Henüz 12 yaşında idim parasız yatılı okumak için köyden ayrıldığımda. Beni ve arkadaşlarımı büyük şehirlere götüren bu uzun yolculuğu, birkaç yıl otobüs koltuğu yerine, branda beziyle sarılmış bir kamyon kasasındaki sedire ilişerek (kış gelince, bu kasanın orta yerine konan bir odun sobası çıtır çıtır yanardı.) çokça toz, gürültü ve sarsıntı içinde yapmıştık.
İki yıl önce ihtilal olmuş, Yassı Ada Duruşmaları başlamıştı.
O yıllarda köyümüzde sadece birkaç radyo vardı, akşam olunca bu radyolu evlerde toplanan komşular, Vatan! Millet! Devlet sözcüklerinin sıkça geçtiği haberleri, Türkçe bilenlerin çevirisi ile Kürtçe dinlerdi.
Köyden daha büyük bir yerleşim yeri görmeyen 6-7 yaşlarındaki kardeşim Leyla da bu haber saatlerini çok sever ve ilgiyle dinlermiş. Radyodan sıkça tekrarlanan Vatan ve Millet sözcüklerinin anlamlarını az çok bilebilse de Devlet nedir, kimdir bilmiyormuş. Bunu hiç kimseye sormamış, beni beklemiş! Tabii ki, abisi olan ben, ne de olsa büyük şehirler görmüş biriyim ya!
İşte bu duygular içindeki kardeşim Leyla köye geldiğim ilk gün bana:
"Abi sen devleti hiç gördün mü?" -diye sormuştu.
Hiç unutamadığım bu soruya ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum.
Fakat ömrüm boyunca bu soruya hep cevap aradım diyebilirim.
***
Bilmek, bir şeyi içselleştirerek anlamak, uygulama yapacak beceriye sahip olacak kadar öğrenmiş olmaktır. Bilen kişi, yeterli donanıma sahip olmak için her zaman yeni bilgilere açlığı olan kişidir. 'Bilir-bilgiç' olmak ise cahilliğin yaşam kaynağıdır, onlar yenilenen öğrenmeyi ret eder, her şeyi bildiğini sanır ve bu bilgilerle yetinirler.
Günlük yaşamda herkes bir koşuşturma içinde, eğer bu kişilere; "Bu koşuşturma ve uğraşlarınızın amacı nedir?" diye soracak olursanız, hemen hepsinin: "Yaşamak için!" dediğini duyarsınız. Fakat, eğer daha farklı cevaplar duymak isterseniz o zaman da: "Nasıl bir yaşam?" -diye sormanız yeterlidir. Çünkü bu sorunuza, binbir farklı cevap alabilirsiniz.
Buradan hareketle bir genelleme yaparsak; tüm canlılar gibi her insan için öncelikli amacın yaşamak olduğu kesinlik kazanır. Bu amacına ulaşmak isteyen insanoğlu, pek çok farklı yol, yöntem ve aracı kullanıp yaşamını sürdürürken, tek başına değil de birlikte yaşaması gerektiği gerçeğiyle karşılaşır. Ve bu farkındalık sonunda, tüm farklılıkları bir arada yaşatacak olan bir iklim arayışı başlar. İşte bu ortak iklimi oluşturacak olan lider, kurum ve nesnelerin tümüne DEVLET adı verilir. Demek ki devlet, insanlık tarihiyle yaşıttır ve bir canlı organizma gibi değişim, dönüşüm ve başkalaşıma açıktır.
Devlet, görevini iki şekilde yapar; ya kendisini toplumsal yaşamın öznesi sayarak toplumu buyruklarla, ya da halkı özne kendisini de nesne olarak görerek demokrasi ile yönetir.
Şimdi bazı olasılıklardan yola çıkarak biraz konuşalım istiyorum:
Bir ülkenin vatandaşları hakları için sokaklarda yürürken ya da gösteri yaparken, onlar için güvenli bir ortam sağlamakla görevli resmi-sivil bazı devlet görevlileri; acımasız şiddet kullanarak ve baskı yaparak engel oluyorlarsa... Ve bu engelci güçlere, Niçin? sorusu sorulunca da onlar:
"Ben devletim! İstediğimi yaparım!" -diyebiliyorsa...
Sonra da bu hak hukuk bilmeyen güçler, istediklerini yapıp suç işleyince, bunlar hakkında usulen başlatılan işlemler de "cezasızlık" veya "zaman aşımı" olarak sonuçlanırsa...
Ve eğer bu ülkenin yurttaşları da bu eylem ve söylemlere karşı:
"Biz halkız, devlet bizden aldığı güçle var oldu, devletin asıl görevi, bizi korumak, bize hizmet etmektir." demek yerine korkup, siner ve susarsa...
Böyle devletler her zaman buyurgandır, her zaman: "Biz ne söylersek o doğrudur ne yaparsak o tamamdır." anlayışıyla yol alır ve güçlerini hep egemen bir azınlıktan yana kullanırlar.
Böyle devletlerde çoğunluğu yoksul olan büyük halk kitlesi önemsenmez, onlar her ne yaparsa: yalan, yanlış, günah, yasak, suç sayılır.
Bu nedenle böyle ülkelerin geçmişinden bugüne kadar olagelen tüm toplumsal derin yaralarında devletin izleri ile karşılaşırsınız.
Bir parantez açacak olursak: (Ülkemizde bugüne kadar 17. 547 -On yedi bin beş yüz kırk yedi- kişi 'faili meçhul' şekilde yok edilmiş. Cumartesi Anneleri tam 870 haftadır bunların faillerini, mezar ve kemiklerini arıyor, soruyor, fakat devletten bir cevap alamıyor.)
Bu derin yaralar incelendiğinde hemen hepsinde devletin, önleme ve koruma görevini gereğince yapmadığı görülür.
Tabii ki dünyada sadece halk karşıtı devletler yoktur.
Bazı devletler ise; sorgulayan, eleştiren, denetleyen, özgür yurttaşların oylarıyla, çoğulcu, demokratik, laik, sosyal hukuk ilkelerine uygun olarak oluşur.
Bu devletlerde; ortak insani değerler ve eşit yurttaşlık esastır. İnanç, mezhep, tarikat, dil, ırk sınıflandırmalar yapılmaz. Diyanet ve zorunlu din dersleri de yoktur.
Bu devletler; kutsal sayılmaz, sadece yaşanacak bir ortam oluşturmak için hizmet eder, korur ve güvenlik sağlarlar. Devletin tüm çalışmaları şeffaftır, sorgulanıp, denetlenir.
Bu devletlerde hukuk işler, tüm suç kaynakları araştırılır ve kurutulur, kimseye cezasızlık uygulanmaz, tüm suçlular cezasını çeker.
Böyle devletlerde, doğa ve ülke kaynakları halkın yararına kullanılır ve korunur, çetelere teslim edilmez.
Kısacası, özgür mutlu yaşamak için çıkar savaşlarının son bulması, barışın dal budak vermesi gerekir.
Emin Toprak- DOSTÇA
Diğer yazılarım için tıklayınız