Ülkemiz ve insanlarımız, Evren’li, Çiller’li, Jitemli yıllarda nice ölümler, nice işkenceler, nice acılar çekti yaşadı…
Çiller zamanında hazırlanan listelerdeki sakıncalı Kürt işadamları tek tek öldürülüyor, karanlıklara atılıyor, derinlere gömülüyordu. Sonrasında da yemin billah biz yapmadık bilmiyoruz diyerek riyakârca inkârları oynuyorlardı…
558 haftadır Galatasaray meydanında toplanan “Cumartesi Anneleri”nin; “Hiç olmazsa bize katlettiğiniz canlarımızın mezarını gösterin, kemiklerini verin” diye attıkları çığlıklar devam ederken, 14. Yılına giren iktidar onlara bir teselli bile veremedi…
Ve gazetelerden güncel bir haber; dün Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Cizre’de işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili açılan davada dönemin İlçe Jandarma Komutanı Cemal Temizöz ve korucular dahil bütün sanıkların beraatına karar verdiği kararının gerekçelerini açıkladı. “…Mahkeme, sanıkların çete kurarak 21 kişiyi öldürdüklerine ilişkin “şüpheleri” olduğunu ancak şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği beraat kararı verdiğini bildirdi.”
***
Şimdilerde ise birileri, seçim sonuçlarını önüne alıp, az oy aldığı yerleri, köy köy, belde belde, ilçe ilçe, il il listeleyip oraları kuşatmaya alıp, susuz, ekmeksiz, elektriksiz bırakıyor. Böylece “diğerleri” dediği insanlara, gözdağı vererek onları sindirmeye, susturmaya, göç ettirmeye çalışıyor.
Çocuk, kadın, hasta ve yaşlılar, savaşlarda bile korunup esirgenir, buna uymayanlar ise savaş suçlusu olarak yargılanırken, bizdeki bu kuşatmalarda, çocuk, kadın, hasta ve yaşlılar gözetilmeksizin tüm hakları gasp ediliyor… İnsanların ölüm öncesi iniltileri, çığlıkları, mermi ve bomba seslerine karışarak gökyüzüne yükseliyor...
Birileri ise, tüm olanları hiçe sayıp çetele tutuyor “bir bizden, on, onlardan” hesapları yaparak nutuklar atıyor…
Oysa en kutsal insan hakkıdır, güven içinde yaşama hakkı… “Bir bizden, on, onlardan” mantığı ile yok edilemez halklar, haklılıklar. Sosyal olaylar güvenlikçi anlayışlarla değil, karşılıklı konuşmalarla, kısıtlanan hakların verilmesi ile çözülebilir. Güvenlikçi anlayışla sindirilen öfkeler, kin olarak karşı döner. Olaylara sebep olan, onlara emir veren, uygulayanlarda, eğer vicdanın kırıntısı bile kalmışsa; bu ölümler, bu çığlıklar, bu iniltiler her gün, her gece kâbus olup onları uykusuz bırakacak, sıçratacak yastığa konmuş başlarını… Ellerindeki o kanlar, yüzlerindeki o lekeler nedeniyle, eşinin, çocuklarının, torunlarının yüzüne bile bakamayacak, her gün yeniden, yeniden bir kor gibi için için yanıp yok olacaklar…
Ne var ki, ne yazık ki, onların için için yanıp yok olması da çözmeyecek sorunlarımızı, dertlerimizi…
***
Şimdi bir an olsun ekonomimizi, dünyadaki ‘değerli yalnızlığımızı’ ve görünüşümüzü, unutup (unutulmaz ya), içimizden birilerine reva görülenlere, yapılanlara, olup bitenlere bakalım. Bakın görün neler oluyor neler… Lice- Şırnak-Nusaybin-Diyarbakır ve pek çok yerde (güya) kenti ve insanları korumaya gelmişler; küfür edip, nefret söylemleri ile halka meydan okuyor, duvarlara sloganlar yazıyor, geldik yoksunuz… Deyip, çığlıklar eşliğinde, havaya binlerce mermi sıkıyorlar. Kim vurduya gidiyor pek çok kadın, çocuk ve yaşlılar.
İşte size iki ay içinde işlenmiş, iki tane nefret suçu örneği:
1. 10.08.2015 günü Muş Varto’da çıkan çatışmada Kevser Ertürk öldürülür. ”Hayatını kaybeden PKK’li bir kadının cesedi sokakta polislerce çıplak bir şekilde teşhir edildi.” http://www.imctv.com.tr/pkkli-cesedine-iskence-iddiasi/
2. 15.10.2015 günü Şırnak’ta Hacı Lokman Birlik öldürülür. “Telsiz konuşmalarında polislerin, Birlik’in fotoğraflarını çekmek ve araca bağlayıp karakola sürüklemek için amirlerinden izin ve talimat aldığı ortaya çıktı.” http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/440749/Telsiz_konusmalari_vahseti_ortaya_koydu.html
Çatışma sonrasında öldürülen kadının çıplak cesedinin görüntülerini sosyal medyada paylaşmak, öldürülenin cesedini polis aracına bağlayıp şehir turu attırmak, bu videoları, tehdit mesajları eşliğinde ölünün yakınlarına göndermek…
Oysa tüm inançlarda nefret suçudur, ölülere işkence yapmak. Demek ki bu insanlık suçunu işleyenlere “haydi yiğidim, yürü…” deyip cesaretlendiren odaklar var. Eğer böylesi odaklar olmasaydı, bunlara hesap soran, sus diyen, dur diyen, hak ettikleri cezalar verilebilen birileri olsaydı…
Yok ama yok, yok! Yok!..
***
Birisinin babası insan hakları savunucusu bir avukattı, görevi gereği, yukarıda anlatıla gelen olayların mağduru olan insanların haklarını arıyor, demokrasi, eşitlik ve barış istiyordu. Tam da bu isteklerini dillendirilirken ense kökünden giren kurşunla öldürüldü, bu barış abidesi insan, hem de çoksesliliğin simgesi dört ayaklı minare’nin (ve herkesin gözü) önünde…
İşte onun kızı; “Keşke babamız hapisten çıkmasaydı şimdi yaşardı.” Dedi.
Diğerinin babası gazeteci idi, görevi gereği, yukarıda anlatıla gelen olay ve benzeri haberleri okuyucuları öğrensin diye yazmıştı gazetesinde ve bunun için konmuştu hapishaneye…
Ve onun oğlu (avukatın ölümünden etkilenerek); “İyi ki babam hapiste ve şimdi yaşıyor.” Deyiverdi…
Ve başımızı, iki avucumuz arasına alarak sessizce çığlıklarımız:
İşte, 90’lı yıllara kardeş yıllar…
İşte, tünelin ucundaki ışığı göremeyen insanlarımız…
İşte, oyuncakları ölüm kusan mermi olmuş, geleceğimiz çocuklar…
İşte, insanlar yaşasın diye hapishanelerin özlendiği bir ülke, bir iklim…
İşte, güvenlikçi anlayışla on dört yıllık iktidarın ülkeyi getirdiği son durum…
Emin Toprak- DOSTÇA
Bu yazı Radikal Blog’da:
http://blog.radikal.com.tr/politika/hapishanelerin-bile-ozlendigi-bir-ulke-bir-iklim-118897
Merhaba dostum. Yoruma bile gerek kalmayacak sadelikte analiz etmişsin ülkemizin durumunu. Bir ülkede insanlar sevdikleri için "iyi ki hapishanede" deyip can güvenliklerini hapisane güvencesinde görür hale gelmişse o ülke için "insanları cehennemden beter koşullarda yaşıyor" dense yadırganmaz. Geçtiğimiz gün yapılan ankette halkın hukuka güvenin yüzde üçe düşmesi aslında yazınız tam özeti gibi. Buradan bakınca "bu zillet nereye kadar?" diye sormadan insan edemiyor. Tabi bu sorunun doğru cevabını da bu ülkede yaşayan insanlar olarak hepimiz vereceğiz.
YanıtlaSil