21 Kasım 2013 Perşembe

Kızlı Erkekli Eğitim…

Her gün kamuoyunun sinir uçlarına basacak bir konu, bir alan buluyor ve dokunuyorlar. Daha Kızlı–Erkekli evler tartışmasının sıcaklığı bitmeden, bu kez de  Kızlı Erkekli Eğitim tartışmasını başlattılar.

20.11.2013 günü de; TBMM Başkanvekili (AK Parti Kayseri Milletvekili) Sadık Yakut, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve UNICEF’in işbirliğiyle TBMM’de düzenlenen 14’üncü Ulusal Çocuk Forumu’ndaki konuşmasında; "Maalesef şimdiye kadar kız ve erkek öğrencilere birlikte eğitim yaptırılmasını büyük bir yanlışlık olarak değerlendiriyorum. İnşallah bu yanlışlık önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek" dedi. İşte O konuşma:

Bu sözleri kime hitaben söylüyor?

“20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü”nde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve UNICEF işbirliğiyle düzenlenen 14. Ulusal Çocuk Forumu’nda Bakan Fatma Şahin ve 81 ilden gelen 1 (bir) kız ve 1 (bir) erkekten oluşan Kızlı-erkekli öğrenci grubuna… 
(Konuşma bitince de birlikte aşağıdaki fotoğraf çektiriyorlar.

Daha sonra gelen tepkiler üzerine de; “TBMM Başkanvekili olarak törende görüşlerimi dile getirdim. Bu partimin  görüşleri değildir.” Deyiverdi.

Bence bu, daha da büyük bir kabahat... Keşke TBMM Başkanvekili olarak değil de partisi adına konuşsaydı...  

Konuşma üzerine twitter'de tanımadığım “CK @cngzkync, “Yine bir deli kuyuya taş atmış...” diye yazmış ve buna karşılık olarak “Deniz Ülke Arıboğan da: Ama tam deli işi olmuş bu” diye yazmıştı.

Çok isterdim ‘kırk akıllı’, haydi yetmedi ‘elli akıllı’ çıkarılabilseydi bu taşı... Bu bir grubun bilinçaltının dışavurumudur, sadece bir kişi ve bir taş ile sınırlı değil ki… Taş ocağı oluşmuş adeta...

“İnşallah bu yanlışlık önümüzdeki dönem içinde düzeltilecek" yani karma eğitimi bitirecekler kız-kıza eğitim, erkek-erkeğe eğitim başlatacaklarmış. (Zaten bazı okul türlerinde uygulamaya başlamışlar.)

Niyet okuyucusu değilim, ama psikoloji bilimi bu söylemde bulunan kişiler için; bastırılmış duyguları nedeniyle, herkese kuşku ile bakan, mantıksız hayaller kuran, onları gerçekmiş gibi savunurlar… tanısında bulunur.

Peki, bu insanlar, bizim; kızlı-erkekli kurtuluş savaşı verdiğimizi, tarihimizde; Halide Edip, Nene Hatun, Satı Kadın… gibi nice anamız olduğunu bilmiyorlar mı?

Ya, Cılavuz, Savaştepe, Pulur, Hasanoğlan, Çifteler, Kızılçullu, Aksu, Beşikdüzü,... gibi 20 yıldızımız olan Köy Enstitüleri’nin (1939-1942 yıllarında açıldılar) Kızlı-Erkekli öğrencileri olarak inşaat işçiliğini yapıp, bahçesinde, tarlasında çalışarak, dünya klasiklerini okuyup, birer çağdaş öğretmen olarak yurdumuza ışık saçtıklarını da nasıl unutmuşlar? (Çok yazık, belki bu görüşte olanların anaları-babaları da bu değerli insanların öğrencisi olmuştur.)

İşte bu nedenle ben, hakaret ve nefret kokan: “kız ve erkek öğrencilere birlikte eğitim yaptırılmasını büyük bir yanlışlık…”sayan bu söylemi unutamıyorum, unutmamalıyız, söyletmemeliyiz… diyorum.

Yaşamımdan bir önek:
Yıl 1962, köyden ilk kez büyük kente gelmiş 12 yaşında ürkek bir öğrenciyim. Sınavını kazanarak geldiğim öğretmen okulu 6 yıllık “parasız yatılı” ve kentin 10 km dışında. Sadece erkek öğrenciler için yatılı, ama az sayıda da olsa öğretmen ve okul çalışanlarının kızları “gündüzlü” (yatılı olmayan öğrenci) olarak okuyor.
Uyum sorunlarımızı aşıp 2. Sınıfa geçtiğimiz yıl, alınan karar gereği okulumuz “karma eğitime” geçti. Artık köyden gelen kız öğrenciler de bizim gibi  “parasız yatılı” olmuşlardı. Ve okulumuz bir coşku yakalamıştı, artık hiç kimse giysilerini ütüsüz ve ayakkabılarını boyasız giymiyordu. Sosyal aktiviteler artmış. Okulumuzda adeta akademik ve sosyal bir yarış başlamıştı. Bu sayede daha özgüvenli olmuştuk, artık davranış ve konuşmalarımızda otokontrole başvuruyorduk.

Yazımızı düşünmesi gereken üç soru ile bitirelim:
  1. Kız ve erkek öğrencilerin birlikte eğitim yapmasında var olan büyük sorun nedir?
  2. "Kız kıza eğitim" yapan öğrencilerin karşılaşabileceği sorunlar nelerdir?
  3. "Erkek erkeğe eğitim" yapan öğrencilerin karşılaşabileceği sorunlar nelerdir?




             (Toplantı anısı olarak çekilen kızlı-erkekli fotoğraf)

                   
Bu yazı Milliyet Blog'da:
http://blog.milliyet.com.tr/kizli---erkekli-egitim-/Blog/?BlogNo=43737




                      Yazarın diğer yazıları için tıklayınız



17 Kasım 2013 Pazar

DERSHANELER BAHANE!...

Gündemimizde önemli bir yer tuttu dershane tartışmaları. Ben de bir eğitimcinin bu konuya kayıtsız kalamayacağı sonucuna vararak yazıyorum.

Nedir dershane? Basit bir şekilde:
“Dershane, 4 (dört) seçenek arasından ‘x’ sürede doğru cevabı bulabilmeyi öğreten bir kurumdur.” (dersek az çok doğru bir tanımlama yapmış sayılırız, bu da şimdilik bize yeter). Bu kurumların ana eğitim yöntemi, belleği güçlendirerek ezberletmek...

Dershanelerin işlevlerini sürdürtmek, reklam yapıp gelişmek için;
1.   Lokomotif olacak başarılı öğrenciler bulması, onlara “ücretsiz okuma” olanağı sağlaması,
2.   İletişim becerileri güçlü, alanını iyi bilen, isteklendirme (motivasyon) yapan, belleği zorlayan öğretmenler bulması,
3.   Hitap ettiği yaş grubuna uygun merkezi bir konum ve donanıma sahip olması,
… gerekir.

İşte bugün yurdumuzda, dershaneler bulmuş oldukları lokomotif öğrenci ve öğretmenler sayesinde muazzam bir rant alnı oluşturdular.

Sınırlı sayıda kapasitesi olan okul-üniversite-bölümlere girebilmek için “insanların en değerli varlıkları olan çocuklarla”, acımasız bir yarış başlattılar.

Ve bu yarışta gizli bir sömürü çarkı kuruldu. Bu sömürü çarkının itici gücü, başarılı olan öğrenciler kullanılarak yapılan reklamlardır. “O kazanmışsa benim çocuğum neden kazanmasın” ”benimkinin nesi eksik” “o çocuk X dershanesine gidiyormuş” “… sınav birincileri ‘X’ dershanesine gitmiş”…

Hedeflediği okul-üniversite-bölümlere giremeyecek çoğunluğu oluşturan öğrencilerden alınan ücretlerle kurumlar tatlı kârlar elde ediyor. Yani amacına ulaşamayacak öğrenciler sayesinde bu saadet zinciri oluşturuluyor. (Saadet zinciri kurma “X” dershanesinin politikası değildir. Bu sistemin uygulamasıyla ortaya çıkan sonuçtur.)

Kısaca formüle bağlayacak olursak, sınavı kazanamayan öğrencilerin parası ile saadet zinciri oluşmaktadır.

Dershane olgusunu, fen bilimlerinde gerekircilik (determinizm) dediğimiz neden-sonuç ilişkileri içinde ele aldığımızda; dağ fare doğurmuş veya eğitim sistemi dershaneleri doğurmuş diyebiliriz.

Şimdi, dershanelerin yaratıcısı olan sistem diyor ki “seni yok edeceğim!”
İşte gündem bu, işte kavga bundan çıkıyor. Sen önce besle büyüt sonra olmadı seni yok edeceğim diyeceksin, onlar da buyur, işte boynum mu diyecek?

Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin  “Dershanelerle ilgili çok ayrıntılı çalışmalar yaptık çalışmalar sonucunda dershanelerin eğitim sistemine verdiği hasar rahatsızlık eksiklik tespit edildi. Dershaneler milli eğitimin 12 yıl boyunca verdiği kazanımları bir kenara bırakıyorlar, çocukları test tekniğiyle cevapları verdiği bir kuruma çeviriyorlar. Milli eğitimin uyguladığı politikayı rahatsız eden sıkıntıya sokan bir eğitim kurumu halini aldı.  Öğrenciler dershane ve okul öğretmenlerini kıyaslamaya başlıyorlar.” (15 Kasım 2013 MEB Müsteşarı Yusuf Tekin, 24 TV'de…)

Sayın müsteşarım, “Dershaneler milli eğitimin 12 yıl boyunca verdiği kazanımları bir kenara bırakıyorlar, çocukları test tekniğiyle cevapları verdiği bir kuruma çeviriyorlar.”  Teşekkür ederim, tespitlerinize tümüyle katılıyorum.

Ancak tam da yeri ve zamanı geldi sorumu sormaya. 2003-2004 öğretim yılında İmam Hatip Liselerindeki toplam öğrenci sayısı 97.489 iken  2012-2013 öğretim yılında 475.238’ e çıkarak %469 oranında artmıştır.( http://blog.milliyet.com.tr/anadolu-liseleri-neden-kimsesiz-kaldi--ya-imam-hatipler-/Blog/?BlogNo=427950)

  • Bu kadar hızlı büyüyen okullarımızda soru-cevap ve ezberleme yöntemi dışında hangi eğitsel yöntem uygulanmaktadır?
  • Bu yöntemle yetişip “araştırmayan, incelemeyen, sorgulamayan…” gençlerimiz ve yetişkinlerimizle 10 yıllar sonra ne yapacağız?
  • Ülkemizin şimdi dershaneler nedeniyle karşılaştığı güçlüklerin 10’larca katıyla karşılaşınca ne yapacağız?  

 MEB dershanelere  sorunları çözmek için 3 seçenek sunmuş:
1.   Özel okula dönüş,
2.   2 yıllık Açık Lise ol.
3.   Burslu öğrenci desteği, arsa vb. kolaylıklar sağlama.
Gerçeklerimiz ise:
 “Özel okula dönüş” olursa; dershane şimdi 3000 lira istediği öğrencisinden 20.000 veya 30.000 Lira isteyecek, (Bakanlık burs desteği ile gönderdiği her öğrenci için 3.600 Lira verecekmiş).  Peki şu anda özel okulların birkaçı dışında büyük çoğunluğu kontenjanını dolduramıyorken, dönüşüm geçiren bu dershaneler öğrenciyi nereden bulacak?..

Hatırlarsınız bir reklamda; mağaza görevlisi aradığı takım elbiseyi bulamayan müşterisine, “bari bir gömlek verseydik” dercesine  “2 yıllık Açık Lise ol” önerisi de tıpkı “Özel okula dönüş” önerisi gibi, cinsiyetini değiştir anlamına gelen bir öneridir. Ben cinsiyetimden memnunum dedikten sonra iş bitmiştir. Bu işler demokrasilerde zorla olmaz, olursa da demokrasi olmaz.

Yukarıda yanlışlarına kısmen değindiğimiz dershaneleri savunmuyorum. Bu kurumları kendi arka bahçeleri yapmak isteyen kısmen de başarılı olanları da dillendirmedim, sınav sorularını çalıp dershanelerinde pazarlayanları anlatmadım….(Gazete arşivleri bu bilgilerle dolu). Hakkını yemeyelim, sadece kurallara uyan pek çok dershanemiz de var.
Mevcut yönetim iktidara gelmeden önce de Dershaneler Sorunu vardı. 11 yıldan beri iktidar olmalarına karşın bu sorunlar azalmadı artarak yayıldı. Kapatacağım dedikleri dershanelerin sayıları katlanarak çoğaldı.

Öyle ise, bizim de sorma hakkımız doğdu:
Dershaneler Sorunu için şimdiye kadar ne yaptınız, hangi önlemleri aldınız ki bu denli yaygınlaştırdınız?

Dershanelere duyulan ihtiyacı eğitim sisteminin yöntem ve felsefesi yaratmıştır. O halde bu kurumlara duyulan ihtiyacı, okullara yönlendirme ve sınav sistemini değiştirerek, ülke çapında fırsat eşitliğini sağlayarak, … Böylece veli ve öğrencilerin dershanelere ihtiyaç duymayacağı bir ortam yaratarak veya ekonomik sistem deyimi ile talebin yok edilesini sağlayarak çözebiliriz.  

Şimdi ise, tıpkı kurtla kuzu hikâyesinde olduğu gibi, Dağın tepesindeki kurt, aşağıdaki kuzuya “suyumu bulandırma!” deyişi ile bu sorun, çözülmez kör düğüm olur, merdiven altına iner.

Aslında dershaneler bahane bu bir bilek güreşi!..    

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız 

Aynı yazı Milliyet Blog'da:



10 Kasım 2013 Pazar

Sınıf Öğretmenleri


63 yaşındayım, 5 yıllık ilkokulu bitirdikten sonra 6 yıllık (yatılı) İlköğretmen Okulu, 3 yıllık Eğitim Enstitüsü ve +1 yıllık lisans tamamlama okudum. Bu yıllarda yüzlerce öğretmenim oldu. Her öğrenci gibi benim de zaman zaman kızdığım, haksızlığa uğradığımı sandığım, dünya görüşüm nedeniyle tartıştığım öğretmenlerim, müdürlerim oldu. Hatırladıklarımın hepsini saygı ile anıyorum. 

Hatırladıklarımı dedim, çünkü öğretmenlerimin bazılarını hatırlamıyorum. Bu hatırlamama durumu sanırım yaşımdan kaynaklı değil. Halen ilkokul öğretmenlerimi unutmadım. Yıllar sonra bir sınıf öğretmenimi aradım buldum ve şimdi ailece görüşüyoruz.

Hatırladığı anda insanda güzel duygular yaşatacak kadar derin iz bırakan öğretmenler, genellikle “İlkokul Öğretmeni” veya “Sınıf Öğretmeni” dediğimiz kişilerdir.  

Yaşadığım zaman ve ailemin ekonomik koşulları gereği benim için “en iyisi” olan “Parasız Yatılı” sınavını kazanarak ilkokul beşinci sınıftan sonra yani 11 yaşımda, her gün “öğretmen olacağım” diye diye öğretmen oldum. Sırasıyla, İlkokul Öğretmeni, Eğitim Uzman Yardımcısı (Rehber Öğretmen) ve Eğitim Müfettişi olarak hemen hemen tüm eğitim kurumlarında çalıştım. Bu süreci noktalamış biri olarak bana, “mesleki doyum” a vardığın kurum hangisidir? Diye sorarsanız, hiç duraksamadan İlkokul ve Sınıf Öğretmenliği derim. Sınıf öğretmenliğini hakkıyla yapan bir kişinin de yaşamın her alanında başarılı olacağı inancındayım.

Belki, biliyor, duymuş veya okumuşsunuzdur. 4+4+4 nedeniyle 29.103 Sınıf Öğretmeni  “Norm Kadro Fazlası” olmuş.

Ne demek “Norm Kadro Fazlası”?
-MEB emrinde çalışan 29.103 sınıf öğretmenine sınıf bulunmuyor demek.
MEB’de her zaman öğretmen açığı olurdu, nasıl olmuş bu iş?
-Eğitime yeniden format atan “4+4+4”, (bence açılımı ) “İmam Hatiplere Küçük Yaşta Öğrenci Alabilmek” olan sistem yüzünden. Çünkü bu “4+4+4” sistemi 5. Sınıfı yok etti.

Peki, bunun eğitsel bir nedeni var mı?
-Yazıma uzun giriş yapmamın nedeni de bu işte!
  • Sınıf öğretmeni; öğrenci velisi ile ve yakın çevresi ile en etkin bir şekilde iletişim ve işbirliği sağlayandır.
  • Sınıf öğretmeni; 7-11 yaş öğrencilerinin psiko-sosyal gelişiminde çok önemli bir rol sahibidir. Onların yaşamlarında olumlu iz bırakan ve kişilik oluşumuna katkı sağlayandır.
  • Sınıf öğretmeni; Öğrencilerini 7 yaşından beri her yönüyle tanımaya çalışan, 11 yaşında da ergenlik öncesi veya ergenlik çağı sorunlarına rehberlik yapmaya çalışandır.
  • Sınıf öğretmeninden alarak (5. sınıfı, ortaokul 1. sınıf yaparak), “sorun yumağı” olan öğrenciyi 12 değişik kişilik olan branş (dal) öğretmenlerine teslim etmekte hangi yararları gördünüz?
  • Peki, siz politikacılar, hangi pedagojik esaslara uyarak zamanın Milli Eğitim Bakanına bile haber vermeden acele ile  “4+4+4” sistemini getirerek sınıf öğretmeninin 5. Sınıfı okutmasına engel oldunuz?
  •  
İşte bu nedenlerle, eğitim sendikaları, öğretmenler, veliler, öğrenciler ve tüm duyarlı vatandaşlarca MEB’ e sorması gereken iki basit soru;
1. Neden sınıf öğretmenleri “norm kadro fazlası” oldu? 
2. Neden “8+4” veya “5+3+4” değil de “4+4+4” sistemi?
(“Eğitim Bilim ve Psikoloji Kuralları” içinde cevap verilmesi koşulumuzdur.) 

Emin Toprak- DOSTÇA

          Diğer yazılarım için tıklayınız 

Aynı yazı Milliyet Blog'da: