“Sevilmek
mutluluk değildir.
Her
insan kendi kendini sever;
Ama
mutluluk bir başkasını sevmektir.”
/
Herman Hesse
Evde tek başınasın....
Yalnızlık, mevsime, geceye, gündüze,
güne, saate… her insana göre bazı farklılıklar gösterse de, herkese abartılı anlar yaşatır. Yalnızken; iştahsız, obur, uykusuz, huzursuz vb. biri olarak kendinle uğraşır, düşünür durursun.
Sabah,
öğlen, akşam, gece olduğunda, "kendinle uğraşma" eğrisinin ibreleri bazen yükselip-düşme farklılıkları gösterse bile iç sesin hep seninle, hiç terk etmez seni.
İç ses; yalnız
kalan insanın, en yakını ve en etkili gizli gücüdür.
İç sesinle kendi içine, dura kalka yolculuğa çıkar, durak durak gezinir, bazen güne, bazen de geçmişe odaklanarak gezinirsin.
Acıların, sevinçlerin, anıların, hayallerin, yaşanmışlıkların, sevdiklerin, sevmediklerin, aldatılmışlıklar, acı gerçekler, kapkara yalanlar... bir film şeridi yansısı gibi dizi dizi sıralanıp, geçiş yapar önünden.
O anlarda, anıların, etkili sesler eşliğinde seslenir
sana… İşte o zaman hem dünde, hem de bugünde sana ve tüm insanlığa sevinç/acı yaşatanları anımsar, kimine saygı duyar, kimini de lanet okursun.
O anlarda, çok az sevinç,
çokça çığlık, seni adım adım takip eder. Derinden gelen bu ses, görüntü ve
ah’lar; yanaklarında alev, boğazında düğüm, gözlerinde yaş olur. Çözümsüzlük içinde bocalar, düş kırıklığı ile içsel çatışmalar yaşarsın. Bazen ender de
olsa, neşelenir, gülersin…
İşte bu duygular; kimi zaman bir meltem gibi okşarken, kimi
zaman bir şamar olur, sarsar/hırpalar seni ve tıpkı güneşin dünyaya her mevsim yaşattığı değişik ikilemleri yaşatır sana.
Artık paranoyalar kuşatmıştır seni...
Ve sen, ‘seni’ yargılarsın
acımasızca…
‘Yeter, yeter!’ diye çığlıklar atsan da yalnızsın, kimse duymaz, anlamaz seni.
Geçmişin bu acı, keder dolu dehlizlerinde, fazla duramazsın, çıkmak zorundasın. Yaşamak için durmadan, yılmadan, yenilmeden yaşamı dar edenlerle savaşmak zorundasın!
Ve bu kuşatılmışlığa 'dur!' diyecek, seni anlayacak, seninle el ele verecek dost/dostlar arayışına girmek için atarsın kendini sokağa...
***
Sabah, öğlen, akşam, gece olduğunda, "kendinle uğraşma" eğrisinin ibreleri bazen yükselip-düşme farklılıkları gösterse bile iç sesin hep seninle, hiç terk etmez seni.
O anlarda, anıların, etkili sesler eşliğinde seslenir sana… İşte o zaman hem dünde, hem de bugünde sana ve tüm insanlığa sevinç/acı yaşatanları anımsar, kimine saygı duyar, kimini de lanet okursun.
O anlarda, çok az sevinç, çokça çığlık, seni adım adım takip eder. Derinden gelen bu ses, görüntü ve ah’lar; yanaklarında alev, boğazında düğüm, gözlerinde yaş olur. Çözümsüzlük içinde bocalar, düş kırıklığı ile içsel çatışmalar yaşarsın. Bazen ender de olsa, neşelenir, gülersin…
İşte bu duygular; kimi zaman bir meltem gibi okşarken, kimi zaman bir şamar olur, sarsar/hırpalar seni ve tıpkı güneşin dünyaya her mevsim yaşattığı değişik ikilemleri yaşatır sana.
Artık paranoyalar kuşatmıştır seni...
Geçmişin bu acı, keder dolu dehlizlerinde, fazla duramazsın, çıkmak zorundasın. Yaşamak için durmadan, yılmadan, yenilmeden yaşamı dar edenlerle savaşmak zorundasın!
Ve bu kuşatılmışlığa 'dur!' diyecek, seni anlayacak, seninle el ele verecek dost/dostlar arayışına girmek için atarsın kendini sokağa...
Dışarıda da seni; yoğun acılar, kederler, yokluklar içinde yaşayanlar ve seyrek de olsa sevinçle hayatını devam ettirenler bekliyor. Günlük hayatın içinde de, değerler ve anlayışlar çatışması var. Hayat iki kutuplu yaşamlarla devam ediyor…
Görevimiz; yaşanmışlık görsellerini perdede görmüş gibi izleyip, yakınmak olmamalı... Bu yaşantıların verdiği acıyı, sevinci, kederi, coşkuyu içselleştirerek anlamak, hissetmek, paylaşmak ve örnek olması için geleceğe taşımak olmalıdır.
Sokaklarda, parklarda vaktinden önce yaşlanmış, yılların yorgun bıraktığı insanlar... Göz teması kurduğun
tanıdık veya tanımadık her birisi sana kısık gözlerindeki bakışla; “beni biraz dinle, beni anla” der gibidir...
Bu yılgın ve çaresiz, bakışlar, seni sarsar, hırpalar... Bakışlarınla sen de onlara; “seni anlıyorum, dinlemek istiyorum” demek istersin. Fakat diyemezsin, çünkü o çaresizlik
sana da bulaşmıştır artık.
Sokaklarda, parklarda vaktinden önce yaşlanmış, yılların yorgun bıraktığı insanlar... Göz teması kurduğun tanıdık veya tanımadık her birisi sana kısık gözlerindeki bakışla; “beni biraz dinle, beni anla” der gibidir...
Bu yılgın ve çaresiz, bakışlar, seni sarsar, hırpalar... Bakışlarınla sen de onlara; “seni anlıyorum, dinlemek istiyorum” demek istersin. Fakat diyemezsin, çünkü o çaresizlik sana da bulaşmıştır artık.
Her insan, yaşadıkça gelişen,
değişen, yorulan, kendisine ayna tutan bir canlı…
Her insan, zıtlıkları içinde barındıran bir varlık olarak; yirmi dört saatlik bir gün içinde; hem sevinip güler, hem de üzülüp ağlar.
Her insan, az-çok bir 'ego' sahibidir, bazen kendisini suçlayıp eleştirse bile, genelde kendisini onaylar.
Her insan; “Ailem hep çoğalsın, hiç eksilmesin ve mutlu yaşasın...” ister...
İsterler, isterler de; sömürmek amacıyla başlatılan karanlık savaşlar, onları eksilterek, hayallerini yıkarak, tüm mutlu yaşam dileklerini alıp götürür.
Gündem yüklü, süremiz
kısıtlı, sorunlarımız çok, acımız çok büyük…
Her insan, zıtlıkları içinde barındıran bir varlık olarak; yirmi dört saatlik bir gün içinde; hem sevinip güler, hem de üzülüp ağlar.
Her insan, az-çok bir 'ego' sahibidir, bazen kendisini suçlayıp eleştirse bile, genelde kendisini onaylar.
İsterler, isterler de; sömürmek amacıyla başlatılan karanlık savaşlar, onları eksilterek, hayallerini yıkarak, tüm mutlu yaşam dileklerini alıp götürür.