İnsanoğlunun iki önemli becerisi vardır:
Birincisi: insanın savaşçılığıdır ki, insanoğlu en çok bu yetisini kullanır. Savaşan insanlar; hile, tuzak, kılıç, top, tüfek... gücüyle düşmanı olarak belirlediklerini yok etmeye çalışırlar. Sonrasında da insanlığa, diğer canlı ve doğal çevreye çok büyük zarar verip ve çok büyük acılar yaşatırlar.
İkincisi: insanın barışçılığıdır ki, insanoğlu en az bu becerisini kullanır. Barışçı bir ortamda tüm canlılar var olup, yaşam sürerler. Barışçı insan; paylaşır, başkalarına değer verir, onları anlamaya çalışıp sever ve sayar.
Fakat ne yazıktır ki insanlık tarihi, barışın coşkularından çok savaşların kıyım ve acılarıyla doludur. Bunun için acısı olanları görmek, tanımak, anlamak ve onlara el verip barış içinde çoğalmak gerek.
CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu, bugünlerde toplumsal gerginlikleri "helalleşme" yoluyla gidermek için barışçı bir iklim geliştirmeye çalışıyor. Bu herkesçe desteklenmesi gereken saygın bir girişimdir.
Evet, ülkemizin tedavi edilmediği için, için için kanayan çok derin sosyolojik yaraları var.
Dilerim ki yen içine saklanan bu insani yaralar, tez elden gün yüzüne çıkarılır ve temizlenerek sağaltıma kavuşturulur.
Ve dilerim ki, bu girişim bir seçim sloganı olmaktan çıkıp, barışçı bir uygulamaya dönüşür.
Barışçı bir ortam oluşması için en etkili yöntem, tüm paydaşlarla empati kurabilmek ve onlarda yalnız olmadıklarını duyumsatan bir farkındalık yaratmaktır.
Empati, bir kimseyi önemseyip ona: "ben sizi anlıyorum" demektir.
Eğer, karşınızda; öfkeli, yaralı, acılı, coşkulu kişi-grup veya canlılar varsa ve siz de onlara "ben sizi anlıyorum" diye söze başlamış ya da onlarda bu sözün amacı olan bir duyguyu yaşatmışsanız, artık işiniz kolay ve istenen iletişim ortamı sağlanmış demektir.
Empati yapma ya da halden anlamanın sihirli bir gücü vardır, bu güçle kişiler başkasının acısını, coşkusunu anlar, onlarla duygudaş olup sağlıklı ilişkiler kurabilir.
Kim bilir, belki de böylesi bir deneyim Tolstoy'a: "Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın." -sözünü söyletmiştir.
Dünyada olup biten pek çok istenmeyen toplumsal olay incelenirse, asıl nedeninin halden anlamamak olduğu görülecektir.
Eğer, toplumu oluşturan; anne, baba, çocuk, komşu, öğretmen, yönetici ve devlet halden anlarsa; orada iklim değişir, insanlar uygarlaşır, yaşam kolaylaşır.
***
Birkaç kıtaya yayılmış bir imparatorluğun mirasçısıdır bizim ülkemiz. Bu topraklarda halkın büyük çoğunluğu yaşamak için, küçük bir azınlık ise daha çok kazanmak için savaşmış, ölmüş, öldürmüş.
İşte bu geçmişten günümüze miras olarak; karanlıkta kalmış pek çok olay, haksızlık, kıyım, cinayet ve acılar kalmıştır.
Bu acıların büyük çoğunluğu; farklı inanç ve yaşam tarzlarını ortadan kaldırmak, kendi kültür ve yaşam tarzını onlara dayatmak yani 'başka' kültürleri asimile etmek amacını güder.
Şimdi de Osmanlı hayranlığı ve özentisi içinde olanlara; Yerli, Millî, Osmanî, Turanî ve Tarihi iki hatırlatma yapmak isterim:
- Birincisi: Osmanlı, 1913 yılında İstanbul'daki I. Kolordu Komutanlığına Alman Ordusu generallerinden Otto Liman Von Sanders'i getirilmesidir.
- İkincisi: Osmanlı coğrafyasında farklılıkları yok etmek için ilk eylem adımını İttihat ve Terakkî Cemiyeti lideri 'Turancı' Enver Paşa'nın atmasıdır. Enver Paşa, 24 Şubat 1914 günü Osmanlı Hanedanlığında etkili bir damat olunca, "Turan" emelleri için Osmanlı topraklarında gözü olan emperyalist Almanya ile işbirliği yapar. Bu amaçla da 1 Ağustos 1914 tarihinde, Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında gizli bir ittifak anlaşması imzalanır. Bu anlaşmaya göre Osmanlı ordularının askeri kararları ve operasyonları üzerinde belirleyici güç Almanya olacaktır.
Bu mu yere göğe sığdıramadığınız Osmanlı?
Bu mudur yerlilik ve millilik?
Devletin karanlık arşivlerinde unutulsun diye halı altına süpürülen, ama toplumsal belleklerin hiç unutamadığı daha nice yükler var. Ermeni, Süryani, Kürt, Alevi halkların çektikleri, sıkıyönetim olağanüstü haller, Sarıkamış, Koçgiri, Dersim, Şark Islahat Planı, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, 12 Mart, 12 Eylül, Hapishaneler, İşkencehaneler, Jitemler, Maraş, Çorum, Sivas, Roboski, Gezi, Gar ve daha nice nice olay yüzleşme bekliyor.
Karanlık içinde kalmış bu kirli bagajlardaki sayfaları aralamak, oralardaki utançlarla yüzleşmek ve acılar yaşmış olanlara "sizi anlıyoruz" diyebilmek bir insanlık erdemidir.
Niçin erdemli olmaktan korkuyor ve kaçınıyoruz?
Berfo Ana adıyla bilinen Berfo Kırbayır'ı sanırım 40 yaş üstü herkes tanır. Berfo Ana, 12 Eylül 1980 sonrasında gözaltına alınan, bir daha hiç haber alınamayan Cemil Kırbayır'ın annesidir. Bu anne, tam 33 yıl oğluna ait mezar ve kemikleri bulmak için ağıtlar yaktı, devlet kapılarını çaldı, yetkililerden sözler aldı ve taksim meydanında kendisi gibi acıları olan "Cumartesi Anneleri" ile birlikte aylarca direndi (yarın 869. haftası). Ama oğlunun kemiklerini bulamadan ölüme yenik düşüp, özlem ve acılarıyla birlikte gömüldü, "Cumartesi Annesi" Berfo Ana.
Acaba devlet, göz altına alındıktan sonra kaybettiği Cemil'in kemiklerini, bu yaşlı, acılı anneye verilmiş olsaydı ne olurdu?
Berfo Ana belki, oğlunun kemiklerini, toprağını koklayıp, öpüp, okşarken bir dinginlik kazanır sonra da huzur içinde ölürdü!
'Üstün ırk' safsatasıyla Alman halkından büyük destek alarak faşist bir korku yönetimi kuran Hitler, yıllarca insanlık suçları işledi, sonunda hem ülkesi enkaza döndü hem de dünya kana bulandı ve çok büyük acılar yaşandı...
Almanya sonraki yıllarda bu büyük(!) liderini, arkadaşlarını ve öğretilerini yargılayıp lanetledi.
Yetinmedi, ayrıca işlenen insanlık suçlarını mekanlarıyla aletleriyle ve belgeleriyle herkese açık nefret müzelerine dönüştürüp teşhir etti.
Almanya, böyle uygar bir adım atarak; hem tarihinin bu utanç dolu karanlık sayfasıyla yüzleşti hem de insanlıktan özür dilemiş oldu.
Sanırım şimdi okurlarıma iki soru sorabilirim:
Almanya'nın faşist geçmişiyle yüzleşmesi, acaba ülkesi ve halkına neler kazandırdı?
Almanya'nın faşist geçmişiyle yüzleşmesi, acaba ülkesi ve halkına neler kaybettirdi?
Emin Toprak- DOSTÇA
Diğer yazılarım için tıklayınız