul edip, hiç bir durumunu haklı görüp aklayamazsın. Çünkü bunlar, insanlık suçu işlemiş insanlık ve çevre düşmanı anlayışa sahip kişilerdir. Siz unutsanız bile tarih unutmaz ve af etmez bunları. Tıpkı Hitler ve devamı faşistlerde olduğu gibi.
"Savaş İstemiyoruz! Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz! Girişimi" Hümanist Bürosunun hazırladığı raporu okudum. Okuduklarım kaç gündür sanki acı-ağrı-sancıdan oluşmuş bir yumru olup oturdu göğsüme…
Bu rapora göre: 26 Temmuz-30 Kasım 2015 arasında (dikkat! Listede Aralık’taki, Miray bebek ve nice çocuğun ölümleri yok), Diyarbakır, Şırnak, Ağrı, İstanbul, Mardin, Van, Ankara, Hakkâri ve Adana illerinde en küçüğü 35 günlük bebek, en büyüğü 18 yaşında olan en az 44 çocuk hayatını kaybetti. En az 52 çocuk da yaralandı. İşte ayrıntıları:
http://www.haberler.com/korkunc-tablo-44-cocuk-oldu-52-cocuk-yarali-7993747-haberi/
Bu korkunç tabloya hangi yürek dayanır, hangi vicdan buna duyarsız kalır. Bunlar çocuk, suçsuz ve günahsız çocuk!.. Yeter artık, yeter! Durdurun ölümleri!...Hiçbir canlı bu insanlık düşmanı egoların kurbanı olmamalı…
***
Birlikte ağlayıp birlikte güldüğümüz,
Birlikte aynı ekmek, aynı kitapları paylaştığımız,
Birlikte saz çalıp, okuyup, alkışladığımız,
Birlikte baskıya ve “faşizme karşı omuz omuza” eylemler, yürüyüşler, direnişler, afişlemeler yaptığımız,
Birlikte sabahlara kadar grev nöbeti tutuklarımız,
Birlikte ışık yakıp söndürerek, tencere tavalara vurup, ıslıkladığımız,
Birlikte ‘Gezi Parkı’nda ve tüm ülkede barış ve kardeşlik ateşi yaktığımız,
Bize yeni katılanlar gençlerimiz,
Dün bizimle olmayıp bugün bize hak verenlerimiz,
… Hâsılı aynı duyguları paylaştığımız derneğimiz, sendikamız, nice nice dostlarımız:
Hani “ne ırkı, ne dini, ne de dili” içindi, tarafı olmamız, ortak paydamız “insan” olmaktı.
Hani, taraflısı olduklarımız, hakları gasp edilmiş, emeği sömürülmüş ve ezilmiş, halklar ve insanlardı.
Hani, ortak amacımız ülkemiz ve dünyada: eşit, özgür, demokrasi ve barış içinde yaşamak...
Hani, tüm çabamız barış engellerini tanımak, tanıtmak onlara dur demekti.
Ve hani biz bu güzel amaçlara o kadar sevdalı, o kadar coşkulu ve o kadar çoktuk ki!..
İşte bakın, görün, taraflısı olduklarımız daha da çoğaldı. Peki, biz neden azaldık?
Oysa bugünlerde, egolar zirve yapmış (iktidar hırsı ve koltuk kapma uğruna); insan hakları, hayvan hakları, çevre hakları çiğneniyor, viraneye dönüyor evler, işyerleri mahalleler, kentler. Ülkenin bir tarafı yangın yeri, kuşatma altında, bebekler, çocuklar, kadınlar, gençler ölüyor, geleceğimiz ölüyor… Utanç verici, onur kırıcı, acı verici olaylar oluyor.
Asıl bu günlerde, kardeşlik, insanlık, barış için ele ele verip, haksızlığa, hukuksuzluğa, hırsızlığa, baskıya, ölüme dur deyip, acılının acısını görmemiz, anlamamız ve daha da çoğalmamız gerek.
Peki neden sayımız az sesimiz cılız?..
Eğer anne-baba isek, çocuklarımıza, öğretmen isek, öğrencilerimize, insan isek insanlarımıza, yani kendimize, vicdanımıza hesap vermek durumunda olduğumuzu unutmayalım.
Unutmayalım ki, bu ölümler yıkımlar oldukça, bu çığlıklar sürdükçe, bu suskunluğumuzu, hiçbir bahane haklı kılmaz, vicdanımıza ve tarihe karşı bizi aklamaz. Haklının yanında durmadığımız ve hakkını aramadığımız için, yastıklar diken olup uykusuz bırakacak, suçluluk duyup başı öne eğik olacağız…
Çiğdem Toker ne güzel özetlemiş: Vahşet, siz itiraz etmedikçe sıradanlaşır. İtiraz etmedikçe, zalimin safında görünürsünüz.
Niçin sormuyoruz, niçin susuyoruz, niçin?!
Neden hep birlikte, bu (ergen psikolojisi içindeki) savaşan taraflara:
Savaş İstemiyoruz! Çocukları Öldürmenizi İstemiyoruz!
Ölüm Değil Yaşam, Savaş Değil Barış İstiyoruz!
Yeter!… Yeter!… Yeter!…
Demiyor, diyemiyoruz neden?
Emin Toprak- DOSTÇA
Bu yazı Radikal Blog’da