Telgrafhane etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Telgrafhane etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Eylül 2022 Cuma

Bir HDP'li 'bakan' olabilir mi?


Hemen herkes zaman zaman yaptığı, yapacağı işleri birazcık erteleyerek kendisini, kendisine bırakmak ya da saklanmak ister. Ben de Ağustos ayı başından beri haftalık yazılarıma ara vermiştim.

Fakat sen köşeye geçip kabuğuna çekilsen de dışarıda hayat hızlı ve acımasızca devam ediyor. 

İşte bu döngüde içimdeki 'insani' ve 'bencil' dürtüler de sürekli çatışıp durdular. Birincisi haydi 'yaz!', ikincisi de boş ver 'yazma!' diye komutlar vererek beni bana bırakmadılar. 

Ben de M. Cevdet Anday'ın o muhteşem dizelerini 'komut' saydım: 

TELGRAFHANE
Uyumayacaksın / Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak / Oturup yazacaksın
Çünkü sen artık o sen değilsin / Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak / Sesler vereceksin
Uyuyamayacaksın / Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali / Gözüne uyku giremez ki…
Uyumayacaksın /Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyıncaya kadar / Vakur metin sade / Çalacaksın. 
                                                                   //Melih Cevdet Anday

Evet, sesler uyutmaz, insanı çekip alır düşler dünyasından. 

Hele de ülkende 'bir gece ansızın' anlayışı egemense! 

Hele de ülken ve dünyada bitmeyen acılar, haksızlıklar, yoksulluklar ve savaşlar sürüp gidiyorken:

Ezberlerinle değil, akılla, mantıkla, vicdanla konuşmalısın.

Bu haksız hukuksuz gidişi durduracak çareler aramalısın! 

Hırsıza, emeğini ve ekmeğini kaptırmamalısın!

Erken öten horoz olup bir bir anlatmalısın hırsızlıkları, haksızlıkları!  

Ve oturup yazmalısın tüm olup-bitenleri! 

Susmamalısın, çünkü sen haklısın ve bunun için de militarizme, ırkçılığa, sömürüye, savaşa hayır demelisin!  

***

Komşularla barış yapıp dost olmak yerine 'bir gece ansızın' meydan okumalarıyla düşmanlarımız çoğalıyor. Bu yüzden güvenlik birimlerini oluşturan askerlerimiz, yıllardır komşu ülke topraklarında savaş benzeri çatışmalara girip ya ölüyor ya da öldürüyor. 

Çatışmalar bitmiyor fakat ülke kaynaklarımızın çok önemli bir kısmı uçak, tank, bomba, mermi gibi ölüm makinalarıyla harcanıyor. Yoksul halk hem bu ağır faturaları ödüyor hem de geleceği olan gençlerini, canını malını kaybediyor. Halkımız çok darda hem de çok zorda. 

Bir de 24 Şubat 2022'de başlayan Rusya'nın Ukrayna'yı işgali var ki! 'Domino etkisi' yaratan bu haksız savaş, dünyanın önemli bir enerji ve beslenme zincirini kopardı. Bu bizde ve Avrupa'nın her yerinde çok sıcak günler yaşattı, daha da yaşatacak gibi. 

Önümüzde de kocaman bir kış, hanelerde işsizlik, açlık, soğuklar ve bir de genel seçimler var.

Halkımız bu olup-bitenleri yaşadı fakat buna  sebep olanlardan henüz hesap soramadı. Bu olayların failleri ekranlarda ve meydanlarda devamlı nutuk atıyor, halkı algılarla avutup, masallarla uyutmak ve olup-bitenleri unutturmak, tek adam iktidarını sürdürmek istiyorlar. 

Bunun için de sık sık yeni algılar bulup gündemi değiştiriyorlar. 

Günlerden beridir ülkenin gündemi: 
Halkların Demokratik Partisi (HDP).

"Bir HDP'li 'bakan' olabilir mi?" 

Yat kalk bunu dinliyoruz.

HDP ne zaman ve kimden 'bakanlık' istemiş, duyan bilen yok!

HDP böyle bir gündemimiz de, böyle bir talebimiz de yok diyor.

Ama ekran başına dizili lafçılar paslaşıyor, bazen de bağrışıyorlar.

Haydi varsayalım ki, HDP bakanlık istemiş!

Peki, bu bir suç mu?

HDP'liler de diğer parti adayları gibi yasalarda belirtilen koşullara uyarak halkın oylarıyla milletvekili seçilmediler mi? 

Peki, diğer parti mensubu milletvekilleri; cumhurbaşkanı başbakan, bakan, oluyor da niçin HDP'liler olamıyormuş! 

Peki, bunda bir saçmalık, bir tuhaflık yok mu?

Varsayalım ki, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar; İçişleri, Dışişleri, Adalet veya  Eğitim bakanılıklardan birisine atandı! 

Bu atama büyük bir alkış almaz mı?

Bugünlerde hem iktidar hem de muhalefet HDP karşıtlığında, ya da Kürt karşıtlığında büyük birliktelik sağlamış görünüyor. 

Çünkü onların büyük koroları, sıkça detone olsa bile, akortlu olarak 'İstemezük!' naraları atabiliyor.

Peki, bu zıtların birlikteliğini ne/nasıl sağlamış biliyor musunuz?

Cevabı, HDP tüzüğünde saklı, bu tüzük HDP'yi kısaca şöyle tanımlıyor:

"Tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin; dışlanan ve yok sayılan halkların, inanç topluluklarının, kadınların, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, gençlerin, işsizlerin, emeklilerin, engellilerin, LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans) bireylerin, göçmenlerin, yaşam alanları tahrip edilenlerin; aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanları ile bütün bu kesimlerle birlikte demokratik halk iktidarını hedefleyen, barışı ve halkların kardeşliğini savunan bir siyasi partidir." 

Demek ki HDP; kimliği, inancı, yaşam tarzı farklı olduğu için dışlanan halk ve grupların haklarını, eşitliği, demokrasiyi, çeşitliliği istediği hem de savaş karşıtı barışçı bir parti olduğu için dışlanmak istiyor. 

***

Şimdi biraz da HDP ve Kürt karşıtlığında iktidarla söz birliği yapmış olan yerli ve milli 'Altılı Masa' sakinlerine bakalım. Bunlardan biri çaresiz, biri bağıran, dördü de etkisiz görünüyor. Bunların demokrasi anlayışları farklı fakat bir tek hedefleri var: ‘tek adam’ sistemini yıkıp iktidar olmak ve yeniden 'parlamenter sisteme geçmek. 

Haydi diyelim ki seçimi kazanıp ‘tek adam’ sistemini yıktınız. 

Peki ya demokrasi?

Kimlik, inanç, kültürlere özgürlük ve eşitlik tanımayan anlayışınız ne olacak! 

İYİ Parti'nin turancı ülkücü ırkçılığı, demokrasiyle nasıl bağdaşacak?

Diyelim ki Süleyman Soylu benzeri olan İYİ Parti'den Yavuz Ağıralioğlu, İçişleri, Dışişleri, Adalet veya  Eğitim bakanlıklarından birisine atanırsa,  şimdikinden farklı neler yapabilir ki?

Demek ki 'Altılı Masa' önce demokrasi konusunda anlaşmalı diğer konular çok daha kolay olacak. Çünkü ırkçılıkla demokrasi bağdaşmaz.

*
Hani her tartışma çıktığında birileri: "Kürtlerin hangi hakları, neleri eksik ki?" derler ya.

Cevap veriyorum: Kürtlerin, kimlik, inanç ve kültür hakları gasp edilmiş. 

Şimdi de diyecekler ki, şu cumhurbaşkanı, şu bakan, şu vali, şu general... Kürt ve Alevi!

Cevap veriyorum: Hayır, hayır yanılıyorsunuz! 

Onlar kimliğini ve o kimliğin insan haklarını almamış, bu hakları istemeyi de kendileri için bir utanç saymış, asimile olmuş kişilerdir. 


Son soru: Ekran ve meydanlardaki yeni gündem konusu ne olacak?

"Kılıçdaroğlu, Kürt ve Alevi acaba Cumhurbaşkanı olabilir mi?"  
   

Emin Toprak- DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

21 Mayıs 2021 Cuma

“Uyumayacaksın!”


Şiir okumayı, dinlemeyi ve sonra imgeleri üzerinde düşünmeyi çok severim. İşte, Melih Cevdet Anday'ın beni çok etkileyen bir şiiri: 

Telgrafhane

Uyumayacaksın

Memleketinin hali

Seni seslerle uyandıracak

Oturup yazacaksın

Çünkü sen artık o sen değilsin

Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin

Durmadan sesler alacak

Sesler vereceksin... -diye devam eder.


Anday, bu şiiri 1952 yılında yazmış. O yıllarda insanlar arası iletişimi, iletken tellerdeki elektriğin elektromanyetik sinyalleri "tik-tak ve alo, alo" sesleriyle sağlardı. Bizleri, dünyanın her noktasıyla zaman-sınır-sırasız, sesli-görüntülü-belgeli olarak buluşturan, bazen de uykusuz bırakan dijital internet çok yeni. 

***   

3 Kasım 1996 günü akşam üstü saatleri, Balıkesir-Bursa arasındaki Susurluk ilçesinde, kimilerinin "Susurluk Kazası" kimileri de "Susurluk Skandalı" dediği bir trafik kazası oldu. 

DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak'a ait siyah mercedesin yolcuları, toplandıkları tatil beldesinden çıkmış, İstanbul'a dönüyorlardı. Çok hızla yol alırken birdenbire yakıt istasyonundan yakıt alıp ana yola çıkmakta olan bir kamyonla çarpışırlar. Sedat Bucak yaralı olarak kurtulmuş, diğer üç kişi ise ölmüştü.  

Araçtaki oturma düzeni şöyleydi: 

Direksiyonda: İstanbul Polis Okulunun Müdürü Hüseyin Kocadağ...

Hemen yanında: siyaset ve feodalite temsilcisi Sedat Bucak...

Önceliklilerin oturduğu arka koltukta ise 'Mehmet Özbay' kimliği olan bir kişi ile sevgilisi vardı. Bu kişiye ait 'silah taşıma belgesi', dönemin en etkili isimlerinden biri olan İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın imzasını taşıyordu. 

Aracın bagajı bir cephanelikti: Özel Harekât Daire Başkanlığı envanterine kayıtlı iken "kaybolduğu" söylenen suikast silahları ve mühimmat vardı. Ayrıca, bagajda olduğu halde "kaybolan" belgeler dolusu bir çanta...   

Sonra, Mehmet Özbay kimlikli kişinin; karanlık ve çok kirli eylemleriyle ün almış bu nedenle de kırmızı bültenle aranan Abdullah Çatlı olduğu ortaya çıkmıştı.  

Abdullah Çatlı, 1978'de Ankara Bahçelievler'de 7 TİP'li öğrenci ve Doç. Dr. Bedrettin Cömert'in katledilmesi olaylarının firari sanığı iken yurt dışına kaçmış, orada da uyuşturucu ticareti nedeniyle birçok kez tutuklanmıştı. 1990'da İsviçre'deki bir cezaevinden firar etmiş, kırmızı bültenle aranan biriydi. 

Bu kaza sanki kirlilikleri ortaya çıkarmak için kurgulanmış bir senaryo idi.

Çünkü, devlet zırhı içinde güçlenip pek çok faili meçhul katliam yapan bir odak vardı. Bu odak vatandaşın-kamunun kaynaklarına el koyup korku salardı. Görünmez olduğu için derin devlet adını alan bu odak her zaman kirli, karanlık ve gizli kalmıştı. 

İşte bu trafik kazası sonunda 'Pandora'nın Kutusu' açılmıştı. Böylece; gizli-saklı-kirli siyaset-polis-mafya ilişkileri apaçık ortaya çıkmıştı.

Kamuoyu bu olayla sarsılıp büyük bir tepki göstererek kaza ile ortaya çıkan devlet-siyaset-mafya ilişkilerinin ortaya çıkarılması için "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" ismi ile bir sivil toplum eylemi başlattı. 

Ülke çapında büyük bir destek alan bu ışık kapatma eylemi tencere, tava, ıslık ve protesto sesleri eşliğinde büyük bir katımla günlerce sürmüştü. 

Bu eylem sonunda:

Başbakanı Erbakan: "Gulu, Gulu Dansı" dedi.Mecliste komisyonlar kuruldu. Üç tane 'Susurluk Raporu' hazırlandı.  

Ayhan Çarkın, faili meçhul cinayetlerin özel harekât polisleri tarafından Mehmet Ağar ve İbrahim Şahin'in talimatıyla "devletin bilgisi dâhilinde" işlendiğini açıkladı. Savcılık, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken, Yeşil Kod adlı Mahmut Yıldırım ve özel harekât polislerinin arasında olduğu 19 kişi hakkında 18 faili meçhul cinayetten dava açıldı. 

İçişleri Bakanı Mehmet Ağar istifa etti ve hakkında ‘cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturmak’ suçundan 5 yıl hapis cezası verildi.

Ama, Susurluk, Yeşil, Jitem katliam dosyaları kirlerinden aklanmadan sırları ile birlikte karanlık raflarda yerini aldı. 

Erbakan'ın haksız "Gulu, Gulu Dansı" benzetmesi haklı çıktı!    

***

Aradan 26 yıl geçti. Gökyüzünü yine kapkara bulutlar sarmış. Bulutlar arası hedefsiz şimşekler çarpışırken, yeryüzünü yıldırımlar hedef almış durumda. 

Organize Suç Lideri Çakıcı 'af' ile hapisten çıkınca, o bilindik 'yaşlı kurtlar': Çakıcı-Ağar-Alan-Eken toplandı ve paylaşım paydaşlarını  'fotoğraf' ile duyurdular. Bu karede yer bulamayan Organize Suç Lideri Turancı Sedat Peker 'dönüş sözü' alarak yurtdışına çıkmıştı.

'Söz' tutulmayınca 'racona' uyan Peker, 'Bir tripot, bir kamera” eşliğinde; gülerek, suçlayarak, tehdit ederek, faillerin bütün kirliliklerini tanık, belge, yer, zaman sıralamasıyla ortaya döküp, meydan okudu. Hem de eğer söyledikleri gerçek çıkmazsa, parmak ve bilek kesme sözü bile verdi.  

Hedefinde: Soylu, Ağar, Ağar'ın 'Bodrum Hatırası' fotoğrafı, Pelikancılar, medya patronları ve yalaka gazeteciler var. 

*

Orta yerde ülkenin gerçekleri:

Ülkemiz dünyada yapayalnız kalmış.

Maliye, Ticaret, İçişleri Bakanları hakkında çokça söylenti var.

Esnaf kepenk kapatmış, ticaret durmuş, iflas-intiharlar artmış. 

Kolimbiya Savunma Bakanı, İzmir Limanına gidecek olan 4.900 kg. kokain yakalandığını söylemiş. Bizimkiler, 'Kime?!' diye soramaz olmuş.

Adalet, Hukuk, Yasama, Yargıya işlev kazandıran kuvvetler ayrılığı tek elde toplanınca: Meclis, yargıç-savcılar işlevsiz, akademi ve medya konuşamaz olmuş. 

Yoksulluk-Yolsuzluk-Yasakları yok etme sözleri unutulmuştur. '3Y'; ihale yasaları ve kapitülasyon benzeri taahhütler imzalanarak 'resmileşmiş' daha kalıcı olarak sisteme eklenmiştir.

*

Mahsuni Şerif, yıllar önce olup bitenleri sıralayıp faillere: Yuh! Yuh! -çekerken, halkına da: Uykuda mısın? Uyan! Uyan! -demişti. 

Evet, "öğrenilmiş çaresizlik" gereği bizler; 26 yıl önce sivil toplumun büyük bir katılımla yaptığı: "Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık" benzeri bir eylemi bile yapmıyoruz. 

Sadece bakınıp-yakınıp-umutla bekliyoruz! 

İşte, memleketin hali! Şimdi gel de uyu. 


Emin Toprak- DOSTÇA

Diğer yazılarım için tıklayınız

3 Kasım 2017 Cuma

Uzun bir aradan sonra Merhaba...

Merhaba dostlar;
Ülkemizin gündemi zaten tuz değmiş yara gibi acıtıcı ve yakıcı, bunun üstüne bir de her günü dünden daha sıcak bir yaz eklendi. İşte böylesi bir ortam, haftada bir de olsa, yaşanmışlıkları anlatan yazılar yazmamı zorlaştırdı, engelledi.
Ben de (sizden izin almadan) tüm canlıların “tedarik ayı” Eylül’le başlayacak olan uzunca bir süre yazmama kararı aldım ve kendimi izinli saydım. Dostlarım sağ olsun boş durmadılar, niçin yazmıyorsun diye, “alo” ya da “?...”, ”?!...”, “Ne oldu?!..” gibi kısa fakat içerikli mesajlarıyla yokladılar beni.
"İzinli" olduğum bu iki aylık süreyi; getir-götür ev işleri, gazete okuma, haber dinleme, filim izleme ve daha çok da kitap okumaya ayırdım.
İlkbaharda satın aldığım ( ve henüz okuyamayıp rafta beklettiğim için her görüşümde utanıp, yüzümü alevlendiren) epeyce kitabım vardı. İşte bu kitapları okumaya başladım.
Gel gör ki olmuyor, huzur bulamıyorsun.
Gündüz, gece, rüyada, sohbette, yollarda tüm konuşulan konular ve yaşananlar; yara gibi…  Sızı ve acı verici…
Ve siz Melih Cevdet’in o muhteşem “Telgrafhane”si gibisiniz: 
Uyumayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın…
***

Yurdumuzdan kareler:
6 milyonu aşan işsiz insanımızın 982 bini üniversite mezunu genç…
AKP iktidara geldiğinde cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayısı 59.429 iken 229.790 a ulaşmış…
Hapishanelerde 22 bin kişinin kapasite fazlası olduğu ve 51 yeni “Yüksek Güvenlikli Cezaevi”nin ihale aşamasına geldiği, bunlardan sadece 39’u için verilen teklif bedelin 5,5 milyar TL olduğu…
İnsanların sokaklarda adalet arayıp, barış istediği…
Tüm komşu ülkelerle kavgalı olup, dünyada yapayalnız kaldığımız…
 (Ve tanığı olduğum, yorumu size kalmış bir sohbet):
Metro ile Kadıköy’e giderken, hemen yanımda ve benim gibi ayakta kalıp tutamaklara tutunan 30-35 yaşlarında tanımadığım iki kişi konuşuyordu, ister istemez ben de dinledim:
Biri;  “Reis istedi diye bak Bursa’daki istifa etti, Gökçek de istifa edeceğini açıkladı.”
Diğeri; “Ya!, ya!...  Onlara da Kılıçdaroğlu sahip çıkıyor, seçimle gelen seçimle gitsin diye…”
İlk konuşan; “Doğudan 89 Belediye başkanını görevden alıp yerine kayyum atadılar Kılıçdaroğlu’nun gıkı çıkmadı ama?   
Diğeri; “Korkuyorlar…” 
İlk konuşan; “Ya şimdi Reis, Kadıköy, Ataşehir, İzmir, Başkanlarının istifasını da isterse?” dedi ve ikisi birlikte metrodan indiler.
Yurdumuzda acımasız bir korku iklimi oluşmuş, eğitim sistemimiz bilim dışı arayışlara yöneltilmiş…
Acaba bu korku ve şiddet ortamında yetişen çocuklar, birer ergen ve yetkin birey olduklarında neler yaşayacak, neler yaşatacaklar?
Kuşku yok ki insanlarımızın geleceğini ve ülkemizin dünyadaki yerini bu sorunun cevapları ya da sonuçları belirleyecektir.
Bunları düşünmek zorundayım/zorundasınız.
***
Bu önemli sorunlarla yüzleşip kendimce cevaplar aradığım günlerde, Sosyal Psikoloji'nin en yetkin isimlerinden Arno Gruen'in “Demokrasi Mücadelesi (Radikalizim, şiddet ve terör)” (Çitlembik Yayınları 2010) kitabını okuyorum.
Henüz bitirmediğim fakat okuduğum pek çok sayfasını kurşun kalem çizikleriyle doldurduğum bu eserde yazar; İkinci Dünya Savaşı’na katılmış 1000 Alman savaş tutsağı ile görüşen Henry Dicks’in 1950 yılında yayımlanmış araştırmasına dayandırarak (kısaca) Nazilerin;
·        %11’i “sert çekirdek” olarak bilinen etkin Nazi,
·        %25’’i bazı çekinceleri ile Nazilerin peşine düşmüş inançlı Nazi,
·        %40’ı konformist (koşullara, kalıplara uyum sağlayan)  apolitik Nazi,
·        %24’nin Nazi karşıtı olduğunu belirtmektedir.
Ve kitaptan güncelliğini hiç kaybetmeyen üç alıntı:
“Sağ radikalizmin temelinde otoriter bir eğitim vardır.”
“Onaylayıcı suskun kalışlarıyla acımasız eylemlerin meşruluk kazanması için sağ kesime hizmet eden konformistler ve uyumlular kitlesinden oluşan sessiz çoğunluğun olduğu…”
“Ürkütücü olan otorite ve itaat temelinde eğitilmiş insanların bir demokrasiyi ne denli istikrarsız hale getirdikleridir”  
("Ama bunlar bizim bilmediğimiz, yabancısı olduğumuz tespit ve görüşler değil ki!.." Dediğinizi duyar gibiyim.)

***
Başlamak gerek!
“Ortamı kötüler belirler!” derler.
Peki biz neden bunu kaderimiz olarak kabullenelim ki!...
Neden iyiler olarak, iyilikler yeşerten gelecekler için adımlar atmayalım?
Neden çocuklarımızı okullardaki gerici kuşatılmışlıktan kurtarmayalım!...
Neden ele ele tutuşup barışa kucak açmayalım?
Neden acılarla örülü gündemi sevinçlerle noktalamayalım?
...
Başlamak için her gün, her an çok değerli…
Başlamak gerek!
Bakın yurdumuzun değişik yerlerinde çocuklar için; “Oyuncak silahını getir kitabını götür” kampanyası yapılıyor…

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız