Hem veli, hem de eğitimci kimliğimle, ödev
konusunda yaşantı ve düşüncelerimi yazmak istiyorum. Buna bir anlamda toplumun ödev konusunda
yaşadıklarını gösteren fotoğraf karesi de diyebilirsiniz. Bu nedenle her satırı
yazarken, aynada kendimi; bazen veli, bazen öğretmen, bazen de öğrenci olarak
gördüm. Öğretmenlerin de bu yazıyı okurken ve ödev verirken kendilerine; “Ben
öğrenci olsaydım…” “Ben veli olsaydım…” Sorularını sormaları dileğimdir.
Okul Ödevi:
Ödev:
“Yapılması,
yerine getirilmesi gerekli olan iş ya da davranış, görev, vecibe, vazife…”
olarak tanımlanır sözlüklerde.
Okul
ödevi ise, "Derste öğrenilenleri pekiştirmek, kalıcı kılmak veya
işlenecek konuya hazırlık amacı ile konusuna göre, yazılı, sözlü ve uygulamalı
olarak grup ya da bireye verilen etkinlikler”
olarak tanımlanabilir.
Ödevlerin
bize yaşattıkları:
Her aile gibi biz de çocuklarımıza
verilen ödevler nedeni ile sorunlar yaşadık. Anne-baba eğitimci olduğumuz halde,
bu sorunlara çözüm bulamıyorduk. Bizim gibi pek çok velinin de yaşadığı
sorunlar, günümüzde yaşanmaktadır. Sorunu göstermek ve durum tespitinde
bulunmak için, yaşanmış birkaç olayı örnek olarak paylaşmak
istiyorum.
- · Birinci Örnek; Yıl,1989 veya 1990 ilkokul 3 ya da 4. Sınıf öğrencisi çocuğum. Sınıfa “Bayramda Yaşadıklarım” konulu bir sayfalık yazı yazma ödevi verilmiş. Diğer arkadaşları gibi bizimki de konu hakkında duygu ve düşüncelerini (tatilde) yazmış ve sırası gelince de okumuş arkadaşlarına. Öğretmeni yazıyı beğenmiş olacak ki, “Güzel olmuş, fakat bunu annen mi baban mı yazdırdı?” diye sormuş. Bu söylemden sonra sınıfta neler konuşulup yaşandığını bilmiyorum. Fakat o akşam, çocuğumuzun bize yaşattıkları ve mesleğimiz için (siz öğretmen olmasaydınız, bu iş başıma gelmezdi!...) deyip, söylendiklerini hala unutmuyorum. Haksız mıydı? Hayır, bence çok haklıydı. Çünkü ödevini kendisi yapmış, ne benden ne de annesinden yardım istemişti…
Sonra
ne mi oldu? O çocuk büyüdü,
üniversite bitirdi. Fakat yıllarca kompozisyon yazma ve ödev yapmaya karşı
direnç gösterdi…
- İkinci örnek; Yıl,
1996 ilkokul 3. Sınıf öğrencisi diğer çocuğum. Öğretmen tüm sınıfa; “Matematik
kitabı sayfa…‘deki 8 soruyu okuyun, defterinize yazın ve çözün.” şeklinde
olan talimatını deftere yazdırarak ev ödevi vermişti. Ödevini yapmak için
masasına oturan çocuk birden bire yerinden fırladı. Sınıf öğretmenine ve
öğretmen olduğumuz için bize de saydırmaya başladı. Tehdit edercesine, bu
ödevi yapmayacağını, bunun bir geri zekâlı işi olduğu benzeri öfkeli
söylemlerde bulundu. O şaşkınlık ve telaşla içinde,
ne oldu!? Neden bağırıyorsun!? diye sormamıza fırsat vermeden, defter ve
kitabını bize doğru fırlatıp, “Ödev konusunu ve kitaptaki soruları
okuyun bakalım.” dedi. Annesi hemen defter ve kitabı yerden alıp
incelemeye başladı. Ben, ne olacak diye
bekliyorken, hanımın şaşkınlığını ve yüzündeki kızarmaları gördüm. Bu kez
ben, ne olduğunu anlamak için defter ve kitaba baktığımda yanaklarımda
alevlenmeler hissettim. Çünkü ödev olarak
verilen 8 sorunun başlangıcında: “Aşağıdaki soruları okuyup, zihinden
cevaplandırınız.” uyarısı vardı…
Sonra
ne mi oldu? Çocuk, kendisini hükmen galip ilan etti.
Anne-baba ve öğretmen ne yaptı? O cevabı da size bırakıyorum.
- Üçüncü örnek; yine
o yıllarda, “Sınav Anneleri” tarafından yaygınlaştırılan (halen de
etkili olan) “ Çok ödev veren, çok
iyi öğretmen” anlayışı, toplumda
oldukça fazla kabul gören egemen bir görüştü. Öğretmenler (bu teze inanmasa da-zorunlu olarak-),
‘veli memnuniyeti’ sağlamak ve ‘iyi öğretmen’ olduğunu kanıtlamak
istercesine, ödev verme yarışına
girişmişti. İşte bizim öğretmenimiz de onlardan biriydi. Bu nedenle de,
evde hemen her gün ödev kavgalarımız oluyordu. Her gerginlik sonunda
annesi, bazen yalvararak, bazen küçük hediye ve vaatlerde bulunarak
ödevleri yaptırır okula gönderilirdi çocuğu.
İşte bu günlerin birinde, çocuk,
çok sevdiği çizgi filmleri izlememe, top oynamama pahasına yapmış olduğu ödevlerin sınıfta
kontrol edilmediğinin farkına varmıştı...
Sonra
ne mi oldu? Ödevlerini önce eksik, sonra yarım yapmaya, daha sonra da yapmamaya başladı…
- Dördüncü örnek; Yıl, 1989 veya 1990, lisede rehber öğretmenim. Okul müdürü ile, odasında konuşuyorduk, kapı çalındı; içeriye, okul için çok çalışan koruma derneği yöneticisi girdi. Selam vererek müdür beye, müsait olup olmadığını sordu. Müdür bey, müsait olduğunu belirtince de oturdu. Hal hatır konuşması bitince de asıl konuya girdi. Elindeki kağıdı göstererek,” Müdür bey, matematik öğretmenimiz bu soruyu ‘dönem ödevi’ olarak vermiş, çocuk da, ben de çok araştırdık fakat çözecek birini bulamadık. Sizden yardım istiyorum.” dedi.
- Ben oldukça şaşırmıştım, müdürün yüzünde üzüntülü bir hal oluşmuştu. Sonra zile basıp görevliyi çağırdı. Görevliye “… öğretmeni çağır gelsin” dedi. Okulda 4-5 matematik öğretmeni olduğu halde çağırdığı öğretmen, o ‘dönem ödevi’ni veren öğretmendi. Artık orada kalmamam gerektiği düşüncesi ile izin isteyip ayrıldım. Ama, müdürün de o öğretmene ne dediğini çok merak ediyordum. Birkaç saat sonra çağrılan öğretmeni bulup sordum içeride neler olduğunu. Gayet sakin bir tavırla, “Müdür bey, odadaki veliye, dönem ödevini yapabilmesi için yardımımı istedi…” dedi…
Sonra
ne mi oldu? Öğretmen, öğrencisine verdiği dönem ödevini, okul müdürünün emriyle, veliye
yardım amacı ile yapılmış oldu. Başka söze gerek var mı?
Örnek verdiğim yıllarda, 'Günlük Ödev' ve 'Dönem Ödevi' vardı. Sonraki yıllarda amaç
değişmese de 'Performans Ödevi' ve 'Proje Ödevi' olarak isimler değiştirildi.
İsimler değişse de sorunlara kaynaklık eden tutum ve uygulamalar hiç değişmedi.
Yani ödev, hep ödev olarak kaldı. Aynı sorunları yaşattı ve yaşatıyor. Ödev, öğrencinin değil velilerin ödevi
olmaya devam ediyor…
- Görevleri
arasında olmasa da, çocuğunun geleceği için(!) ödev yapma işini
üstlenen anne-baba, veliler…
- Öğrencinin
yapmadığını bile, bile ödev vermeye devam
eden (aynı zamanda anne-baba veya veli olan) öğretmenler…
- Sorunu
çözmek yerine en kolay yol olan, ödevi
ortadan kaldırmak noktasına gelen MEB…
- Öğretmen-Veli
sarmalı içine sıkışmış ve sonuçta karne alan (fatura
kesilen) öğrenciler…
-için, sonraki yazım “Ödev Sorunu Nasıl Çözülür?”
Yazı
Milliyet Blog'da :http://blog.milliyet.com.tr/odev-bir-sorun-mu-/Blog/?BlogNo=448579
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder