empati etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
empati etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Mart 2025 Cumartesi

'Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı'


Nedense, ‘müesses nizam’, iktidar ile muhalefet, Kürt siyasi hareketi ile taraftarlarını pek sevmez ve istemezler. 

Müesses nizamın emri, iktidarın bilgisi, muhalefetin suskunluğunda; Kürtler listelenip katledilmiş, nice seçilmiş kişi tuzak ve sanal gerekçeyle tutuklu-yasaklı olmuş, pek çok parti ve demokratik oluşum kapatılmıştır. 

Fakat onlar haklı olduklarını biliyor, halk da onlara inanıyor-güveniyordu. Yıllarca süren mücadelede hiç yıkılıp pes etmediler. Yeni partiler kurup, yeni kişiler seçtiler ve her seçimde çoğalarak var olmaya devam ettiler.

Birkaç ay öncesine kadar iktidar ve bazı muhalif görünümlüler; meydan meydan kanal kanal dolaşıp Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM)'i etkisiz-desteksiz bırakmak için yalan üretiyor, onları ve selamlaştıklarını terörist sayıyor, “birlikte demleniyorlar” diye alay konusu yapıyorlardı.

Devlet Bahçeli ki, ayrımcılığın önde gelen bir lideridir.

Yıllar önce meydanda Erdoğan’a bir urgan fırlatmış: "Oğluna gemi alacak kadar paran var Apoyu asacak kadar mı bulamadın. Al sana ip as da görelim" demişti.

Aynı Bahçeli, 1 Ekim 2024 günü mecliste, her gün 'terörist' dediği DEM grubunun yanına gidip elini uzatmış ve "Abdullah Öcalan gelsin mecliste konuşsun!” çağrısında bulunmuştu (bir yazımda bu çağrıyı 'kıymetli' bulmuştum ve görüşüm değişmedi).

Bahçeli'nin bu çağrısıyla ülke gündemi değişti. Hızlı tur ve görüşmelerle bu 'isimsiz' süreç devam ediyor.

Gelişmeleri özetlersek:

DEM Parti heyeti, PKK lideri Abdullah Öcalan ile 27 Şubat 2025 günü 3.  görüşmeye gitmiş ve Öcalan, el yazısıyla yazdığı "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı"nı onlara sunmuştu. 

Heyetin aynı gün Beyoğlu'nda düzenlediği basın toplantısında, bu çağrı Kürtçe ve Türkçe okundu. Öcalan bu çağrısında; yaşanan süreç için yapılan eleştirileri belirtip özeleştirisini yapıyor... Ve güvenli bir toplum için barışın şart olduğunu önemle vurguluyordu. 

Öcalan, çağrısının son iki cümlesi bir 'özet' sayılabilir. İşte o cümleler:

"Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.

Sayın Devlet Bahçeli'nin yaptığı çağrı, Sayın Cumhurbaşkanın ortaya koyduğu iradeyle diğer siyasi partilerin malum çağrıya dönük olumlu yaklaşımlarıyla oluşan bu iklimde silah bırakma çağrısında bulunuyor ve bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum."
 diyordu.

"PKK kendini feshetmelidir" çağrısı dünyada  Yurdumuzda:

MHP lideri Bahçeli; Hasta yatağında uzattığı elin karşılık bulmasından çok memnun olmuş ve daha önce ismini anmadığı Demirtaş'a telefon edip el uzatmış ve X hesabına şunları yazmıştı: 

“Ne mutlu bizlere ki, sahte ayrımcılıkların, yapay anlaşmazlıkların, cepheleşme ve yanlış anlamaların milli hayatımızdan tamamıyla sökülüp atılacağı kutlu bir dönemin eşiğindeyiz” 

*
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ise, Şehit Aileleri ve Gazilerle İftar Programı'nda 40 yıldır yurdumuz insanlarına büyük acılar yaşatan alışılmış tehdit söylemlerini tekrarlıyordu:

"Verilen sözler tutulmazsa günah bizden gider. … Hala devam eden operasyonlarımızı, gerekiyorsa taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadan son teröristi bertaraf edene kadar sürdürürüz." diyordu.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel:

“Toplumsal mutabakat sağlanacaksa, Meclis’te oturup bunu konuşmalıyız. Konuşacaksak ilk toplantıda da şehit aileleri ve gaziler gelmeli, düşüncelerini söylemeli. Son toplantıda da gelip varılan noktaya rızaları var mı, yok mu söylemeliler. ‘Onların razı olmadığı hiçbir şeye ben razı olmayacağım" diyerek 'barış' için 'ön-şart' koşuyordu.  

(Demek ki, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel henüz bu süreci benimsememişler.) 

*
DEM Parti TİP ve demokratik STK'lar zaten sürekli barış istiyorlar...

DEM Parti, “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” için mecliste bir toplantı yapmış konukları da: 1990'larda Güneydoğuda çocuklarını yitiren "Barış Anneleri Derneği" üyeleri… (Lütfen dikkat ediniz, bu acılı annelerin kuruluş amaçları: ‘BARIŞ’! ..).

Barış Annelerinden Tenzile Baydar'ın konuşmasını, Sn. Erdoğan ile Sn. Ö. Özel de duysunlar isterdim. Kısaca diyordu ki:

"Sayın Öcalan'a söz veriyoruz. Barış Anneleri elini bu taşın altına koyacak, her zamanki gibi. Barış için varız. Sayın Erdoğan ve Bahçeli de elini uzattı. Onlara da teşekkür ediyorum. Bizim beklentilerimiz çok büyük. Artık bir anne olarak evlatlarımızı torbalara, kartonlara koyup kucağımıza almak istemiyoruz. Asker annelerine de sesleniyoruz; biz hepimiz anneyiz, gerilla annesi annedir, asker annesi annedir, polis annesi annedir, acı çeken annedir...
 Bizim çocuklarımız öldü, asker anneleri taziye kurdu ama biz taziye bile kuramadık... Gelsinler bizim elimizi tutsunlar. Omuz omuza biz bu süreci yürütelim..." 

*
İYİ Parti ve Zafer Partisi: 'istemezük' nidalarıyla Turan'a doğru tam yol...

***
Şimdi de yukarıda belirttiğim CHP'nin ön-şartına değinmek istiyorum.  

Tabii ki, kurulması gereken bir uzlaşı-barış masasında: 'Şehit Aileleri' ile 'Gaziler' bulunmalı.

Tabii ki, büyük acılar yaşamış, kan ve gözyaşı dökmüş bu anneler ve mağdurlarla empati yapılmalı. 

Peki, bu anneler gibi büyük acılar yaşamış: 'Barış Anneleri', 'Cumartesi Anneleri ... vb. yok mu? 

Neden-niçin, bu acılı anneler, anılmamış ve yok sayılmış? 

Bu ayrımcılık değil mi?

Empati, bilimsel bir yöntem olarak karşılıklı saygıyı esas alır. İnsana; kendisiyle yüzleşmeyi, çevresiyle barışçı ilişkiler kurmasını sağlar ve farkındalık yaratır... 

Empati; insanının düşünüp araştırarak sorun çözücü yol-yöntemler  aramasını sağlar. Böyle kişiler çoğaldıkça toplumsal yaşam daha güvenli-sağlıklı-yaşanır olur.  

Fakat empati, acısı-yarası olana bakarak; yakınmak, üzülmek ve ağlamak değildir. Popülizm denen çıkarcı yöntem; kapanmaya başlamış yaraları kaşır-kanatır, böylece geçmişin öfke-kin ve acılarını geleceğe taşır. 

Politikacılar, çıkarları için sık sık kullandıkları popülist yöntemin; sorun çözmediğini, aksine düşmanlık duygularını beslediğini ve toplumsal barışı engellediğini görmeli ve kullanmamalı.


Emin Toprak - DOSTÇA


19 Kasım 2021 Cuma

Hâlden Anlamak


İnsanoğlunun iki önemli becerisi vardır:

Birincisi: insanın savaşçılığıdır ki, insanoğlu en çok bu yetisini kullanır. Savaşan insanlar; hile, tuzak, kılıç, top, tüfek... gücüyle düşmanı olarak belirlediklerini yok etmeye çalışırlar. Sonrasında da insanlığa, diğer canlı ve doğal çevreye çok büyük zarar verip ve çok büyük acılar yaşatırlar. 

İkincisi: insanın barışçılığıdır ki, insanoğlu en az bu becerisini kullanır. Barışçı bir ortamda tüm canlılar var olup, yaşam sürerler. Barışçı insan; paylaşır, başkalarına değer verir, onları anlamaya çalışıp sever ve sayar. 

Fakat ne yazıktır ki insanlık tarihi, barışın coşkularından çok savaşların kıyım ve acılarıyla doludur. Bunun için acısı olanları görmek, tanımak, anlamak ve onlara el verip barış içinde çoğalmak gerek. 

CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu, bugünlerde toplumsal gerginlikleri "helalleşme" yoluyla gidermek için barışçı bir iklim geliştirmeye çalışıyor. Bu herkesçe desteklenmesi gereken saygın bir girişimdir. 


Evet, ülkemizin tedavi edilmediği için, için için kanayan çok derin sosyolojik yaraları var. 


Dilerim ki yen içine saklanan bu insani yaralar, tez elden gün yüzüne çıkarılır ve temizlenerek sağaltıma kavuşturulur.  


Ve dilerim ki, bu girişim bir seçim sloganı olmaktan çıkıp, barışçı bir  uygulamaya dönüşür.


Barışçı bir ortam oluşması için en etkili yöntem, tüm paydaşlarla empati kurabilmek ve onlarda yalnız olmadıklarını duyumsatan bir farkındalık yaratmaktır.  


Empati, bir kimseyi önemseyip ona: "ben sizi anlıyorum" demektir. 


Eğer, karşınızda; öfkeli, yaralı, acılı, coşkulu kişi-grup veya canlılar varsa ve siz de onlara "ben sizi anlıyorum" diye söze başlamış ya da onlarda bu sözün amacı olan bir duyguyu yaşatmışsanız, artık işiniz kolay ve istenen iletişim ortamı sağlanmış demektir. 

Empati yapma ya da halden anlamanın sihirli bir gücü vardır, bu güçle kişiler başkasının acısını, coşkusunu anlar, onlarla duygudaş olup sağlıklı ilişkiler kurabilir. 

Kim bilir, belki de böylesi bir deneyim Tolstoy'a"Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın." -sözünü söyletmiştir.

Dünyada olup biten pek çok istenmeyen toplumsal olay incelenirse, asıl nedeninin halden anlamamak olduğu görülecektir.   

Eğer, toplumu oluşturan; anne, baba, çocuk, komşu, öğretmen, yönetici ve devlet halden anlarsa; orada iklim değişir, insanlar uygarlaşır, yaşam kolaylaşır.    

***

Birkaç kıtaya yayılmış bir imparatorluğun mirasçısıdır bizim ülkemiz. Bu topraklarda halkın büyük çoğunluğu yaşamak için, küçük bir azınlık ise daha çok kazanmak için savaşmış, ölmüş, öldürmüş. 

İşte bu geçmişten günümüze miras olarak; karanlıkta kalmış pek çok olay, haksızlık, kıyım, cinayet ve acılar kalmıştır. 

Bu acıların büyük çoğunluğu; farklı inanç ve yaşam tarzlarını ortadan kaldırmak, kendi kültür ve yaşam tarzını onlara dayatmak yani 'başka'  kültürleri asimile etmek amacını güder.  

Şimdi de Osmanlı hayranlığı ve özentisi içinde olanlara; Yerli, Millî, Osmanî, Turanî ve Tarihi iki hatırlatma yapmak isterim: 

  • Birincisi: Osmanlı, 1913 yılında İstanbul'daki I. Kolordu Komutanlığına Alman Ordusu generallerinden Otto Liman Von Sanders'i getirilmesidir.  
  • İkincisi: Osmanlı coğrafyasında farklılıkları yok etmek için ilk eylem adımını İttihat ve Terakkî Cemiyeti lideri 'Turancı' Enver Paşa'nın atmasıdır. Enver Paşa, 24 Şubat 1914 günü Osmanlı Hanedanlığında etkili bir damat olunca, "Turan" emelleri için Osmanlı topraklarında gözü olan emperyalist Almanya ile işbirliği yapar. Bu amaçla da 1 Ağustos 1914 tarihinde, Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında gizli bir ittifak anlaşması imzalanır. Bu anlaşmaya göre Osmanlı ordularının askeri kararları ve operasyonları üzerinde belirleyici güç Almanya olacaktır.  

Bu mu yere göğe sığdıramadığınız Osmanlı?

Bu mudur yerlilik ve millilik? 

Devletin karanlık arşivlerinde unutulsun diye halı altına süpürülen, ama toplumsal belleklerin hiç unutamadığı daha nice yükler var. Ermeni, Süryani, Kürt, Alevi halkların çektikleri, sıkıyönetim olağanüstü haller, Sarıkamış, Koçgiri, Dersim, Şark Islahat Planı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, 12 Mart, 12 Eylül,  Hapishaneler, İşkencehaneler, Jitemler, Maraş, Çorum, Sivas, Roboski, Gezi, Gar ve daha nice nice olay yüzleşme bekliyor. 

Karanlık içinde kalmış bu kirli bagajlardaki sayfaları aralamak, oralardaki utançlarla yüzleşmek ve acılar yaşmış olanlara "sizi anlıyoruz" diyebilmek bir insanlık erdemidir. 

Niçin erdemli olmaktan korkuyor ve kaçınıyoruz?

Berfo Ana adıyla bilinen Berfo Kırbayır'ı sanırım 40 yaş üstü herkes tanır. Berfo Ana, 12 Eylül 1980 sonrasında gözaltına alınan, bir daha hiç haber alınamayan Cemil Kırbayır'ın annesidir. Bu anne, tam 33 yıl oğluna ait mezar ve kemikleri bulmak için ağıtlar yaktı, devlet kapılarını çaldı, yetkililerden sözler aldı ve taksim meydanında kendisi gibi acıları olan "Cumartesi Anneleri" ile birlikte aylarca direndi (yarın 869. haftası). Ama oğlunun kemiklerini bulamadan ölüme yenik düşüp, özlem ve acılarıyla birlikte gömüldü, "Cumartesi Annesi" Berfo Ana.  

Acaba devlet, göz altına alındıktan sonra kaybettiği Cemil'in kemiklerini, bu yaşlı, acılı anneye verilmiş olsaydı ne olurdu?

Berfo Ana belki, oğlunun kemiklerini, toprağını koklayıp, öpüp, okşarken bir dinginlik kazanır sonra da huzur içinde ölürdü! 

'Üstün ırk' safsatasıyla Alman halkından büyük destek alarak faşist bir korku yönetimi kuran Hitler, yıllarca insanlık suçları işledi, sonunda hem ülkesi enkaza döndü hem de dünya kana bulandı ve çok büyük acılar yaşandı... 

Almanya sonraki yıllarda bu büyük(!) liderini, arkadaşlarını ve öğretilerini yargılayıp lanetledi. 

Yetinmedi, ayrıca işlenen insanlık suçlarını mekanlarıyla aletleriyle ve belgeleriyle herkese açık nefret müzelerine dönüştürüp teşhir etti. 

Almanya, böyle uygar bir adım atarak; hem tarihinin bu utanç dolu karanlık sayfasıyla yüzleşti hem de insanlıktan özür dilemiş oldu. 

Sanırım şimdi okurlarıma iki soru sorabilirim:

Almanya'nın faşist geçmişiyle yüzleşmesi, acaba ülkesi ve halkına neler kazandırdı?

Almanya'nın faşist geçmişiyle yüzleşmesi, acaba ülkesi ve halkına neler kaybettirdi?

Emin Toprak- DOSTÇA

Diğer yazılarım için tıklayınız


16 Eylül 2016 Cuma

Empati Yapmak=Duygudaş Olmak (2)


(Önceki yazımızı noktaladığımız yerden devam edelim.)


*

Son yıllarda yaşanan; Hrant Dink, Roboski, Suruç, Tahir Elçi, Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Silvan, Lice, Şırnak, vb katliamlar, bunlar için atılan çığlıklar, yakılan ağıtlar, tıpkı 15 Temmuz katliamında olduğu gibi içimizde yankı bulmaz, titremelere neden olmaz, gözlerimizi nemlendirmez ve hep birlikte lanetlemiyorsak, hiç duygudaş olabilir miyiz?

Acıların bile farklılaştığı, yarıştırıldığı günler yaşıyoruz.

Neden “aynı olaya” bakışımız bile ayrıştı, uyuşmaz olduk?” Başlıklı bir yazı yazmış ve de bazı eleştiriler almıştım. Bir arkadaşım haklı olarak: “Nasıl uyuşacak hocam! Olaylara bakışımız aynı mı? Nereden baktığımıza bağlı… Bunu belirleyen değer yargılarımız da farklı. Böyle olunca da uyuşma da olmuyor. Varsın uyuşmasın da zaten… “ diye yazmıştı.

Aslında o yazım; farklı bakış ve değerleri yok saymak yerine, yaşadığımız iklimde bu farklılıklara karşı gelişen toplumsal duyarsızlık ve duygudaşlığın azalmasına bir eleştiriydi. Amacım; olaylar karşısında, duygudaş olmamak gibi önemli bir toplumsal sorunumuzla yüzleşip çözümler aramaktı.

Demek ki yeterince anlatamamışım. :(

***

Üst akıl

Her gün değişik TV ekranlarında, meydanlarda, gazetelerde, arkadaşlar arasında, her ortam ve her zamanda (Acaba dünyada başka benzeri var mı?!), saatler süren konuşmalar, yazılar, görseller, ana konu: ülke sorunları. Size göre doğru veya yanlış herkes görüşlerini dillendirir.

Ama içlerinde birileri ile karşılaşırsınız ki onlar; kendi görüşlerini anlatacaklarına, üst akıl denen bir kavramı hatırlatarak, tüm tartışma konularını ve olup bitenleri, bu müthiş gücün bir yaptırımı olarak gösterip tartışmayı kitler, böylece adeta, tartışanların tüm enerjilerini bitirmeye çalışırlar.  

Benim yazılarımı okuyup, samimi (fakat bana göre yanlış) eleştirilerde bulunan bazı dostlarım var. Bu dostlarımın (bana göre) yanlışlarını anlamak ve anlatmak gerek… Hepimizin çokça karşılaştığı bu dostlar genellikle benzer anlatımla şunları söylerler:

“Doğru güzel yazıyorsun da, fakat tüm bu işleri; ‘Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’u gerçekleştirmek isteyen ABD ve dünyaya hükmeden diğer güçler ve üst akıllar yapıyor... Onların amacı, Dünyayı ve Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek paylaşmak…  Yani tüm bu yaşananlar ve bize izletilenler de birer senaryo...” 

Ben de, samimi olduklarına inandığım bu dostlarıma, eleştirileri için teşekkür eder, bu söylemlerin hiç de ülkemiz yararına olmadığını belirten bazı anımsatmalarda bulunurum. 

İşte “çünkü” ile başlayan bazı anımsatmalarım:

Çünkü bu söylem, (BOP)’u yöneten üst akılın öylesine yüce ve öylesine başa çıkılmaz, adeta doğal afet gibi, önlenemez bir tehlike, dev bir güç haline getirir ki, bu da, ülke halkını pasifliğe, kaderciliğe, çaresizliğe, yılgınlığa götüren bir söylem olur. (Ayrıca; dünyadaki tüm Kurtuluş Savaşları emperyalist amaçlı (BOP’u isteyenler gibi) devletlere karşı verilerek kazanılmadı mı?  Bizim yurdumuzda da bunlardan biri değil mi?)

Çünkü bu söylem, JİTEM artığı anlayışların, kendilerini her şeyi yapabilir ilan etmelerine neden olacaktır. Böylece daha rahat yargısız infazlar yapabilecekler, girdikleri şehir, köy ve evlerde; nefret söylemi ile insanlara işkence edip onları aşağılayacak, yerlerde sürükleyecek, teşhir edeceklere destek olan bir söylem.
Çünkü bu söylem, yurdumuzda yeşeren, canlanan solun içine sızmış ve derin ilişkiler içinde olduğu söylenen Doğu Perinçek’in medyasından pompalanan bir söylem.

Çünkü bu söylem, ''Nusaybin'de taş üstünde taş, baş üstünde baş koymayın'' diyen Devlet Bahçeli’nin söylemi.

Çünkü bu söylem, mahkemelerce yargılanmayıp suçlu oldukları kanıtlanmamış kişilerin hukuki açıdan “sanık” veya “şüpheli” olduğu ilkesini unutturur, böylece yargılanmadan binlerce “sanık” ve “şüpheli”nin infaz edilmesine onay veren bir söylem olur.

Çünkü bu söylem, iktidarın; sadece güvenlikçi tedbirlerle yetinerek,  tüm barışçı yolları yok saymasına, yani sadece, polis, asker, tank, toma, top, bomba, tüfekle ölümlere ve yıkımlara neden olan politikalarına destek anlamına gelen bir söylem.

Çünkü bu söylem, insanların ne yapmalı, nasıl yapmalı deyip çözüm arayışında bulunmalarını ve yaratıcılıklarını ortaya koymalarına kelepçe olacak, böylece üst akılların, emperyalist amaçların işbirlikçisi baskıcı yönetimlerin var olmasına fayda sağlayan bir söylem.

Çünkü bu söylem, süper güç, emperyalist güç, üst akıl olarak tanımlanıp yerli ve milli işbirlikçilerini unutturan onların ortaya çıkmamasına hizmet eden bir söylem.

Ve çünkü bu söylem, açıkça; “ben bu işe karışmayayım, bana ne, benden uzak olsun…” diyemeyenlerin geliştirmiş oldukları ve arkasına sığındıkları kolaycı bir savunma mekanizmasının söylemi…  



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız