Anneannemin dört kızından 24 torunu vardı
ama o, bu torunlardan en çok Mahmut ile Aslıhan Bektaşoğlu'nu severdi. Ve bildiğim kadarıyla diğer torunların
hiçbiri bu sevgiyi kıskanmazdı, çünkü onlara sahip çıkacak hem anneleri, hem de
babaları vardı. Fakat Mahmut ile Aslıhan'ın...?
Mahmut ile Aslıhan'ın Anneleri
henüz 12 yaşında bir çocukken evlendirilmişti amcasının oğluyla... Bu evlilikle
kurulan yuva iki ergenin uyuşmazlığına ancak sekiz yıl dayanabilmiş. Ve 20
yaşındaki anne; amcasının evinden iki çocuğunu alıp, babasının
evine sığınmıştı. Ve Mahmut 8, Aslıhan ise 4 yaşında henüz.
Biyolojik anne ve
babaları bir süre sonra evlenip kendilerine yeni birer yuva kurarlar.
Mahmut ile Aslıhan ise kısa bir zaman sonra dedeleri(miz) "Ali Çavuş" ölünce, artık anneanneleri(miz)in çocukları olmuşlardı. İşte bu koruyucu melek
birkaç yıl sonra onları Kiğı-Zeynelli köyünden yola çıkarıp uzak diyarlara,
Üsküdar-Sultantepe'ye götürerek daha güzel bir yaşam hayal etmişti... Mahmut'un Paşakapısı Ortaokulu 2. sınıfı, Aslıhan'ın ise
Sultantepe İlkokulu 2. sınıfını bitirdikleri yıl anneanneleri(miz) felç nedeniyle bakıma ve korunmaya ihtiyaç duyduğu için onlarla birlikte köyümüz Zeynelli'ye
dönmüştü...
Başka eş bulup yeniden evlenmiş olan biyolojik anne
ve babalarının artık dörder-beşer çocukları vardı. Fakat ergen yaşlarında
hem kimsesiz, hem de eğitimleri yarım kalmışıtı Mahmut ile Aslıhan'ın...
Yıllar geçti iki kardeşin her biri, sanki savruldular başka yerlere... Mahmut askerliğini yaptıktan sonra Tarsus'ta
bulunan annesinin yanına gidip onların işyerinde çalıştı, bir süre sonra da,
öğretmen olan Tuncay hanımla evlenip Tarsus'a yerleşti. Aslıhan ise Kıbrıs'ta
evlendi… İkisinin de birbirini göremeyen çocuk ve torunları oldu.
Mahmut farklı düşünen, çok okuyan bilge
biri idi. Hatta onu anlatmak için 2 Aralık 2016'da: "Mahmut, Stephen
Hawking’e karşı çıkıyor!" başlıklı bir de yazı yazmıştım.
Mahmut Tarsus’ta, ben
İstanbul'da, sık sık telefonla sohbet ederdik. Bu görüşmelerde bazen
sağlıkla ilgili şikâyetlerini sıralayıp; "Eğer şimdi doktora gidersem antibiyotikler ve
ağrıkesiciler verip vücutta başka hasarlara neden olacaklar..."
deyip doktora gitmemek için kendince bahaneler bulur, ben ise doktora gitmesini önerirdim...
Bir-iki ay sonra ağrılar
dayanılmaz olunca, doktora gitmiş ve hemen ameliyat olmuştu. Öğrenip ziyarete gitmek istediğimde ise ısrarlı 'gelme' diyordu. Ben yine de 19 Nisan günü Adana'ya gidip hastane
odasında gördüm onu...
Çocukluğumuzu, ortak anneanne ve "Ali Çavuş"
dedemizi, eğitim sistemimizi konuştuk uzun uzun. Akşama doğru (çok koşturup, çok yorulan
kızı) Gaye ile birlikte O'nu taburcu edip eve götürdük... Sonra birlikte olmanın
verdiği sevinç ve hastalığın yaşattığı üzüntü içinde İstanbul’a döndüm.
Yakalandığı
illet çok hızlı yayılıp, bağışıklık sistemini çökerttiği için her telefon
konuşmamız bir öncekine göre daha kısa süreli oluyordu. Takati ve konuşma
istekliliği kalmamıştı artık.
Mezunu olduğum okulun Erdemli
‘de 18-21 Mayıs'ta buluşması vardı. Okul buluşması sonrasındaki 2 günü de
Adana'yı gezmek, Mahmut'u, Tuncay hanımı, Gaye'yi, sevgili torunları Ada ve
Deniz'i görmek için ayırmıştım. Ama olmadı... O "yoğun bakım"da
olduğu için artık gözlerini açamıyor ve konuşamıyordu, Gaye'de haklı
olarak bu halde görmemi istemedi.
İstanbul'a saat 24'te
varabildim ve O da saat 04 sıralarında sonsuzluğa...
O (diyalektik)
anlatımıyla: “Dünyamızın yüzeyi belki binlerce, belki yüzbinlerce kez
depremlerle, tufanlarla, yangınlarla altüst olmuş, canlıları yok olmuştur.
Fakat her defasında yenilenerek, belki biraz şekil değiştirerek yeniden,
yeniden var olmuşlar. Belki 1000 yıl sonra da böyle bir süreç yaşanabilir, fakat
yaşam, başka canlılar veya başka türlerle devam edecek ve yaşam hep olacak… ” demişti. Öyle de oldu:
O sonsuzluğa
gitti... Sevgili anneannesine kavuştu.
Güle güle sevgili arkadaşım Mahmut, can dostum, bilge adam ışıklar içinde uyu…