Bazen yazdıklarım ve de yazamadıklarımı karşı karşıya getirip,
iç konuşmalar yapıyor, kendime kızıyor ve söyleniyorum. Hep eleştiri,
hep eleştiri!.. Hiç mi iyisi/doğrusu yok bunların!?.. Deyip özeleştiri
yapmaya çalışıyorum. Sosyalist öğretinin bir sempatizanı olarak önem veririz
kendimizle yüzleşip özeleştiri yapmaya. İşte bu yüzleşme için zaman tüneline
girip geri geri gidiyorum:
…
“Bizim bizden başka dostumuz yoktur, tüm komşu ülkeler kötü,
biz iyiyiz.” Bu anlayışta olan birey ve toplumun tanısını psikoloji,
yargılamasını da tarih yapar. Yeni iktidar; bu anlayışı sorgularcasına,
komşularla görüşüp konuşmaya, birlikte futbol maçı izlemeye, ortak bakanlar
kurulu oluşturup, dostluk görüntüleri ile süslenmiş fotolar çektirip, birlikte
tatillere çıkmaya başlatmıştı. Ve ayrıca Avrupa Birliği, Kıbrıs gibi konularda
cesur girişimlerde bulunmaya başlamışlardı. Bir vatandaş olarak bunlara
sevinmiş, mutlu olmuştum. Bu eylem ve söylemlerine alkış tutmuş fakat oy
vermemiştim.
(Şimdi ne oldu? Sadece komşu ülkelerimizle değil dünya
ülkeleri içinde de'değerli yalnızlık' dönemini başlattık…).
…
Bu ülkede yaşayanların sadece; aynı din, aynı dil, aynı ırk,
aynı …, ‘lardan oluşmadığını da fısıldamaya başladılar. Tarihsel geçmişimizde
yaşanan kıyımları, acıları hatırlayıp onlarla yüzleşmek, aynı coğrafyada
birlikte yaşadığımız insanların kendi özgünlükleri olan; din, dil, ırk ve
inançları ile yaşamalarının sağlanacağını düşünmüşçesine, Kürtlerle barışmak
için, Habur süreci, Sünnileştirmeye çalışılan Aleviler
için Alevi açılımı, Dersim katliamı için Dersim
yüzleşmesi gibi söylemlere de alkış tutmuş, fakat oy vermemiştim.
Eğer iktidar Alevi açılımı ile Dersim
yüzleşmesi söylemlerinde samimi olsa ve muhalefetin dolduruşuna
gelmeyip –kıyafet zorunluluğu- ister gibi sudan nedenlerle Habur sürecini
çökertilmeseydi; şimdilerde barış ortamı oluşmuş,
insanları karşı kamplara ayırıp vuruşturan ilkel anlayışlar bitmiş, insan ve
gelir kaynaklarımızı tüketen faşist anlayışların savaşları son bulmuş olurdu).
...
Yıllarca halkına zulüm eden; vesayetçi, işkenceci ve faili
meçhullerin faillerini TV ekranlarında tanımlıyor, gözyaşı döküp, şiirler
okuyor ve bakın işte onları topluyoruz! der gibi, pek çok
suçluyla birlikte (tek tük de olsa), bazı suçsuzları da harar
çuval içine dolduruyorlardı. Elbette suçsuzlar zaman içinde ayıklanır
diye düşünerek buna da alkış tutmuş fakat oy vermemiştim.
Peki şimdi ne oldu?
Bu gün bozuştukları (beraber yürüyüp,
birlikte paylaştıkları) eski ortaklarını yok etmek için planlar yapıyor. Dün
teşhir etmeye çalışıp yok etmeye niyetlendikleri; vesayetçi, işkenceci
ve faili meçhullerin faillerinden af diliyor, onlara paralellerce kumpas kurulduğunu
söyleyerek anti paralel yeni bir ittifak kurmaya
çalışıyorlar...
...
1982 Anayasası, bir darbe ürünü, her parti buna karşıymış gibi
davranıyor, fakat haydi dendiğinde niyet okuyuculuğuna
başlayıp amaları sıralıyorlar. İşte bu darbe Anayasası ve türevi
yasaları değiştirmek için yetki istiyordu iktidar. O güne kadarki yalan/yarım
kalmış söylemlerine oy vermesem de alkış tutmuş fakat söylemde kaldığı için
kendimi, aldatılmış hissedip üzülmüştüm. Oysa şimdi darbe Anayasası
değiştirecekler diye hem alkışlayıp hem de yetmez ama evet deyip uzatıvermiştim
elimi…
Sonra ne mi oldu?
Önce aldıkları yetki ile beraber
yürümek için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na düzen getirip, tüm
kadroyu yenilediler. Bir vesayeti kaldırıp, kendi vesayetlerini kurdular. 17
Aralıkta ortaklık bozulunca da, topun sahibi çocuk haklılığı ve
Anayasa’ya aykırılığını bilen arkadaşın onayı ile iptal gününe
kadar tüm yenilemeleri yaptılar… Peki, Anayasa değişikliği ne oldu?
Meydanlarda verdikleri söz gereği aylarca harcırah alarak komisyonlarda,
havanda su dövdüler bir türlü kıyamadılar bu darbecilerindir dedikleri
Anayasa’ya...
...
Meğer makyajlı imiş tüm bu söylem ve eylemler...
Meğer dur kendime yer edeyim başına neler edeyim içinmiş
bu söylem ve eylemler...
Meğer bizi bir çemberle kuşatmış/aldatmışlar,
paralel değil bunlar…
Meğer…
Bakın işte, bir sağanağa tutuldular dökülüverdi tüm boyaları…
Düşü verdi maskeleri…
Ama halen, bağırarak, ayrıştırarak, ötekileştirerek…, baskın
çıkmaya çalışıyorlar.
Bakın kendimle konuşmamı bu günlük bitirirken; iktidara ne
kadar şans vermiş olduğumu, ne çok inanıp alkışladığımı, üstüne bir
de yetmez ama evet dediğimi hatırlatırım. Demek ki ben,
önyargılı biri değilmişim… (Diyerek bir de kendimi akladım).
Şimdi siz söyleyin bana, bu iktidarın hangi sözüne güvenip
neyini alkışlayayım?
Sizin de, yeter artık yeter! yeter! … dediğinizi
duyar gibiyim…
Emin Toprak- DOSTÇA
Bu yazı
Milliyet Blog'da: