“Acılar insanları birleştirir” sözü, çokça söylenen ve çokça kabul gören bir sözdür. Bazen “Sevinçler insanları birleştirir” şeklinde de söylenir fakat bu söz, ilkinde olduğu kadar kapsayıcı değildir. Yani acıların kapsam alanı, sevinçlerin kapsam alanından daha geniştir. (Neden/niçin diye sorar, düşünürseniz altından “kıskançlık” çıkabilir).
Ama artık acısını izlerken birini gözlerimiz nemlenmiyorsa, sözcükler boğazımızda düğüm olmuyorsa, acılarda da bizi bir araya getirmez olmuşsa, bilin ki bizler acınacak bir durumdayız toplum ve kişi olarak.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyenlerin arttığı, acılara duyarsızlıkların zirveye çıktığı günleri yaşıyoruz. Bireysel ve toplumsal değerlerin yara aldığı günler…
Toplumu diri, kişiyi güçlü kılan bu duygudaşlıklar aşınmaya mı başladı ne!?
Birinci soru:
“’Cizre’nin sizde hiç mi hakkı yoktu, niye daha önce gelmediniz?’ Bu soruyu CHP milletvekili İlhan Cihaner’e yakılıp yıkılmış Cizre’de dolaşırken çok yaşlı bir Kürt yurttaş sormuş. Cihaner bu sorudan çok etkilenmiş ama yanıt verememiş…” Diye başlayan ve oldukça düşündürücü bir yazı yazmıştı Işıl Özgentürk.
İlhan Cihaner’i yanıt veremez hale düşüren, benzer durumları çoğumuz sıkça yaşamış veya tanığı olmuşuzdur.
İkinci soru:
Kadıköy-Kozyatağı benim semtim, semt gönüllülerimiz “Kozyatağı Dayanışma” ismiyle bir grup kurmuş. Bu grup üç yıldır, çevreci, sosyal ve kültürel pek çok etkinlik yaptı. Bunlardan biri de 12 Mart günü “Kozyatağı Kültür Merkezi”nde yapılan “Ortadoğu’da Kaybolan İnsanlık” isimli paneldi.
Panel yöneticisi “Kozyatağı Dayanışma”dan Dr.Ayşegül Tozeren, panelistler ise: Oya Baydar (Yazar-Toplumbilimci), Eren Erdem (İstanbul Milletvekili), Fehim Işık (Gazeteci) idi.
Panel başlamadan önce konuya hazırlık amacıyla, Suriye ve Irak’da yaşanan savaşın ölümcüllüğü, yıkıcılığı ve zalimliğini anlatan kısa süren bir video sunumu yapıldı. Ve panel başladı.
(Bu sunumu izleyince oldukça garipsedim ve eğitim-öğretimde sıkça kullanılan “yakından uzağa” ilkesini anımsayıp kendi kendime şu soruyu sormuştum: “Neden ülkemizde yaşananları değil de uzaklardan örnekler seçmişler?” Sanırım pek çok izleyici de aynı duygularla kendisine benzer sorular sormuştu.)
Oya Baydar kendisine ilk söz verildiğinde, söze bu konuyu eleştirerek başladı ve “ Bugün, Cizre, Sur’da ve daha pek çok yerde yaşananların Suriye’de olanlardan ne farkı var ki bunları görmeyip Suriye’den Irak’ tan örnekler verdiniz? Diye özetleyebileceğim haklı bir soru sordu ve konuşmasını bu eksende yaptı.
Üçüncü soru:
Panelin en heyecanlı konuşmasını CHP İstanbul Milletvekili Eren Erdem yaptı diyebilirim. (Özetle) Ortadoğu ve özellikle de Suriye’deki olayların bu noktaya gelmesinde; Erdoğan ve dış politikamızın çok büyük payı bulunduğunu söyledi. Türkiye’deki Kürt sorunu ve 10 aydan beri yaşanan acı olaylardan ise; AKP-Erdoğan ve PKK-HDP’nin sorumlu olduğunu belirtti.
Konuşmasının bir bölümünde de; “Devlet Camilere yardım yaptığı halde, diğer ibadethane ve inançlara özellikle de Cemevleri’ne neden yardım ve hizmet etmiyor?” (Kendisinin özgün bir cümlesi olmasa da bu anlama gelebilecek sorular sorup yorumlarda bulundu.)
Dördüncü soru:
Gazeteci Fehim Işık (özetle); Acıların yaşandığı bölgeyi çok sık aralıklarla ziyaret ettiğini ve Kürt halkına yapılanların sadece bugüne özgü olmadığını, Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarından günümüze kadar o coğrafyada katliamlar ve büyük acılar yaşandığını söyledi. Örnek olarak da yaşamından bir örnek verdi: Diyarbakırlı olduğunu ve 10 yaşında iken köylerinde yaşlı bir adamın soyularak, cinsel organına ip bağlandığını ve ipin diğer uçununda o yaşlının eşine verilerek halkın önünde yürütüldüğüne tanık olduğunu söyledi…
Ölümleri, acıları, yıkımları kısaca yaşanmışlıkları anlatan paneliste bazı izleyiciler tepki gösteriyorlardı. Sanırım istekleri; dünü hatırlamamak, konuşmamak, acılara tanıklık yapanları dinlememekti. Onlar örtünün altına süpürülmüşlerin gün yüzüne çıkmasını istemiyorlardı. Ama onlar aynı zamanda bu inkârcılıktan hiçbir çıkarı olmayan, neden böyle davrandıklarını da bilemeyenlerdi. Onlara sadece duyarsızlık öğretilmişti diyebilirim. Acı olan da bu…
Bu kez de ben sordum kendime:
Söylenenler gerçek değil mi, yaşanmamış mı? O halde bunca inkârcılık, hoşgörüsüzlük neden?!
Beşinci soru:
Panel bitmiş dinleyiciler dağılmaya, konuşmacılar da sahneden inip dinleyicilere karışmaya başlamışlardı. Benim de kafamda netleşmemiş bazı düşüncelerim ve sorularım vardı. Hemen sahnenin önüne gidip, sahne merdiveninden inmekte olan Milletvekili Eren Erdem’i beklemeye başladım. Yanıma geldiğinde de “Sayın vekilim size iki sorum var dinler misiniz lütfen?” Dedim. Gayet samimi olarak “Evet” deyip sorularımı dinleyeceğini bildirdi. Hemen sordum:
Siz devletin sadece belli bir dini inanca hizmet ettiğini diğer inançlara hizmet vermediğini ve bunun yanlış olduğunu söylediniz. Peki, sizce devlet adına bu hizmeti yapan Diyanet İşleri Başkanlığı laikliğe aykırı bir ve gereksiz değil mi?
Hiç duraksamadan kesin olarak “Hayır” dedi ve birkaç çünkü sıraladı.
Ben de hemen ikinci sorumu soruverdim:
Eğitim sistemimiz İmam-Hatip Sistemine dönüştü ne düşünüyorsunuz?
Özet olarak el cevap: “Eğitim bir haktır isteyen istediği okula gider.”
Bu cevabı alınca da duyulur duyulmaz bir sesle; “Bu kadar imam-hatip ne olacak?” deyiverdim. Cevap vermedi, ben de başka soru soramadım. İyi günler dileyip ayrıldım.
Ama susamadım içimdeki ben ile konuşmaya başladım, ona sorular sordum:
Diyanet İşleri Başkanlığının görevi: “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek…." değil mi?
Peki, diğer dini inançlar ne olacak ve laiklik nerde kaldı?
Vekilimiz biraz önce şikâyetçi olmuştu, şimdi neden sistemi savunuyor?
Devlet, Cem evinin suyunu elektriğini karşılasa görevini yapmış mı olacak?
Devletin dini olur mu?
Devletin görevi imam-hatip yetiştirmek mi?
Okullar sorgulama, yorumlama yapılmayan, neden, niçin diye sorular sorulmayan İmam-Hatip anlayışına geldi, ne olacak bilimsel çalışmalar ve ülkenin hali?
Uzadıkça uzadı sorular, hemen “dur, artık sorma” dedi içimdeki ‘ben’:
"Artık anla bunlar kırmızıçizgileri olmuş CHP’nin."
Duramadım yine de sordum kendi kendime:
Belki inançta belki olur, ama bilimde kırmızıçizgi olur mu?
Emin Toprak- DOSTÇA