26 Mayıs 2017 Cuma

Mahmut aramızdan ayrıldı



Anneannemin dört kızından 24 torunu vardı ama o, bu torunlardan en çok Mahmut ile Aslıhan Bektaşoğlu'nu severdi. Ve bildiğim kadarıyla diğer torunların hiçbiri bu sevgiyi kıskanmazdı, çünkü onlara sahip çıkacak hem anneleri, hem de babaları vardı. Fakat Mahmut ile Aslıhan'ın...?

Mahmut ile Aslıhan'ın Anneleri henüz 12 yaşında bir çocukken evlendirilmişti amcasının oğluyla... Bu evlilikle kurulan yuva iki ergenin uyuşmazlığına ancak sekiz yıl dayanabilmiş. Ve 20 yaşındaki  anne; amcasının evinden  iki çocuğunu alıp, babasının evine sığınmıştı. Ve Mahmut 8, Aslıhan ise 4 yaşında henüz.

Biyolojik anne ve babaları  bir süre sonra evlenip kendilerine yeni birer yuva kurarlar. Mahmut ile Aslıhan ise kısa bir zaman sonra dedeleri(miz) "Ali Çavuş" ölünce, artık anneanneleri(miz)in çocukları olmuşlardı. İşte bu koruyucu melek birkaç yıl sonra onları Kiğı-Zeynelli köyünden yola çıkarıp uzak diyarlara, Üsküdar-Sultantepe'ye götürerek daha güzel bir yaşam hayal etmişti... Mahmut'un Paşakapısı Ortaokulu 2. sınıfı, Aslıhan'ın ise Sultantepe İlkokulu 2. sınıfını bitirdikleri yıl anneanneleri(miz)  felç nedeniyle bakıma ve korunmaya ihtiyaç duyduğu için onlarla birlikte köyümüz Zeynelli'ye dönmüştü...

Başka eş bulup yeniden evlenmiş olan biyolojik anne ve babalarının artık dörder-beşer çocukları vardı. Fakat ergen yaşlarında hem kimsesiz, hem de eğitimleri yarım kalmışıtı Mahmut ile Aslıhan'ın...

Yıllar geçti iki kardeşin her biri, sanki savruldular başka yerlere... Mahmut askerliğini yaptıktan sonra Tarsus'ta bulunan annesinin yanına gidip onların işyerinde çalıştı, bir süre sonra da, öğretmen olan Tuncay hanımla evlenip Tarsus'a yerleşti. Aslıhan ise Kıbrıs'ta evlendi… İkisinin de birbirini göremeyen çocuk ve torunları oldu. 

Mahmut farklı düşünen, çok okuyan bilge biri idi. Hatta onu anlatmak için 2 Aralık 2016'da: "Mahmut, Stephen Hawking’e karşı çıkıyor!" başlıklı bir de yazı yazmıştım. 

Mahmut Tarsus’ta, ben İstanbul'da, sık sık telefonla sohbet ederdik. Bu görüşmelerde bazen sağlıkla ilgili şikâyetlerini sıralayıp; "Eğer şimdi doktora gidersem antibiyotikler ve ağrıkesiciler verip vücutta başka hasarlara neden olacaklar..."  deyip doktora gitmemek için kendince bahaneler bulur, ben ise doktora gitmesini önerirdim...  

Bir-iki ay sonra ağrılar dayanılmaz olunca, doktora gitmiş ve hemen ameliyat olmuştu.  Öğrenip ziyarete gitmek istediğimde ise ısrarlı 'gelme' diyordu. Ben yine de 19 Nisan günü Adana'ya gidip hastane odasında gördüm onu... 

Çocukluğumuzu, ortak anneanne ve "Ali Çavuş" dedemizi, eğitim sistemimizi konuştuk uzun uzun. Akşama doğru (çok koşturup, çok yorulan kızı) Gaye ile birlikte O'nu taburcu edip eve götürdük... Sonra birlikte olmanın verdiği sevinç ve hastalığın yaşattığı üzüntü içinde İstanbul’a döndüm. 

Yakalandığı illet çok hızlı yayılıp, bağışıklık sistemini çökerttiği için her telefon konuşmamız bir öncekine göre daha kısa süreli oluyordu. Takati ve konuşma istekliliği kalmamıştı artık. 

Mezunu olduğum okulun Erdemli ‘de 18-21 Mayıs'ta buluşması vardı. Okul buluşması sonrasındaki 2 günü de Adana'yı gezmek, Mahmut'u, Tuncay hanımı, Gaye'yi, sevgili torunları Ada ve Deniz'i  görmek için ayırmıştım. Ama olmadı... O "yoğun bakım"da olduğu için  artık gözlerini açamıyor ve konuşamıyordu, Gaye'de haklı olarak bu halde görmemi istemedi. 

İstanbul'a saat 24'te varabildim  ve O da saat 04 sıralarında sonsuzluğa... 

O (diyalektik) anlatımıyla: “Dünyamızın yüzeyi belki binlerce, belki yüzbinlerce kez depremlerle, tufanlarla, yangınlarla altüst olmuş, canlıları yok olmuştur. Fakat her defasında yenilenerek, belki biraz şekil değiştirerek yeniden, yeniden var olmuşlar. Belki 1000 yıl sonra da böyle bir süreç yaşanabilir, fakat yaşam, başka canlılar veya başka türlerle devam edecek ve yaşam hep olacak… ” demişti. Öyle de oldu:

O sonsuzluğa gitti... Sevgili anneannesine kavuştu. 

Güle güle sevgili arkadaşım Mahmut, can dostum, bilge adam ışıklar içinde uyu…


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

12 Mayıs 2017 Cuma

Şimdi ne yapmalı, nasıl yapmalı?

(Yaşamın ve çözümlerin kaynağı olan tüm annelere saygı ile…)

AKP + MHP + OHAL + KHK + Devlet olanakları ve YSK’nın kendi yasasını yok sayan kararına rağmen, hayır diyen heterojen grubun oy yüzdesi 48,59’un altına düşürülemedi. 

Aslında ucun ucun alınan hileli ve şaibeli evet sonucu; onların içlerine korku saldı, uykularını kaçırdı. Ama “yağmasan da gürle” misali, Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyen fırsatçılar yetiniverdiler bu şaibeli sonuçla...

Peki, biz bu hileli ve şaibeli sonuçla yetinmeli miydik?  Bugünlerde tartışma konusu olan da bu…

Önümüzde iki yol vardı: ya her demokratik ortamda, hakkı gasp edilen halkımızla bir olup hakkımızı arayacak, ya da susacaktık.

Asıl beklenen ve istenen, bu grubun en büyük paydaşı olan CHP’nin diğer bileşenlerle uzlaşıp hak arama sürecini yönetmesiydi. 

Ama olmadı… 
CHP halkın gasp edilen haklarını aramak yerine, ürkek ve korku içinde yakınıp, bakındı... Birileri gasp edilen halkın oylarına sahip çıkalım deyince de, hemen başladı ego savaşları... Bu iç çekişmeleri demokrasi ile çözümek yerine, baskı ve "kapının dışına atmak"ta bulacaklar çareyi. Dileyelim ki düzelsin bu durum.

 ***


Dik duruş ve direnişle kazalınan %48,59’lik hayır oyları” çok değerlidir. 2015 seçimi de, bu seçim gibi bir korku ikliminde yapılmıştı. Bunun için de çokça benzerlikleri olan bu iki seçim sonucunu birlikte ele almak gerekir. Şöyle ki:

2015 seçiminde AKP karşıtı CHP yüzde 25,31 ve HDP yüzde 10,76 oy almıştı.  Eğer bu oranın yüzde 48,59 olan Hayır oyları”na da yansıdığını varsayarsak:
  • CHP’nin (%48,59’lik hayır oy oranı içinde), yüzde 52,08,
  •  HDP’nin (%48,59’lik hayır oy oranı içinde)  yüzde 22,14,
  •  MHP muhalifleri + Saadet Partisi + diğer parti/görüşlerin ise  (%48,59’lik hayır oy oranı içinde) yüzde 25,78,
Pay sahibi olduklarını söyleyebiliriz.

%48,59’lik hayır" oylarına sahibi olanların ortak noktası: parlamenter demokrasi istemek yani tek adamcılığa karşı olmaktır. Fakat farklı demokrasi anlayışları ve bazı önemli uzlaşmazlıkları var bu grubun: Kimi dinini, kimi dilini, kimi ırkını, kimi dünya görüşünü, kimi kültürünü öne çıkarmak istiyor. Özetle her grup önce ben diyor...

Peki, bu haliyle sağlıksız bir grup mu?

Hayır hayır, zaten sosyoloji bilimi toplumları; farklılıkların bütünü olarak tanımlamıyor mu?  Önemli olan tüm farklılıkların karşılıklı olarak saygı ile kabul görmesi ve barış içinde bir arada yaşaması... O halde toplumda bir farkındalık eğitimine ihtiyaç var.

Farkındalık yaratmak
Duygudaşlık kurarak ulaşılacak çokça insan, ders alınacak  pek çok yaşanmışlık, belge ve bilgi var elimizde. Eğer bunların yardımıyla farkındalık sağlanırsa; ortak noktalar çoğalır, kutuplaşan toplum uzlaşıya varır. İşte vicdanları yoran birkaç ortak noktamız:

6,5 Milyon İşsiz, KHK Mağdurları, Cumartesi Anneleri, Maden ocağı kazaları(!), Roboski katliamı, Kadına/çocuğa şiddet/taciz, Doğayı tahrip eden HES’ler, Gizlenen 17/25 Aralık,  Cezaya dönüşmüş tutuklamalar, Ülkenin yok edilen itibarı, Barış yerine savaş çığlıkları, Sürekli kılınan OHAL, İdam isteme tutkusu, YSK hukuksuzluğuna seyirci kalan yargı... Evinde uyurken panzerin ezdiği iki çocuk, KHK ile işine son verilen iki eğitimcinin ölüme yaklaşan direnişleri (64. gününde).

Bu listeye daha yüzlerce ek yapılabiliriz, ama sadece son ikisini...:



 
Görüp düşündükçe, duyduğunuz burukluk, üzüntü ve utancı; eğer toplumun büyük çoğunluğu duymuyor veya duyunca sessiz/tepkisiz kalıyorsa, burada çok büyük bir "insanlık sorunu" var demektir. Aynı toplum içinde yaşayıp birbirinin sevinç ve acılarına duyarsız kalmak gibi.... 

Bu insanlık sorununu da, ancak (örgün ve yaygın) eğitim ile çözebiliriz. Örgün eğitim kurumları, düşünemeyen, sorgulamayan İmam-Hatip anlayışına teslim edildiği için, bizler de okullu çocuklarımızla birlikte STK'lardan yaygın eğitim almalıyız..

Her grup öncelikle: demokratik yollarla, YSK tarafından gasp edilen hakkın geri alınması için, her alanda protestoda bulunulmalı ve hem içeride, hem de dışarıda hukuki yollardan bu şaibeli sonucun iptali sağlanmalıdır. 

Uzlaşı için birinci adım: Her grubun; insan hakları ve demokrasiyi içselleştirmesi, uzlaşıya engel kırmızıçizgilerine bakması, hep kendini önceleyen, başkasının haklarını tanımayan, egoist tekçi anlayış ve önyargıları ile yüzleşmesi, dünyanın sadece kendileri için olmadığı, başka değerler, başka değerliler ve başka saygınların da olduğu farkındalığını sağlaması, kısaca demokrasi eğitimi alması gereklidir.

Uzlaşı için ikinci adım: Eğer birinci adım tüm gruplarda başarıyla uygulanmışsa, yani her birey iyi bir demokrasi eğitimi almış, duygudaş olabilmişse, artık işler oldukça kolay demektir. Çünkü artık; egolar törpülenmiş, "insan haklarına sahip insanlar" ortak paydasında buluşulmuş ve uzlaşmanın önündeki kırmızıçizgiler yok olmuş demektir. Artık sadece süreci yönetecek ekibin oluşmasına sıra gelmiş olur ki, bu da  çok zor olmayacaktır.

Üçüncü adım ÇOĞALMAK: 2019 veya daha erken bir zamanda yapılacak seçimler için şimdiden hazırlık… Bu hazırlık çalışmasının hedefinde ise; AKP’ye sorgusuz sualsiz biat eden yoksul çoğunluk olmalıdır.

Onlara; yaşanan acılar, katliamlar, yolsuzluklar,  kutularla paralar, tapeler, havuzlar… Hatırlatılmasa bile, yargıçlar(!) yönetimindeki YSK’nın: “mühürsüz oy pusulaları geçerlidir” şaibeli kararı ve bu karara sessiz kalan, hatta “Atı alan Üsküdar’ı geçti” diyen fırsatçıları (bıkıp usanmadan) anlatmalı…
  
Böylece onların zaten rahat olmayan vicdanlarına seslenerek, birlikte daha da çoğalmalı… 



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız