Sn.
Erdoğan, adeta güç gösterisi olan bu Kudüs kararı için, dönem başkanı olduğu İslam
İşbirliği Teşkilatı'nı hemen toplamış ve Trump karşıtı bir karar aldırmıştı. Peşi sıra BM Genel Kurulu da Trump'a destek vermemişti. Alınan bu
kararların hiçbir yaptırım gücü olmasa da hem Trump’ın, hem de ABD'de
psiko-sosyla üzüntülerine neden olmuş, saygınlıkları zarar görmüştü.
AKP
iktidarı da bu içi boş ve hiçbir yaptırımı olmayan kararları, iç politikada ustaca
kullanmış ve kendisini man belgeleri girdabından (geçici de olsa) kurtarmayı
başarmıştı. Ancak
bunun da bir kullanım süresi vardı.
Ayrıca ülkenin; güvenlik, ekonomi, eğitim ve dış politika başta olmak üzere binlerce sorunu vardı. İktidarın da daha uzun süre ayakta kalması için, başka araç
ve yöntemlere ihtiyacı vardı.
Sağduyu
bu sorunlar için; yasama ve yürütmenin (iktidar ve
muhalefetin) birlikte çalışmasını gerekli görse de, AKP bu yolu
seçmedi. Geçen
hafta, muhalefetin tüm ısrarlarına rağmen meclisi acele ile tatile soktu ve
hemen peşi sıra da, OHAL nedeniyle denetim dışı tutulan torbalar dolusu KHK
çıkardı.
Meclis görüşmesi ve denetiminden saklanarak çıkarılan bu bir torba dolusu KHK'nın
içinde neler yok ki…: Taşerona teslim emekçiler, darbe
sanıklarına tek tip kıyafet, askerlikten muafiyet, kapatılan ve açılan
dernekler, ihraç ve işe iade edilenler, silah edinme, sivil kişilere
af, Cumhurbaşkanlığı'na bağlanan Savunma
Sanayii Müsteşarlığı, Danıştay’a 16, Yargıtay’a 100 yeni üye kadrosu
verilmesi vb. Sanki mevsim salatası...
(Eğitimci
olduğum için biliyorum.) Eğitimciler, her okul türündeki öğrencilerine:
- Demokrasinin çoğunlukçu değil, bir çoğulculuk sistemi olduğunu ve kuvvetler ayrılığına göre işlediğini…
- Yasama organı olan Meclisin; ihtiyaç duyulan yasaları ile bütçeyi çıkarma, vergileri belirleme ve hükümeti denetleme vb. görevleri olduğunu…
- Yürütme görevi olan Hükümetin ise; ülke sorunlarına çözüm bulmak için yasalara uygun olarak, gerekli sosyal ve ekonomik önlemler almakla görevli olduğunu... Fırsat buldukça anlatırlar.
Bugünlerde olup bitenleri görüp yaşayan öğrenci(ler) de öğretmenlerine: “Mademki KHK’lerle, hem
yasama hem de yürütme görevi yapılabiliyormuş. Acaba neden görevsiz, işsiz ve
işlevsiz bırakılan milletvekili sayısını 550'den 600'e çıkardılar?" Diye sorduklarında:
Demokrasi,
uzlaşıyı esas alan çoğulcu bir yönetme anlayışıdır. +1 oyla çoğunlukçuolarak yönetmek ise, kapitalist/emperyalist şirket yönetme anlayışı… Birinde
yönetişim, diğerinde de sömürüye dayalı kazanma esastır...
Bu anlayışa sahip olması gereken öğretmen, acaba öğrenci(ler)ce sorulan bu haklı soruya nasıl bir cevap vermeli? Demokrasiyi
öğrencilerine nasıl anlatmalı?
***
“Darbe sanıklarına tek tip kıyafet'
Eskiçağlarda kimi güç ve yetki sahibi kişiler, bazı sözcük ve sembollerin diğer insanlarda neler
çağrıştıracağı paranoyasına kapılarak; bu sözcük ve sembolleri yasaklar,
kullananları da cezalandırırmış. Tarihimizde Sultan Abdülhamit’in
(1878- 1908) de; özgürlük, eşitlik, vatan,
hasta, beynelmilel, hal, kardeş, tahtakurusu, büyük burun vb.
birçok kelimenin yazılı ve sözlü kullanımını yasakladığı bilinmektedir.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın Marmaris'te kaldığı otele saldırı düzenleyen askerlerin yargılandığı
dava sırasında tutuklu bir sanığın 'Hero' yazılı bir tişört giymesi gündem
olmuş günlerce tartışılmış, konuşulmuştu.
Bu
tişörtü giyenlerin, bazı kişilere, yerlere mesaj vermek istedikleri (ki öyle de
olabilir) söylendi. Aslında böylesi düşünce sahipleri; hiç duyuru/reklam yapmadan ve dallandırmadan sadece kontrol
önlemleri ile engellenebilir. Çünkü o kişiler, gidecekleri yerlere ulaşmak için; onlarca görevli eşliğinde ve bilmem
kaç noktadan geçerek taşınırlar.
Cezaevlerinde tek tip elbise uygulaması 12 Eylül döneminde uygulanan ve büyük
acılara neden olan bilindik bir yöntem. Bu uygulamayı, Danıştay İdari Dava Daireler Genel Kurulu; “Cezaevlerinde
alınacak idari düzenlemelerin anayasa ile güvence altına alınan temel hak ve
özgürlükleri zedelememesi gerektiği..” gerekçesi ile 21 Nisan 1989 günü iptal edilmiş ve 29 Nisan 1989 tarihli Bakanlar Kurulu
kararıyla da yürürlükten kaldırılmıştı.
Şimdi dönüp, dolaşıp aynı noktaya geldik, çok yazık…
Eğer
sözcük, renk ve işaretlerden anlam çıkarma yaygın bir paranoya haline gelecek
olursa, o zaman toplumu yönetmek de, o toplumda yaşamak da çok zorlaşır.
***
Milisler ve paramiliter unsurlar silahlanıyor.
Geçmiş
yıllarda Maraş, Çorum, Sivas ve güneydoğu illerinde nice faili meçhul
katliamlar işlendi. Bu kıyımları “beyaz toroslu”, "jitemli", "gladyocu" vb. illegal örgütlerce işlendiği biliniyordu. Ayrıca bazı karanlık odakların
güdümünde olup resmî bir sıfat olmayan fakat “bizimkiler” diye anılıp
korunanlarda vardı. İşte bunlar hep bilindik olsalar da hep meçhul ve cezasız
kaldılar.
Korkunç
tabloyu İYİ parti başkan yardımcısı açıkladı:
“İçişleri Bakanlığı’nın Kasım 2017’de yaptığı açıklamaya göre son 23
ayda 1 milyon 629 bin kişi yivsiz tüfek ve 704 bin 111 kişi tabanca ruhsatı
almıştır. Bu rakamlar 2 milyon 333 bin 698 kişinin son 23 ayda silahlandığını
göstermektedir.”
Zaten
kutuplara ayrılıp öfkeli bir toplum haline gelmişiz. Yeterli sayıda resmi polis, jandarma ve
asker varken, bunlara bir de sivil militarist
“milisler” eklemek, vakıf, dernek benzeri sivil grupları
silahlandırmak, bağış yapana ruhsatlı silah vermek ve pompalı tüfek satışlarını
serbest bırakmak ne anlama geliyor?
Ve
ayrıca o sivil kişileri: “…karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukukî, idarî,
malî, cezaî sorumluluğu doğmaz” diyerek dokunulmaz
kılmak, suçlarını af etmek için KHK çıkarmak hangi evrensel hukuk ilkesine uygundur?
Bu anlayış için, Burhan Kuzu;“ hukukta
yeri olan bir görüş” derken, Ahmet İnsel bir hafta önceki yazısında “Düşman
Ceza Hukuku'nda yeri olan…” diye tanımlamıştı.
Bu korku iklimi halkımızı ürkütüyor ve umutsuzluk taşıyor yeni yıllara...