Ülkemizde hemen herkes Sn. Meral Akşener'i tanısa da ben de kısa bir anımsatma yapmak istiyorum.
Emin Toprak - DOSTÇA
Emin Toprak - DOSTÇA
Emin Toprak - DOSTÇA
Emin Toprak- DOSTÇA
Salon; 70'li 80'li yıllardan kalmış yaşlı tahta sandalyelerle donanmış. Dinleyicilerin hemen hepsi akran, çoğu tanıdık-bildik. Bedenleri yılların izlerini taşısa da herkesin yüzü gülüyor, gözleri ışıl ışıldı.
Delikanlı kız-erkekler, tek tüktü ve onların da bu coşkuda pek payı yoktu. Kimi anne-babası kimi de dede-ninesi için gelmişti (düşünülmesi gereken bir durum).
Bunun için ülkede demokrasi-hukuk-huzur-barış olmamış, her zaman çatışma-savaşlar olmuştur.
Düşünsenize, bir insana; kendi anadilinle değil, benim dilimle oku-konuş, benim mezhebimi ve inancımı kabul et, çocuklarına ve coğrafyana benim belirlediğim isimleri vereceksin!
Demek ...?!
***
Ülkemizin demokrasiye dair bir karnesi var, işte o belge:
Emin Toprak- DOSTÇA
Bu özellikleriyle yaşamımızı kolaylaştıran Eylül, ne yazıktır ki halkımıza en zalim, en kanlı, en sabıkalı, en karanlık günleri de yaşatmıştır.
6-7 Eylül 1955 ve 12 Eylül 1980 de bu karanlık günlerdendir. Bu kara günler, 35 yıl arayla yaşansa da aralarında kuvvetli bir bağ vardır. Bu bağ, evrim geçirerek azgınlaşan tekçi güç ve anlayışıdır.
'Varlık Vergisi' Sn. K. Kılıçdaroğlu'nun 'helalleşme' konularındandır. Kısaca anlatırsak:
'Varlık Vergisi', 1950 yılına kadar ülkeyi 'Tek Parti' ile yöneten CHP'nin 11 Kasım 1942'de çıkarıp uyguladığı bir yasadır.
Bu hak, hukuk yoksunu, eşitlikçi olmayan ırkçı yasa yüzünden, ülkedeki azınlıklardan özellikle Rumlar ile Ermeniler çok zor günler yaşamıştır.
6-7 Eylül 1955 olaylarının özeti:
İstanbul'un gayrimüslim yerlilerinin; evlerini, kutsallarını ve işyerlerini hedef alıp talan eden bir güruhun kalkışmasıdır. İnsanlık suçu bu eylem sonunda sağ kalan masum insanlar, ölmemek için yüzyıllar öncesi büyük büyük atalarından kendilerine miras kalan ev, işyeri ve vatanlarını korku içinde terk etmek zorunda kalmışlardır.
6-7 Eylül 1955 olaylarının tanıkları:
Birinci tanık: Sabri Yirmibeşoğlu:
Yirmibeşoğlu; 6-7 Eylül 1955'te Seferberlik Tetkik Kurulunda görevli bir subaydır. Çalışırken “Derin devlet”, “gladyo” diye anılır. 1988-1990'da Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği yapmıştır."6-7 Eylül de bir 'Özel Harp' işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı..." (Daha ne desin ki!).
İkinci tanık: Mikdat Remzi Sancak:Eski bir İstanbul kabadayısı’ Mikdat Remzi Sancak, kendisi ile yapılan söyleşide o geceyi ve sonrasını uzun uzun anlatır. İşte o söyleşiden bir kesit:
“Ben o sıralar İstanbul’da yeni sayılırım. Denizciydim. Mal taşırdım. Haydarpaşa Garı’ndan Eminönü haline. Tesadüfen, o gün memleketten gelen bir arkadaşla Tophane’de muhallebi yiyorduk. Baktık insanlar koşuyor. Ortalık karıştı. Duyduk ki Atatürk’ün evine bomba atmışlar. Millet galeyana geldi tabii. Dükkânların camlarını kırıp içerde ne var ne yok alıyorlardı. Polisler de vardı ‘kırın, saldırın!’ diye bağırıyorlardı. Biz de katıldık, napalım?
Ne kadar Rum, Ermeni, Süryani, Musevi varsa hepsinin dükkânlarına girdik, evlerine daldık. Öyle bir kargaşa vardı ki, İstiklal Caddesi’nde iki gün tramvay çalışamadı. Yola kumaşlar, perdeler, eşyalar atılmıştı. Bir ara baktım bir kuyumcu dükkânına saldırıyorlar. Ben de karıştım aralarına, vitrinde ne var ne yoksa doldurdum koynuma. Küpe, müpe, altın... Epey bir süre sonra gece 12 civarı asker geldi, biz kaçıştık. Gece de gayrimüslimlerin yaşadığı Adalar’a vapur kaldırdılar, insanlar doluşup oralara da gitti yağmacılık etmeye, ben gitmedim ama. Aldıklarımı teknenin altındaki mazgala gazeteye sarıp sakladım. Aldıklarımı diyorum ama aslında çaldıklarımı demem lazım, çünkü tekneye gidince yaptığımın hırsızlık olduğunu düşündüm. Niye aldım diye biraz pişman oldum. Sabah olunca baktım teknenin biraz ilerisinde bir kese altın, başka bir yerde üç tane beşibiryerde reşat. Aldım onları da...
Öyleydi, bir kargaşa olmuştu ki herkes ne çarptıysa kaldırdı. Düşün, o zaman tramvaylar 3 kuruş. Yozgatlı bir köylü vatmana bilet parası vermek için elini cebine atıyor. Bir tane binlik çıkartıyor. Vatman, ‘bozamam’ diyor. Adam tekrar elini atıyor, cebine bir binlik daha çıkartıyor. Köylü adam, bilmiyor ki parayı. Bir kere daha, bir kere daha, bitmiyor. Vatman polis çağırdı. Adamın üzerinden 40 tane binlik çıktı. Aslında olanlar olacak iş değildi...”
Bence yeter, bu iki tanık bize 6-7 Eylül olaylarını yeterince anlattı.
***
Biz şimdi biraz da 12 Eylül 1980 faşist darbesine bakalım.
12 Eylül darbesini, şu anda 50 yaş ve üstü olan hemen herkes yaşadığı için iyi bilir, daha küçükler de okumuş, izlemiş ve dinlemiştir tüm olup bitenleri.
Her duyarlı vatandaşın bu kanlı darbe için ortak görüşü şudur:
12 Eylül 1980 darbesi zulme karşı duran tüm ezilenleri ve sömürülenleri, dışlanan ve yok sayılan halkları, inanç topluluklarını, işçileri, emekçileri, köylüleri, gençleri hedef almış militarist faşist bir darbedir.
Arkadaşım İlhami Şen, facebook sayfasında Karikatürist 'Hakan'ın 12 Eylül'ün kirli ilişkilerini anlatan muhteşem eserini paylaşmış, bende fotoğrafını çekip paylaşıyorum.
Bence bu sayede 12 Eylül 1980'i daha detaylı anlamış oluruz.
Ne dersiniz?
Ülkemizin resmi tarihine göre her şeyimiz harikaymış!
Peki, bugün bile gizli-dokunulmaz olan arşivlerde neler var, niçin halka açık değiller?
Niçin bireye, gruba, halka kendi kutsallarını bırak benimkileri kabul et denmiş ve denmekte?
Ne kadar incitici bir işkencedir bu!
Oysa eğer, farklılıkları yok saymayı, herkesi kendine benzetmeden vazgeçilse ve o farklılıkları tanıyıp anlamaya çalışılsa, bir arada yaşamak çok daha kolaylaşırdı.
Ve o zaman insanlar ortak akılla el ele verir, aydınlıklara yol alırdı.
Demek ki tarihi kutsal görmek yerine orada yaşanmış tüm artı ve eksilerle yüzleşmeliyiz.
Ancak o zaman insanca barış içinde birlikte yaşam kolaylaşır.
Unutmayalım ki:
Kötülüklerimizi sakladıkça iyiliklerden uzak kalırız.
Emin Toprak- DOSTÇA
Emin Toprak- DOSTÇA
Objektif tarih, geçmişimizin olmuşluklarıdır, orada; yaşanan övünç-ayıplar ve onların eser, enkaz ve belgeleri yer alır.
Böylece toplum ve bireyler, geçmişlerinin övünçlerini yineleyebilir, ayıplarıyla da yüzleşebilirler.
Bu erdemli ve gerçekçi bakış, toplumu da kişileri de saygın kılar.
Resmi tarih ise yapaydır ve korku iklimlerine özgüdür. Bu iklimlerde zalimler, bir düzen kurmuş ve her şey onların denetimi, gözetimi altındadır. Tarih, sanki o egemen gücü ve anlayışı övüp kutsamak için yazılır.
Bu anlayış neyi isterse o yazılır, ona rağmen hiçbir şey yazılamaz!
Böylece gerçeklerin bilgi-belge- tutanakları, gizlenir, yakılır, yırtılır 'yok' edilir.
Korku ikliminde, bir olayın öznesi ya da tanığı olmuş kişiler; o olayı anlatmadan önce (sonra olacakları düşünerek) otosansür yaparlar, daha sonra da olayı kendi diliyle kurgular, değeriyle yargılar, yetileriyle yazar, çizer, anlatırlar.
Bu nedenle resmi tarihe, 'ortak dil' demek bir yalan bir aldatmaca!
Fakat bir de hiçbir şeyi unutmadan yaşatan, bir toplumsal bellek var!
İşte bu belleğin unutmadığı ve karanlıklar içinde saklanan yüzleşilmedik o kadar ortak acımız var ki...
Şimdi bunlardan sadece birkaçını anımsayalım:
Teşkilatı Mahsusa, Topal Osman ve benzeri faşist anlayışlar kullansın diye mahkum olmuş katil, gaspçı ve canilerin hapisten salınması, onların Koçgiri, Dersim, Ardahan, Ağrı, Zilan... köy, kasaba, şehirleri talan edip, katliam yapmaları...
'12 Mart' ve '12 Eylül döneminde hapishanelerin 'suçsuzlarla' dolup taşması, hapiste ve dışarıda 'başka' sayılan hemen herkesin insanlık suçu sayılan fiillerle karşılaşması...
Maraş, Çorum, Madımak, Roboski, Suruç, Ankara Gar ... gibi gibi...
Karanlıkları örten, koruyan öyle yerli ve milli bir duvar var ki, yıkılmadı gitti bu yıkılası duvar!
***
Dokuz gün önce (20.07.2022) Sınırımızın kuş uçuşu 8 km ötesinde olan Kuzey Irak'ın Dohuk kenti Zaho bölgesine yapılan füze saldırısı sonunda ikisi çocuk 9 kişi hayatını kaybetti, 23 kişi de yaralandı.
Söyledi.
Ve Irak Ulusal Güvenlik Kurulu, saldırıyı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) Türkiye’yi şikayet etti.
BMGK'nin açıklaması şöyle:
“Güvenlik Konseyi üyeleri, 20 Temmuz 2022’de Duhok vilayetinde düzenlenen saldırıyı en sert şekilde kınadı. Saldırı, aralarında çocukların da bulunduğu en az dokuz sivilin ölümüyle sonuçlandı. Güvenlik Konseyi üyeleri, kurbanların ailelerine ve Irak hükümeti ile Kürdistan Bölgesi’ne en derin taziyelerini ilettiler, yaralananlara acil ve tam iyileşme dilediler ve soruşturmalarla ilgili Irak makamlarına desteklerini ifade ettiler.”Şimdi diyeceksiniz ki:
Birleşmiş Milletler, dünyada barışı sağlamak için kurulmuş da...
Başvuru değerlendirilip de bilmem neler neler olacakmış da...
Hepsi hikaye!
Çünkü:
BMGK kararları konsey üyelerinin en az dokuzunun kabul oyuyla alınır, ancak; bu kararın geçerli olması için beş kalıcı üyenin hiçbiri tarafından 'veto' edilmemesi gerekir.Kısacası dünya paylaşımında çıkarları uyuşmayan üç süper güç ABD-ÇİN-RUSYA 'evet' derse...
Bu üç çıkarcı güç, eğer dosyadaki insanlık suç için "bunu yapan benim denetimde değildir" noktasında buluşursa, o zaman yaptırım gücü olan bir karar alabilirler.
Acaba bu güçlerin egemenliğinde olmayan bir ülke kaldı mı?
BMGK bir dengesizlik bileşkesidir, bu nedenle etkili karar alamaz!
Belki, dünyada şimdiye kadar Hitler gibi birkaç zalim hesap verdi fakat...
Genel sonuç: Olanlar olduklarıyla, çekenler çektikleriyle kaldı.
Barış dostu dünya halkları bu haksız sonuca bir son vermeli!
*
Bugünlerde tüm dünya, Zaho katliamını ve Türkiye'yi konuşuyorken, 'bir gece ansızın gelebiliriz!' anlayışıyla komşu topraklarına sürekli girip-çıkan iktidar hiç olmasa: 'bizim askerimiz yapmadı' diyebiliyor.
Peki, neden 'bir gece ansızın gelebiliriz' anlayışının tezkere tedarikçisi olan: 'Altılı Masa'dan hiçbir ses çıkmıyor?
Atilla İlhan: "Tek başına özgürlük ne işe yarayacak"-derken, bencilliğe meydan okuyup özgürlük gibi önemli bir değerin ancak birlikte yaşanırsa anlam kazanacağını ne güzel anlatıyor.
Emin Toprak- DOSTÇA