Mustafa Kemal Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mustafa Kemal Atatürk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Ekim 2021 Cuma

Cumhuriyet ve Demokrasi


İ
ktidarın; bir aileye, bir sınıfa, bir zümreye veya bir şahsa ait olmadığı yönetim anlayışına Cumhuriyet denir. 

Cumhuriyet yönetiminde iktidarlar, belirli aralıklarla yapılan seçimlerin sonunda, ülke halkının çoğunluk oylarına göre belirlenir. 

Demokrasi ise her bireyin değerli olduğu gerçeğinden hareketle toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun herkesin eşit sayıldığı yönetim anlayışıdır.

Cumhuriyet çoğunluğu, Demokrasi ise her bireyi, grubu, çok sesliliği, çeşitliliği, çoğulculuğu önemser, her farklılığı saygın görür, farklılıkların özgür olarak hak ve değerleriyle yaşamasını sağlar. 

Bu nedenle Cumhuriyet sistemi, ancak Demokrasi ile birlikte olduğunda insanileşir ve bir anlam kazanır. Cumhuriyet olan bir sistemde, eğer demokrasi eksikliği varsa; farklılıklar insan haklarından mahrum kalarak, sayısal çoğunluğu temsil eden güçlerin hegemonyası altında ezilirler. Günümüz dünyasında bile halen demokrasi tam işlemeyen, fakat ismi Cumhuriyet olan pek çok ülke vardır. 
 
Kurtuluş Savaşı yıllarında, ülke halkları bir taraftan, çoğulculuğu ve yerinden yönetimi esas alan demokratik bir Anayasa için aralarında uzlaşıp, anlaşıyor, bir taraftan da emperyalistler ve onların işbirlikçileriyle savaşıyordu. 

Ülke böylesi zor günler yaşarken, tüm farklıkları kucaklayan bir Anayasa hazırlanır Mecliste 20 Ocak 1921 günü görüşülerek kabul edilir. İşte bu Anayasa'nın ilk dört ve 11. maddeleri (özgün olarak): 

  • "Madde 1. Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.  
  • Madde 2. İcra kudreti ve teşri salâhiyeti milletin yegâne ve hakikî mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder.  
  • Madde 3.- Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti “Büyük Millet Meclisi Hükümeti “ unvanını taşır. 
  • Madde 4. Büyük Millet Meclisi vilâyetler halkınca müntahap azâdan mürekkeptir. 
  • Madde 11.Vilâyet, mahallî umurda mânevi ve muhtariyeti haizdir..."

Görüldüğü gibi bu kurucu Anayasa; "tek kişi" buyruklarıyla oluşan Padişahlık yönetimi yerine, hakimiyeti kayıtsız şartsız olarak millete veren, çoğulculuğu kabul edip, Vilayetlere muhtariyet ve yerinden yönetim yetkileri veren oldukça demokratik bir öze sahiptir.

Fakat sonraki yıllarda ne yazıktır ki, ülkedeki farklı kimlikler: "tek millet" kabul edilip Türkleştirme başlamış, Vilayetlerin muhtariyet ve yerinden yönetim yetkileri de merkezde toplanmıştır. Böylece bu demokratik Anayasa için varılan uzlaşma ve verilen sözler unutulmuş; çoğulculuk, muhtariyet ve yerinden yönetim gibi demokratik haklar yok sayılmıştır. 

Kurtuluş Savaşı bitip geçiş ortamı sağlandıktan hemen sonra, Mustafa Kemal Atatürk'ün Başkanlığında toplanan Mecliste alınan kararlarla: 1 Kasım 1922 günü Saltanat (Padişahlık) kaldırılır ve bir yıl sonra da 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet idaresine geçildiği resmen ilan edilir. 

***

Ben, 98 yaşındaki Cumhuriyetin 71 yılını gördümse de 60 yılını, dolu dolu yaşadım. 

Bu yıllarda; ülkedeki farklı kimlik ve kültürler yok sayılıyor, emekçilerin hak istekleri önemsenmiyordu. Bu uygulamalar, Cumhuriyetin demokrasi ve demokratik eksiklikleri olduğu içindi. Bu yüzden de tüm hak isteyişleri uzlaşma yerine, baskıyla sindirilmeye çalışılıyordu.  

Bu nedenle de ülkemiz; çokça darbe, sıkıyönetim, olağanüstü hâl yaşadı ve nice canını kaybetti, kaynaklarımız da top, tüfek, bomba gibi savaşlar için harcandı. 

Sonuç olarak: demokrasi ve barış düşmanları yüzünden çok büyük acılar yaşandı. 

*

Bugüne gelecek olursak: 

Bugün "tek kişi" buyruklarıyla yol alan bir iktidarımız var. 

Bu tek kişi; insan hakları, demokrasi ve tüm demokratik haklara karşı. 

Bu kişi sadece, kendisini ‘şimdilik’ cansiperane korumaya söz vermiş olan bir kişiyi dinliyor. 

Bu kişi, şimdilerde çok yorgun düştüğünden, yönetme güçlüğü de çekiyor. Ülkemiz çok zor günlerden geçiyor. 

19 yıllık iktidarın tek lideri: Sayın Erdoğan. 

Erdoğan anlayışı; Anayasada eser miktarda bulunan demokratik kazanım ve laikliği kaldırmış, Osmanlı saltanat anlayışı ve uygulamalarına ha döndü, ha dönecek.  

Tek kişi iktidarına geçildiği 19 yıldan beri, hiçbir ağır sanayi yatırımı yapmadığı halde, eko sistemi bozacak şekilde, ülkemizin yeraltı ve yerüstü kaynakları, suları, madenleri ve halkın ekmek teknesi olan fabrikaları yok pahasına yandaşlara satılmış durumda.

Bu yüzden ülkemizde hem ucuz emek gücü hem yoksulluk artmış, işçiler işsiz kalmış, sendikalar da güçsüz ve işlevsiz durumda.  

Tek karar verici Sayın Erdoğan, yola çıktığında:

"Önce inşaat!" dedi. Deli Dumrul'u bile kıskandıracak projelere; 25-30 yıl süreyle, Dolar endeksli ve müşteri garantileri verilerek, 2-3 kuşak borçlandırıldı. Böylece (hakkını yemeyelim); pek çok yol, tünel, köprü, havaalanı, şehir hastanesi yaptırdı. Hem de adrese teslim ihaleler yapıp,  yandaş müttehitte yaptıracak şekilde!

Ayrıca, ülke kaynaklarının büyük bir kısmını da güvenlikçi anlayışla savaş araç-gereçleri için harcadılar ve harcamaya devam ediyorlar. 

Sayın Erdoğan'ın birçok kimliği var. Bir kişinin birçok kimliğe sahip olması aslında bir zenginliktir. Fakat Erdoğan'ın etik olarak uyuşmayan, çok önemli iki kimliği var: 

Bunlardan biri olan AKP Genel Başkanlığı kimliğidir ki, bununla; çok ayrımcı, ötekileştiren, saldırgan bir siyaset diliyle rakiplerine saldırıyor.

İkinci kimliği ise tarafsız olacağına dair söz verip yemin ettiği, böylece dokunulmazlık kazandığı, devletin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığı kimliğidir. 

Sayın Erdoğan, etik olarak uyumlu olmadığını düşündüğüm bu iki kimliği her gün birlikte kullanıyor. Genel başkanı olduğu AKP'nin tüm görüş, söz ve davranışlarını, yeni makamında da sürdürüyor. Devlet imkanıyla gezilere, ekranlara ve meydanlara çıkıp, slogana dönüştürdüğü partisel görüşleriyle muhalefetteki rakiplerini terörist, hain ilan edip, sayıp döküyor.

Her sıkıştığında milliyetçi bir coşku yaratmak için meclise yurt dışına asker gönderme teskeresi gönderen Sayın Erdoğan'ın yeni teskeresi neyse ki üç gün önce ana muhalefet partisi CHP'ce de kabul görmedi. 

CHP'nin Barış ve demokrasiye katkı veren bu karşı çıkışını saygıyla alkışlıyorum. 

Cumhuriyet bugün 98 yaşında!

Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun!

Günümüz, Demokratik Laik Cumhuriyet için mücadele günü olsun!

Yaşasın Demokratik Laik Cumhuriyet! 

Yaşasın Barış!

Emin Toprak - DOSTÇA

Diğer yazılarım için tıklayınız

15 Ekim 2021 Cuma

Kürt Sorunu



Son günlerde 'Kürt Sorunu', çokça konuşulur oldu. Kimi, bu sorun vardır, kimileri de böyle bir sorun yoktur diyor. Ama neyse ki Kürtlerin var olduğu konusunda uzlaşmış görünüyorlar. Daha düne kadar, ‘Kart, kurt’ diyenlerin bugün “Kürt” demiş olmaları önemli bir gelişme sayılabilir. 

Bu konuyu, vardır/yoktur diye konuşanlar, eğer bu sığlıktan kurtulmak isterlerse, birazcık Osmanlı ve Cumhuriyet tarihine bakmaları yeterlidir. O zaman ülkemizin en eski halklarından biri olan Kürtlerin zaman zaman, demokratik ve birer insan hakkı olan dil, kimlik, inanç ve kültürleri için bazı yönetsel ve hukuksal çözümler istediklerini görebilirler. 

Fakat ne yazıktır ki onların bu istekleri egemen güçlerce tam 29 kez; hainlik, bölücülük, emperyalist emellere hizmet ve isyan olarak kabul edilmiş ve militarist anlayışla bastırılmıştır. 

Birer insan hakkı olan demokratik taleplerin, her seferinde askeri güçle bastırılması sonucu olarak ülkemizde; asker-sivil çokça insan ölmüş, çok büyük acılar yaşanmış, derin yaralar açılmış, doğal çevre zarar görmüş ve çok büyük ekonomik kayıplar verilmiştir. Fakat bu asırlık sorun yine de ölüm, öfke, kin, düşmanlık, çatışma, savaş konusu olmaktan hiç de çıkıp, bitmemiştir. 

Çünkü kişi ve toplumsal gruplara yapılan baskılar sonucu yaşanacaklar, yani fizikteki: 'sıkılan her şey patlar' evrensel gerçeği hiç hesaplanmamış ya da önemsenmemiştir.

***

Birinci Dünya Savaşı sonunda; Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Gürcü, Abaza, Arnavut, Boşnak, Roman, Ermeni, Rum, Arap, Süryani gibi çok kimlikli halkları olan Osmanlı İmparatorluğu, yenilgiye uğramış, sarayı çaresiz, ordusu dağılmış ve pek çok önemli toprakları ise emperyalist güçlerce işgal edilmiştir. 

Başarılı bir Osmanlı subayı Mustafa Kemal, bu haksız emperyalist işgale karşıdır. Bu anlayış içinde görevli olarak 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a gider, orada gerekeli görüşmeler yapar ve sonra da birkaç asker arkadaşı ile 21-22 Haziran 1919 günleri Amasya'da toplanır, burada düşman işgaline karşı bir direnişi başlatma kararıyla, hareketin amaç, yol ve yöntemlerini  bildiren "Amasya Genelgesi'ni hazırlayıp ilan ederler. 

Anadolu halkıyla kucaklaşıp, onların desteğini alarak işgal altındaki yurdu düşmanlardan kurtarmak için her çevrede sevilen, sözü geçen; komutan, feodal ağalar, beyler, aşiret reisleri, din adamları gibi halk önderinin katılımıyla 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 günleri: 'Erzurum Kongresi', 4 -11 Eylül 1919 günlerinde ise de 'Sivas Kongresi' yapılır. 

Bu kongrelerde alınan karalar uyarınca: 

  • Ülkenin içinde bulunduğu durum, çok kimlikli halkın demokratik talepleri konuşularak uzlaşma sağlanır, karara bağlanır. 
  • Her ili temsilcisi millet vekilleri belirlenir ve 23 Nisan 1920 günü Ankara'da Büyük Millet Meclisi toplanır.
  • 20 Ocak 1921’de Anayasası ile Türkiye Devleti resmen ilân edilir. 23 maddeden oluşan bu demokratik Anayasa'nın 11-21 maddeleriyle, ülkenin yönetimi, coğrafi ve ekonomik şartlarına göre: vilayet, kaza ve nahiyelere ayrılmış, vilayet ve nahiye ‘şuraları’ oluşturulmuş ve bunlara muhtariyet/özerklik verilmiştir. Böylece halkın yerel düzeyde 'kendi kendini yönetme’ hakkı tanınmıştır. 
  • 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile İstiklal Savaşı son bulur.
  • 29 Ekim 1923'te yönetim şeklinin Cumhuriyet olduğu kabul edilir.
  • Ve elde edilen bu sinerji ile üç yıl (1919-1922) süren Kurtuluş Savaşı kazanılmıştır. Ve bu başarıyla da diğer mazlum halklara örnek olunmuştu. 

Fakat 20 Nisan 1924 Anayasası ile 1921 Anayasası yürürlükten kaldırılır, böylece; yerinden yönetim ve özerklik gibi demokratik haklar yok edilir, Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi' ve Sivas Kongresi'nde varılan uzlaşmalara uyulmamış olunur. 

1924 Anayasasının kabulünden sonraki yıllarda ise 'Türkçü', 'Turancı', 'Güneş Dil Teorisi' akımları ve Mahmut Esat Bozkurt gibi ırkçı anlayış sahipleri ülke siyasetinde etkin olmuştur. Böylece Kürtlerin anadilleri ile eğitim almaları, çocuklarına istedikleri isimleri vermeleri yasaklamış, hatta asırlar öncesinden beri kullandıkları köy, ova, dağ, şehir, isimleri bile yasaklanarak değiştirilmiştir. Kısacası: Kürtler kandırılmıştır.

Şimdi gelelim 'Kürt Sorunu' dedikleri konuya: 

Bu sorun, gasp edilen tüm kültürel ve demokratik insan haklarını kapsar. 

Siz bir an olsa bile, bu haklarınızın gasp edildiğini hiç düşündünüz mü? 

Peki, eğer düşündüyseniz neler hissettiniz? 

İşte biz Kürtler de tam da bunları hissediyoruz! 

Hemen "biz et ve tırnak gibiyiz" demeyiniz lütfen. 

Çünkü şimdi hem et hem de tırnağın sorunları var. 

Çünkü ülkemizin 'Kürt Sorununu' çözümsüz bırakan, bir 'Türk Sorunu' var. 

Örneğin; ülkemizde 20 milyon Kürt olduğu halde, bunlar anadilleriyle eğitim alamıyor ve Mecliste Kürtçe konuşan vekilin konuşması kayıtlara: “bilinmeyen bir dilde” diye geçiyorken, bizden binlerce km. uzakta ve çok az Kürt nüfusun bulunduğu Japonya'da ise bir üniversitede Kürt Dil Bölümü açmıştır.  


Ve Türkiye öyle bir dış politika geliştirmiş ki, dünyanın neresinde Kürtlere dair bir etkinlik, bir başarı hikayesi varsa oraya diplomatik müdahalede bulunuyor. 

Biz ne savaş ne ayrılık ne de fazlalık haklar istiyoruz. Biz, ülkemizde; sadece önyargılardan uzak karşılıklı saygı içinde, barış ve demokrasinin sağladığı eşit insan haklarına sahip yurttaşlar olarak yaşamak istiyoruz.    

Bakınız, 20 Nisan 1931 günü ülkemizin kurucu lideri Mustafa Kemal (daha Atatürk ismini almamıştı): "Yurtta barış, dünyada barış" diyerek barışı kutsamış, işgalci savaşları ise lanetlemişti. (Fakat aynı Mustafa Kemal 7 yıl önce, demokrasi ve çoğulculuğu savunan barışçı 1921 Anayasasını kaldıran, Türkçülüğü ve tekçiliği savunan 1924 Anayasasına destek vermiş, iç barışı demokrasi ile değil askeri yöntemlerle sağlamaya çalışmıştır.)  

Ama yine de hepimiz "Yurtta barış, dünyada barış" demeliyiz: 

Çünkü savaş; küçük bir azınlığın çıkarı için doğadaki ekosistemi bozar, canlıların yaşam hakkını ve kaynaklarını yok eder, büyük acılar yaşatır, insanları birbirine karşı öfkeli, kindar düşmanlar yaparak sömürü çarkının kolayca dönmesini sağlar.

Ama barış, doğadaki ekosistemi bozmadan canlıları yaşatır, içeride ve dışarıdaki insanları; eşit hakları olan paydaşlar kabul eder, kimlik ve çeşitlilikleri birer zenginlik kabul edip karşılıklı saygının huzur içinde yaşamalarını sağlar. 

“Alavere dalavere Kürt Memet nöbete” dönemi bitmeli artık.  

Kimsenin kimseyi küçümseyip yok saymadığı, herkesin önyargılardan arınmış bir barış iklimine ihtiyacı var.  

Emin Toprak - DOSTÇA

Diğer yazılarım için tıklayınız