bellek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bellek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2024 Cumartesi

Okullarda Neler Oluyor? (4)


Okullarda neler oluyor diye yola çıkmıştık, devam ediyoruz. 

Eğitim sürecinin tarihsel bir genellemesini yaptıktan sonra da okula ya da dersliklere girmek istiyorum.

İnsanlar dünyaya bir genetik miras ve beş duyu organıyla donanmış bir  bedenle gelirler. Her canlı gibi onun da amacı güven içinde, sağlıklı-mutlu yaşamaktır. 

Lütfen dikkat ediniz her canlı dünyaya; iyi ve mutlu 'yaşamak için' gelir dedim. Ölünce gidileceği varsayılan 'öteki dünya' için gelmiyor demek istedim! 

O halde, doğumla başlar insandaki yaşam tutkusu ile eğitim ihtiyacı. Eğitim insanın; gördüğü, duyduğu, kokladığı, tattığı dokunduklarını akılla değerlendirerek, yaşamı daha iyi kılma arayışıdır. Başka bir anlatımla bir sorunu çözebilme başa çıkmadır eğitim. Eğitim insanın beceri kazanıp üretmesidir. Bu çabaların sonucuna göre de insan: güler, ağlar, konuşur, düşünür, gelişir ve değişir.

Çok önceleri henüz devlet yokken insanlar ev-sokak-meydan-mahallede alırmış eğitimi. Daha daha sonra 'devlet' denen bir 'güç' ortaya çıkmış, o güç de gücünü sürekli kılmak için okullarda başlatmış eğitimi. 

Asırlar boyu insanlar yaşamak, kralın kul-kölesi olmak için eğitim almış, savaşa gidip ölmüş-öldürmüş. Farklı olanlar da kul-köle olarak değil daha özgür bir yaşamın yol-yöntemlerini bulmak için yaşamı pahasına asırlarca düşünmüş, tartışmış... 

SONUÇ:

Dünyada çokça otokrat, çok az sayıda demokratik devlet var oldu. Ve tabii ki eğitimi demokratik olmayan ve demokratik olan iki anlayış.... 

Okullardaki eğitim-öğretim sürecinin içerik-amaç-ilke-yol-yöntemlerini o devletin egemen anlayışları düzenler, uygular ve denetlerler. 

***

Okullardaki derslerin tümüne: "Hayat Bilgisi" diyebiliriz. İnsanlar ömür boyu bu yaşam bilgilerini arar dururlar. 

Okuldaki akranların beş duyu organına sahip olması, onlara benzer algılar ve eşitlik sağlar. Algıların eşitliği her bireyin; akıl-mantık-yetileriyle birleşince ortaya bireysel farklıklar çıkar.

Bu farklılıklar öğrencilerin gerçekleridir. Okulun ve öğretmenin görevi bu bireysel farklılıkları kabul etmek ve onlara uygun koşul ve ortam sağlamaktır. 

Sınıflar toplumun küçük bir kesitidir, orada da bireysel farklılıkları olan öğrenciler hem de farklı eğitim anlayışına sahip öğretmenler bulunur...

Şimdi size tüm resmi ve özel okullarda, bireysel farklılıkların, farklı eğitim anlayışlarınca nasıl yönetildiğini abartısız olarak sunuyorum:

Diyelim ki, iki 3. sınıfı şubesi bulunan X okulunda o gün:

Ders: Hayat Bilgisi, Konu: Ulaşım. Süre: 40 dakika 

Amaç: Güvenli ve ekonomik şekilde bir yerden başka bir yere gitmek. 

Ve ders başladı!.. 

**

3/A sınıfı ve öğretmeni:

Öğretmen tahtaya kocaman bir gemi fotoğrafı yansıtır ve gördüklerini anlatmaya başlar.

Güzel konuşan, planlı ve teknolojiyi sınıfa taşıyarak ders anlatan biridir o. Gemi çeşitlerini, su yoluyla ulaşımın kolaylık ve kazançlarını ... detaylı anlatır...

Sınıf ise dikkatle dinlemektedir.

Ve zil çalar!

(Bir anımsatma: Şu an anaokulundan-üniversiteye tüm okullarımızda, öğretmenlerin %90 (yüzde doksan) böyledir. Ya da böyle bir öğretmen olma çabası içindedirler.) 

Bu öğretmenler: çok sevilen, istenen, çevresi ve imkanı olan velilerin de uzak-yakın mesafeyi düşünmeden arayıp buldukları öğretmenlerdir. 

Bu veliler; çocukları öğrendiklerini papağan veya muhabbet kuşu gibi tekrar etsin ve sınavlarda yüksek not alsın isterler. 

Bu veli çocuğunun; güçlü bir bellek kazansı uğruna, onun duyu, duygu, deneyim, düşünce, sorma ... beceri yoksunu olmasını göze alıyor!

Ve bu ezberci eğitim ile gelecekte ne büyük kayıplar yaşanacağını bilmek düşünmek istemiyorlar. 

Tabii ki sadece veliler değil öğretmenler de böylesi bir ezberci eğitim-öğretimi içselleştirmişler!

Yani sanki bu tuhaflık genetik bir güdüye dönüşmüş! 

Büyük çoğunluğun ortaklaştığı bir anlayış var ve bu anlayış:
*Ezberci neslin; nas ve dogmalara inanan, düşünemeyen, soru sormayan, yorum yapmayan, emirle iş yapan 'kullar' olduğunu...
*Dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek isteyen günün iktidarına güç sağladığını…
*Düşündüren, soru sorup yorum yaptıran: felsefe, mantık, psikoloji, tarih, sosyoloji, biyoloji bilmeden büyümenin geleceği karanlık kılacağını…
*Eğitim-öğretimin bugünlerde tarikat-cemaat gözetim ve denetimine bırakılmasına çokça katkı sağladığının farkında değil...
*Ve tüm bunları hiç düşünmemiş gibi...

**

3/B sınıfı ve öğretmeni:

Öğretmen tahtaya kocaman bir gemi fotoğrafı yansıtır ve ne gördüklerini sınıfa sorar:

Öğrenciler söz alıp konuşmaya başlar:

Kimi: 'gemi' diyerek 'yalın' bir cevap verir.  

Kimi: Aaa büyük bir yolcu gemisi! diyerek işlevini ve bir sıfatını söyler. 

Kimi: Bu üç katlı, beyaz bir bir yolcu vapuru. Işıl ışıl parlıyor, çok yolcusu var. Yolcuları uzaklardaki eser ve güzellikleri görsünler diye götürüyor. Keşke biz de ailece böyle bir vapurla yolculuk yapsaydık. Denizle yolculuk hem güvenli hem de ucuzdur... 

Görüldüğü gibi bu öğrenciler 'yalın' bir anlatımla yetinmezler. Vapuru, sosyal-kültürel-ekonomik detaylarla tanımlar. Fakat bununla da yetinmeyerek anlatıma kendi istek, özlem duygularını da katarlar...

Öğretmen onları dinler, bir trafik görevlisi gibi mimikleriyle destek verip, yol verir. 

Ve zil çalar!

Böyle bir iklimde öğrenci; duyu organlarından aldığı algılara dayalı olarak öğrenir, akranlarıyla dayanışır, sosyalleşir, özgüvenli olarak ve öz gücünü bilerek kendi dünü ile yarışır.

İnsani değerlere uygun, demokratik amaç, ilke, konu, yöntemleri olan bu iklimin etkin öznesi öğrencidir, öğretmen ise ikinci öznedir. 

Böyle bir öğretmen 'ben bilirim' demez! O, 'öğrenci merkezli' - 'yaparak-yaşayarak' anlayışıyla çalışır.  

***

Öğretmenin amacı: sınıftaki farklılıkları ortaya çıkarmak, öğrencilerde  farkındalık yaratmaktır. Böylece öğrenci, kendi artı ve eksilerini görür-bilir ve daha 'iyi' arayışına girmiş olur. Akran dayanışması ile arkadaşı çoğalınca da güzel konuşup yorum yapanlara özenerek kendini geliştirir.  

Bizim öğrenciyi merkez alıp fırsat veren öğretmenlere, öz gücünü bilen bu gücünü geliştirerek sosyalleşen öğrencilere çok ihtiyacımız vardır. 

Fakat ne yazıktır ki bu anlayışı, yönetimler de veliler de istemiyor!

Onlar ister ki: "Öğretmen anlatsın, çocuk öğrensin!" 

Ve onlar göre: ocuk, çocuğa ne anlatabilir ne öğretebilir ki!" 

 
Yazı dizimizi sınav ve ödev konularına dokunarak haftaya bitireceğiz.

Sevgi ve saygıyla...

2 Ocak 2021 Cumartesi

Eskiler ve Yeniler


Peş peşe yinelenen yıllar; dünyadaki tüm varlıklara ve dünyaya en çok zarar veren insanların ömürlerine 
birer yıl katarak,
 yaşam için umutlar ve endişeleri de ekerek gelir-giderler.

İşte 2021’in ilk günleri: zaten yıllardır kardan adamı da kar topunu da unutmuştuk, şimdi soğuk hava bile kalmadı, sanki doğa belleğini yitirdi. 

Toprağında su kalmamış ağaçlar şaşırdı, dallarında tomurcuklar belirdi ve mimozalar açtı açacak. 

Bir endişedir sardı herkesi: acaba, musluklar suya hasret kalacak mı, susuz kalan toprak başak verecek mi, yoksa bereketsiz mi olacak tarlalar? 

Peki, daha daha ya sonrası!...

Zaten şimdilerde başımız bir illet virüs ile belada, bir de kuraklık ve kıtlık mı gelecek!

Zaten pek çok ekonomik-insani sorunlarımız vardı, üstüne bir de bu çevresel sorunlar eklendi. Şimdi herkes bu olası çevresel tehlikelerin farkında hem de hedefinde iken, yeni bir yıl geldi. 

Nedense her yeni yılda hep 'umut' galip gelir, bir anda herkes olup biteni ve olacakları unutup, coşku yaşamak ister.

Bellek, yaşantı yüklerimizi taşıyan bir koruyucumuzdur. Fakat o, her şeyi taşıyamaz, onun belli bir alanı ve sınırlı bir taşıma gücü vardır. Onun için de yükün asıl sahibine hiç sormadan kendince bir seçki yapıp hem yer açar hem de yükü hafifletir. Bu seçki sonunda; bazı öğrenme-alışkanlık, bazı dost-dostluk, bazı aşk-sevinç-acılar örtük kalıp unutulur... 

Bu unutuş; bazı yaşananları önemiz görmek, engellemek, yok saymak, onlardan uzaklaşma ve ben'i koruma istemidir aslında. Bazen insanın unutmak istemediği bazı yaşantıları da tekrarı olmadığı için unutulur. Çünkü içinizde saklı bir güç, size rağmen karar verir, bu, anlatımı da anlaması da çok zor olan duruma. İşte bundandır bir insanın, "acaba bana ne oldu" diye korkun ve kuşkuyla kendisine bakması. 

Aslında insanın belleği; arşiv, müze, ören yeri gibi zamanın durdurulduğu bir yere benzer. Bu yüzden orada kaybolmaz anıların hiçbiri, unutulmuş olanların da herkesin kendi derininde izleri durur. Onlar tıpkı bir tohum gibi yeniden canlanacak, depreşecek bir fısıltı, bir an, bir iklim beklerler. 

***

Kuşak Çatışması

Yaşamımıza etki eden her fizyolojik-biyolojik-sosyal olayda diyalektik vardır. Bu "neden-sonuç" ilişkisi sayesinde evrendeki küçücük dünyamızda bulunan tüm canlılar hareketlenir, şekil ve anlam kazanırlar. 

'Kuşak Çatışması' eskilerin, yenileri beğenmemesi, ya da büyüklerin geçmişte yaşananları: Ben..., Bir zamanlar..., Bizim gençliğimizde..., diye başlayan 'ben' merkezli abartılı cümleler kurarak yeni nesli hedef almasıdır. Ki bu anlayış ta antik çağdan beri süregelmektedir.  

Bu anlayışta olanlara göre; kendileri geçmişte hep iyi, erdemli, saygılı, başarılı olmuş, yeni nesil ise; kötü-saygısız-başarısız olmuştur. İşte bunun için o büyükler, geçmiş yıllara, geçmiş çağlara dair masalımsı yaşantılar anlatırlar.

Psikoloji kuşak çatışmasını; kişinin geçmişe dair özlem, yenilgi, eziklik ve pişmanlıkları nedeniyle ben'ini korumak için başvurduğu bir 'yansıtma' olarak tanımlar. 

Eğer bu büyüklük tutkusu içindeki kişiler kendilerine bir ayna tutup yüzleşebilseler geçmişleriyle; yeniyetme ve ergen iken ana-baba-çevre ilişkilerinde yaşadıklarını hatırlayabilir. Şimdiki beklentilerinin geçmişte büyüklerinin beklentileri olduğunu, şimdi yakındığı davranış ve söylemleri kendisinin de yaptığını görecek ve anlayacaktır. 

Kuşkusuz, her insanın kendisini önemseyip öne çıkarma çabası içinde olması onun doğası gereği olduğu için ayıplanmaz. Bherkeste var olan: beğenilme duygusu dediğimiz önemli bir genetik mirastır.

Bu genetik mirası söküp atmak mümkün olmadığına göre, kişinin bu duyguyu abartıya kaçmadan, karşı tarafı ezmeden kullanması gerekir. 

Çünkü yeni nesil diye hakir görülenler, bizim çocuklarımız, gençlerimiz ve onlar bizim gelecekte var olmamızı sağlayanlardır. Niçin onları hiç düşünmeden, ego yüzünden hakir görülsün ki?

Neden o çocuk ve yeniyetmelere kendi deneyimlerimizi anlatıp, onların teknolojilerinden pay almayı denemiyoruz? Niçin onları itmek gibi kolay bir yolu seçiyoruz? Peki, neden onlara sevgi ve saygıyla yaklaşıp, dayanışarak böylece daha güçlü olarak sorunlarımıza birlikte çözümler aramıyoruz? Niçin?  

*

Günlük yaşamımızın bir parçası olan sosyal medyada ve TV ekranlarında sık sık karşılaştığımız güncel bir konu da: 

Bazı kişilerin kendi soyu, kendi inancı, kendi kültür ve yaşam tarzı için masal-efsaneler anlatıp yazmalarıdır. Bu kişiler hep atalarının neler neler yaptığını, inançları, kültürleri ve yaşam tarzlarının üstünlüklerini, erdem ve başarılarını söyleyip, yazarlar. 

Kendi üstünlüklerini(!) söylemek, diğerlerini “değersiz-düşman-hain-gavur” diye ayrıştırıp aşağılamak ve ırkçılık yapmak içindir tüm bu çabaları.  

Bunlara bu abartılı söz ve paylaşımları yaptıran asıl güç onların derinlerindedir. Psikoloji bunu; ego, eziklik, kompleks ve doyumsuzluk olarak tanımlanır.

Bir de bu sözlerin psikolojik temelini bilmeden cehaletleri yüzünden söz söyleyenler vardır ki, en çok da onlar tutturur, onlar saldırır, onlar bağırırlar.

Fakat ülkede başka yaşam tarzı, başka inanç, başka kimlik sahibi olan kapı komşuları, arkadaşları olduğunu, bu sözleriyle onları önemsizleştirip, üzdüklerini hiç düşünmezler. 

Eğer böylesi abartılı bir psikoloji içinde olanlar için sağaltım önlemleri alınmazsa (ki bu, "insani değerler" kazandıracak bir eğitimdir); işte o zaman toplumda nice kişiye, gruba zarar verecek narsisizm ve ırkçılık salgını kaçınılmaz olur. 

Diğer yazılarım için: tıklayınız