Ekrem İmamoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ekrem İmamoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Nisan 2025 Cumartesi

Ya hep beraber ya hiçbirimiz birlikteliği


19 Mart 2025'de Ekrem İmamoğlu, "siyasal ve yargısal” bir operasyonla gözaltına alındı ve tutuklandı. Bu hukuksuz eylem ülkemiz için büyük bir deprem oldu ve faturası gün geçtikçe büyüyor.

Yurdun her yerinde günlerdir milyonlarca insanımız ayakta, bu hukuksuz operasyonu protesto ediyor.

Ekonomi en dibe inmesin diye: 

*Bayram tatili 9 güne çıkarılmış yine de: 

*Merkez Bankası 18-24 Mart günlerinin ateşini düşürmek için şimdilik 29 milyar dolar satmış...

*İstanbul Borsasında küçük yatırımcılara büyük kayıplar yaşamıştı. Fakat depremin artçıları bitmedi, devam ediyor. 

Sorumluluğunu bilen bir mağdur birey olarak ben de boş durmadım:

23 Mart günü kurulan 'Dayanışma Sandığına oyumu atmış...

29 Mart günkü "Maltepe Mitingi" için karara varmış...

Ve dostlarla  Bostancı sahilinde buluşmuştum.

Maltepe Toplanma Alanına coşku içinde yürüdük. (Geri dönüşümüz de  coşkuyla aynı yoldan...)

Hiç yorulmadık, aksine yürüdükçe dinlendik, düşündükçe dirildik.

Çünkü buraları, her gelişimizde bir başka güzel oluyor...

Çünkü, bu muhteşem kıyı şeridi, kesintisizce Tuzlaya uzanıyor...

Çünkü, gidiş dönüş yolunun arasına dikilen manolyalar büyüyor, çimenler güçlenerek daha derinlere kök salıyor...

Çünkü, tam karşımızda Marmara'nın incileri: Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada sıralanıyor...

Çünkü; "Ya hep beraber, ya hiçbirimiz " anlayışıyla milyonlarca genç-yaşlı-kadın-erkek yoldaşa bu koca meydan dar geliyor...

Çünkü milyonların; "Hak, hukuk, adalet" çığlıkları meydanı aşıyor...

Çünkü; çoğumuzun 'A politik' saydığı 'Z Kuşağı Gençliği'; Şehzadebaşı, Maltepe'de başlayıp yurdumuza yayılan protesto gösterileri ve 2 Nisan Boykotunun en önemli özneleri olmuşlardı. (Demek ki biz yanılmışız, bir özür borcumuz var: Z Kuşağı Gençlerine...)


Meydanlarımız, hiç benzemiyor 68’li-78’li yılların meydanlarına...

Şimdi meydanlarda sadece akran gençler bulunmaz, dört kuşak bir arada!

Belki akademiler susmuş-susturulmuş, fakat bu kez halden anlayan yoldaşlar çoğalmış.

Bakın, görün işte: nine-dede-anne-baba-kardeş-torun el ele, omuz omuza...

Coşkulu milyonlar meydanlara çıkmış: "Hak hukuk adalet" istiyor.

Uzak değil haklarını bugün-yarın alacaklar...

Fakat onların sesleri dalga dalga çoğalıp yankılanarak taa uzaklara varacak.

O uzaklarda korkulu rüya gören birileri de panikleyip, hiç istemedikleri kararları verecek...

Onların gizli tanıkları, besleme medyaları, kayyumları... yargılama ve denetim dışı tuttukları kaba militarist zalim güçleri var. Bu güçlerin gücü ve yalanlarıyla, düzenlerine karşı olanlar için bir korku iklimi yarattılar.

Halkın kaynakları ve iradelerine vahşice-sadistçe saldırdılar.

Kadın-genç-yaşlı-hasta farkı gözetmeden saldırıp kitlesel tutuklamalar yaptılar, yapıyorlar.

Ahmet Arif, bu korkakları şöyle tanıtır:

"Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,..."

Halkımız da zulme-talana karşı direniyor ve diyor ki:

"Biz korkmayız ondan bundan..."

Onlar ise; korkuyor, yönetemiyor ve çırpınıyorlar!

Elbette halkın demokratik gücü tez zamanda, onları geri gelmemek üzere gönderecek... Ve sırça köşklü saltanatları bitecek!

***

Şimdi de bu korku salan, uyku bölen: "Hak hukuk adalet" sözcüklerin anlamları neymiş birlikte bakalım:

'Hak'; Arapça kökenli bir sözcüktür. Dilimizde: kazanç-kazanım-çıkar gibi karşılıkları vardır. Kısaca: bireye özel kazanımlar da diyebiliriz. Bu sözcük tüm sözlü-yazılı anlatımlarda kısaca yaşamın olduğu her yerde çok sık kullanılır.

'Hukuk'; Arapça kökenli ve 'hak' sözcüğünün çoğul halidir ve toplumsal düzenin kuralları ile kişisel hakları belirler ve korur.

"Adalet" de Arapça kökenli bir sözcüktür. Anlamı; eşit olmak, eşit kılmak, denklik, denge, doğru davranmak, hakkı teslim edecek hüküm vermek, herkese ve her şeye hak ettiği şekilde davranmak demektir. Demek ki adaletsiz bir yaşam ol(a)maz! Ve adaleti ancak kuvvetler ayrılığı ilkesini uygulayan bir hukuk devleti sağlar.

Hak-Hukuk-Adalet sözcüklerinin üçü de Arapça ve aynı kökten türedikleri için de benzeşir ve birbirlerini tamamlarlar. Ve herkes için hava-su kadar gereklidirler.

Halk işte bu yüzden; iş, çarşı, pazar, okul yani yaşamın olduğu her yerde hak-hukuk-adalet istiyor.

{Biliyorum bazı dostlar kızarak: "Demek ki, milyonlar isteklerini Arapça dillendirilmiş! diyecekler. Haklılar tam da öyle oldu, ama olsun! Çünkü; diller insanlığı yücelten evrensel değerleridir. Diller arasında geçirgenlik olabilir.}

Eğer milyonlarca insan her ortamda: hak-hukuk-adalet istiyorsa...

Düşünebilen hemen herkes bu konuda genelleme yaparak ve:

*Demek ki; halkımız, Haksız-Hukuksuz-Adaletsiz kalmış!

Ve hiç duraksamadan peşi sıra da şunları der:

*Demek ki; 23 yıllık iktidar demokrasiden uzak adil olmayan bir rejim kurmuş!

*Demek ki bu rejim; halkın hakkı olan: Hak-Hukuk-Adaleti sağlayamamış...

*Demek ki halka; Haksızlık-Hukuksuzluk-Adaletsizlik yapılmış... DER!

*

Hristiyan felsefeci-düşünür Aurelius Augustinus (354–430):

"Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?"

Demiş! ...

*
BOYKOT

Ben bir boykotçuyum:

15-18 Aralık 1969'da TÖS önderliğinde 'Büyük Öğretmen Boykotu'na katıldım, yargılanıp beraat ettim.

1973'de öğretmenlikten istifa edip yeniden öğrenci oldum. 1975 yılında uzun süren bir boykota katıldık. Bu süreçte darp edildim, haksız yere tutuklanıp ve kısa süre cezaevinde kaldım. Sonra okuldan atıldım ve Danıştay kararıyla geri döndüm...

24 Aralık 1979'da TÖB-DER önderliğinde Maraş Katliamı’nın birinci yıldönümünde bir günlük boykota katıldım, açığa alındım, soruşturma sonucunda göreve döndüm.

2 Nisan 2025'de de gençlerin organize ettiği bir günlük "Satın Almama Boykotu"na da katıldım.

Bu boykot ve eylemlere hak aramak için bilerek-isteyerek katıldım, hiç de pişmanlık duymadım. Fakat bunları anne-babam-akrabalarım duyup üzülmesin diye çok çırpındım…

Şimdi ise haksızlık yapan zalime karşı: nine-dede-anne-baba-çocuk-torun... Bir arada dört kuşak, el ele, omuz omuza...

Bu ne güzel bir görüntü ve birliktelik!
Aydınlık bir gelecek için bu dirençli örüntünün sürmesi gerekir...


23 Mart 2025 Pazar

Dayanışma Sandığı'na Giderken


Haksız, hukuksuz ve zalimce yapılan çıkar savaşları herkesi yaralıyor... 

Birileri de çıkmış: 'Halkımız niçin bu kadar kaderci, çaresiz, suskun!"  diye yakınıyor. Oysa bu durumu hiç yadırgamamak gerekir. 

Çünkü, 23 yıllık iktidarın yönetiminde:
  1. Hakları, özgürlükleri korumak ve adaleti sağlamakla görevli: Yasama-Yürütme-Yargı güçleri denetimsiz olarak tek elde toplanmış.
  2. Karara imza atacak olan bürokratları 'gelecek' korkusu sarmış…
  3. Çare bulsunlar diye seçilmiş vekiller ile meclisleri işsiz, işlevsiz kalmış…
  4. Güvenliği sağlamakla görevli asker-polisler; hakkını arayan ana-baba-kardeşleri bariyerle engellerken, gaz ve su sıkıp, cop kullanır olmuş…
  5. Emek karşılığını bulmamış, yoksulluk ve hukuksuzluk zirve yapmış...
Bu sıralamayı daha da uzatacaktım fakat hemen herkesin bildiği diyaloğu anımsayınca durdurdum. 

*
Derler ki:  
{Napolyon yenilmez bir komutan iken yenilir ve sorumlu komutana: 
"Niçin yenildik? diye sorar. 
Komutan: “Efendim beş (5) nedeni var.” der ve hemen saymaya başlar: 
"1. Barut bitti... 2. .." 
Napolyon: “Ötekileri sıralamaya gerek yok!” deyip komutanı susturur.}

*
{ Ve eğer Napolyon engeli olmasaydı daha size:

Yargıçların gelecek korkusu içinde; hukuka, vicdana uygun karar yerine, otosansür ve fısıltıların belirlediği kararlar verdiklerini... Tüm gazeteci, yazar, sanatkar, akademisyen, işçi, memur, öğretmen, öğrencilerin korku içinde olduklarını... Dünyanın en büyük şehirlerinden İstanbul'un milyon oylarla Belediye Başkanı seçilmiş Ekrem İmamoğlu'nun 'gizli tanık' ifadeleriyle gözaltında tutulduğunu... Halkın seçtiği birçok il ve ilçenin  belediye başkanları görevden alınıp, yerine kayyumlar atanmasıyla halk iradesinin yok sayıldığı... Böylesi hukuksuz keyfi kararlar ve "İmamoğlu Depremi" yüzünden; çöküş noktasına varmak üzere olan ekonomiye ve küçük yatırımcılara çok büyük zarar verdiğini... Ayrıca bu 23 yıllık iktidar; nice can ve mal kaybı yaşatan yüzyıllık Kürt sorununa henüz demokratik bir çözüm bulamamışken... Şimdi de bir vasi edasıyla; Suriye Kürtlerini de yok sayacak bir 'çözümsüzlük' istemekte bu amaçla ülke kaynaklarını heba etmekte... Yurdumuz çoraklaştığı için; bilim, kültür, sanat, eğitim, ekonomi gelişmiyor, sığ düşünce, polemik, hakaret, tehdit, küfür dili ise  zenginleşiyor... Zaten pranga dolu bu iklimde; hangi duygu, düşünce, fırça, kalem, mızrap özgürce, konuşur, tartışır yazar, çizer ki!.. Tabii ki, özgür ve özgün düşünme olmazsa : başarı-verim de olmaz! da diyecektim.}

Aslında, Napolyon yöntemi uyarınca; sadece yukarıdaki (5) maddeden (1.) bile yeterliydi. Ancak; 'söz uçar yazı kalır!...   

*** 
  
Yazdıklarımı okuyunca sizler de haklı olarak: Peki; 23 yıllık iktidar, bunları bir bir yaparken acaba muhalefet ne yapıyordu? diyebilirsiniz.

Anlatayım:

Muhalefet 2002 yılında yaşadığı büyük seçim şoku nedeniyle uzun süre derlenip, toplanıp uyanmadı.   

Çünkü, 2002 genel seçiminde AKP yüzde 34,3 gibi düşük oranda oy alsa da:363 milletvekili kazanmış ve tek başına güçlü bir iktidar olmuştu. 

Fakat bu sürpriz iktidarın bir de gizli ortağı vardı. İktidar bu yere göğe sığdıramadığı 'karanlık' ortağı: "Hizmet Hareketi" diye tanıtıp kendileri için 'kılavuz' saydı. 14 yıl kol kola girerek; makam, çıkar paylaşa paylaşa birlikte çokça yol aldılar. Yurdumuz ve dünyaya yayılan bir eğitim ağı kurdular. 

Bu mutlu yoldaşlık; dershane krizi, tapeler, Rıza Sarraf hediyeleri, alo babacığım paracıkları, delil-belge sayılmayan saat-çanta-kutu-çekimler... ortaya 'foş' olunca, karşılıklı kılıçlar çekildi ve ortaklık darbe girişimi ile son buldu. 

Ve en yetkili kişi ekranlara çıkıp: "Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin." dedi. Allah'ın affetmesini beklemeyen, mahcup munis muhalefet 'Yenikapı'da Kürtler olmaksızın bu 'mağdur' iktidarla sarmaş dolaş oldu...  

{Erdoğan'ın geçmişte "Fetö suç örgütü" ile kurduğu bu ilişkiden dolayı bir  hesabı olduğu itirafı idi ve hiç sorgulanmadı. CHP  ciddi olarak bu itirafın sorgulanmasının takipçisi olmadı. Bugün de onlar 'gizli tanık' ifadeleriyle yargılanıyorlar.}   

CHP demokratik muhalif olacağına, yıllarca olup biten hukuksuzluklar için çokça; "belki, ama, fakat, lakin…” üretti. Sınır ötesi operasyonlar yapılsın dedi. Dokunulmazlık kaldırma isteğini Anayasaya aykırı buldu, fakat  'evet' kalksın dedi. Kayyum atamalarına sıra kendilerine gelinceye kadar göz yumdu. Altılı masa başarısızlığı nedeniyle de genel seçimi kaybetti... 

Fakat CHP 2023 yerel seçimlerinin birincisi olsa da zafer sarhoşu olmadı. İktidara uzlaşı elini uzattı. Kimileri bu barışçı girişimi eleştirse de bence bu doğru bir adımdı. Fakat iktidar ne uzlaşı ne barış ne de demokrasi istiyor. Ayrıca, yönetemediklerini ve gelecek seçimde de kaybedeceklerini bildikleri için de çok korkuyorlar. 

Bu nedenle barışmayı, uzlaşmayı istemiyorlar, öfke ve kinle gözdağı veriyor, kayyum atamaları, toplu tutuklamalar, 30 yıl öncesi diploma iptal etmeleri...

Özetle; yargı sopa, muhalefet ise hedef olmuş ve etik olmayan, haksız, hukuksuz, provokasyon dolu günleri başlatmıştır.  

Ve tam gazla gidiyor, gitmekte olan!  

Bu kez CHP dik durdu. Hiç ikircik yaşamadan soğuk meydanlarda halkla buluşup kucaklaştı ve sıcak ilişkiler kuruldu. Halka doğru adım atmanın karşılığı olarak da yurdumuzun her noktasından muhteşem görüntüler izledik. 

Halkın gücüne bir kez daha inandım. Ve bu halkçı adımın devamını dileyerek alkışladım.  
*

Bugün demokrasi-barış isteyenin bayramı!  Önseçim 'Dayanışma Sandığı'na giderken iç çığlığım: 'Ya hep beraber ya hiçbirimiz!' oldu. 

Ve Ekrem İmamoğlu için tutuklama kararı verildi…


Emin Toprak - DOSTÇA