töre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
töre etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Kasım 2022 Cuma

Meral Hanım El-insaf!..


Ülkemizde hemen herkes Sn. Meral Akşener'i tanısa da ben de kısa bir anımsatma yapmak istiyorum. 

Akşener, Doğru Yol Partisinde siyasete başlamış... 28 Şubat mağduru Başbakan Erbakan'ın hükümetinde içişleri bakanı olmuş... MHP'ye geçmiş... Sonra da İYİ Parti'nin kurucusu ve genel başkanı olmuştur. 

Şimdilerde hem bu görevini sürdürüyor hem de ülkemizdeki 20 yıllık tek adam iktidarına muhalif olduğunu iddia eden 'Millet İttifakı'nda gündem ve rotayı belirleyen en etkili kişi olmaya çalışıyor. 

Sn. Akşener, tıpkı bir 'sınıf başkanı' gibi... 

Ancak bu sınıf başkanının çok önemli bir sorunu var! 

Çünkü onun, belirlemeye çalıştığı rotanın hedefi sapmış! 

Çünkü o hedefin odağında(12); tek adam iktidarı, yani AKP ile  MHP'nin "Cumhur İttifakı" yok! 

Çünkü O, hedefin odağına(12'ye) tek adam iktidarına karşı olduğunu bildiren "Emek ve Özgürlük İttifakı" kurucusu HDP'yi koymuş! 

Çünkü, O; HDP'li seçilmişlere, onların temsilcisi olduğu halklara, dillere, kültürlere, inançlara, özetle demokrasi ve toplumsal barışı için uzattıkları ellere karşı!  

İşte bunun için de her gün esip gürlüyor.

Peki ne yapmış, hangi suçları işlemiş HDP?

Birkaçını sayalım bakalım:

HDP parlamentoda; demokratik, eşitlikçi ve çoğulcu bir anlayışı sağlamak, 40 yıldan beridir sürmekte olan çatışmaları bitirmek, karanlıkta kalmış haksızlıkları aydınlatmak için 'meclis görüşmeleri' istemiş, 'yasa' teklifleri hazırlamıştır. Ayrıca, ülkede akan kanı durdurmak, barışı sağlamak için devlet yetkililerince hazırlanan "çözüm süreci"nde aktif görev almış, çatışan taraflarla uzlaşı için görüşmeler yapmıştır. 
 
Bu çabalar sonucu ülkemizde bir barış iklimi oluşmuş, halkımız güvenli, huzurlu, çatışmasız birkaç yıl yaşamıştır. (Ancak, tek adam egosuyla barış masası devrilince, yeniden başladı ölümler, çatışmalar ve kirli karanlık ilişkiler...).  

HDP kurulduğundan beri hep demokrasi ve barış istedi, bu uğurda çok bedeller ödedi! 

HDP belirlediği rotadan hiç sapmadı, aynı barışçı anlayışla yoluna devam ediyor. 
***
Sayın Akşener, sizin ülkücü geçmişiniz, Turan sevdanız beni hiç ilgilendirmez. Fakat siz devlette önemli görevler almış birsiniz, bir vatandaş olarak benim bu alandaki sizden söz etme hakkım olduğu için yazıyorum.  
*
Siz, 3 Kasım 1996'da, Balıkesir'in Susurluk ilçesinde meydana gelen kazanın hemen sonrasında istifa eden Mehmet Ağar'ın yerine bakan seçildiniz. Böylece Türkiye'nin en karanlık olaylarından birini aydınlatma görevi içişleri bakanı olarak size kalmıştı... 

O araçta bulunan eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, Mehmet Özbay kimliğini taşıyan ve 1970 lerden bu yana bir dizi suçtan aranan ülkücü Abdullah Çatlı ile sevgilisi Gonca Us kazada ölmüş sadece dönemin DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak yaralı kurtulmuştu...  

Hani bu karanlık-kirli olayı protesto eden vatandaşlar için Erbakan: "Gulu gulu dansı yapıyorlar." demişti ya… 

İşte bu olay hala karanlık! 

Fakat siz de 23 Eylül 2022 günü yani o karanlık olaydan 26 yıl sonra işte o Bucak'ın evine gidip onu çok mutlu ettiniz. 

Ve Susurluk öznelerinden Bucak: "Eski siyaset ve dava arkadaşımız Meral Akşener bizi ziyaret etti." dedi...

"Eski siyaset ve dava arkadaşınız Bucak'ın" olayı hala karanlık! 

Siz, şimdi başkalarının dedikodusunu yapmayı bırakın da o ‘Karanlık Susurluk’ öznesi Bucak ile neler konuştunuz onları anlatınız bakalım! 

Sahi, ne konuştunuz?

*
27 Mayıs 1995'ten bu yana her cumartesi günü Galatasaray Meydanı'nda oturma eylemleri düzenleyerek gözaltında kaybolan yakınlarının mezar ve kemiklerini arayan Cumartesi Anneleri... 

1989-1999 yılları arasında 'faili meçhul' siyasal cinayetlerde yaşamını yitirmiş 1964 kişi olduğu... Ve bu vahşi cinayetlerden 187'sinin, sizin içişleri bakanı olduğunuz 1996-1997 arasında olduğunu...

*
Meral Hanım, bir zamanlar siz ve HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş birer politik rakiptiniz. İkinizin de hiç benzeşmeyen-uyuşmayan birer dünya görüşü vardı. Demirtaş, bunu bile bile, yıllardır suçsuz yere tutulduğu cezaevinden size çok samimi bir mesaj göndermiş ve: "Başak ile birlikte Meral Hanım'ın kapısını çalar, kahvaltıya geldik" -diyebilmişti. 

Bu mesaj, bir iletişim bir barış çağrısıydı! 

Fakat siz bu barış çağrıya:
"Güneydoğu'da şöyle bir gelenek var: Kan davalınız bile olsa kapınızı çaldığı zaman içeri alırsınız" bir 'töre cevabı' verdiniz.

Ve demek istediniz ki: 
"Misafirdir gelir çayını içer gider, evden çıktığı an düşmanlığımız devam eder!"  
 
Siz böyle demekle demokrasiye göre değil de ilkel töreye inandığınızı kanıtladınız.    

İşte bu mesajınız da bir savaş dilidir! 

Bu savaş dili ve anlayışına o kadar inanmışsınız ki, hiçbir işi doğru yapmıyor  dediğiniz iktidarın, tüm sınır ötesi harekat "teskere"lerini alkışlayarak imzalıyorsunuz. Çünkü siz, ölenlerin acısını, öldürenlerin geçirdiği bunalımları, ülkenin yok edilen kaynaklarını ve karartılan geleceği hiç mi hiç umursamıyorsunuz!     

*
Ve şimdi size sormak istiyorum: 

Acaba, ülkemize kin, öfke, kan, ölüm getiren, halkımıza büyük acılar ve yoksulluk yaşatan bu kötücül iklimde sizin hiç mi payınız olmadı?

Eğer olduysa özeleştiride bulunup halkımızdan özür dileyecek misiniz?

***
Şimdi de günümüze gelelim:
Tüm kamuoyu araştırmaları, ülkemizdeki tek adam saltanatının bitmesini isteyen çok önemli bir potansiyel oluştuğunu gösteriyor. Tüm olasılık ve istatistikler de HDP desteği almadan seçim başarısı kazanılmayacağını söylüyor. 

HDP aylar öncesinde bugünkü tek adam iktidarına karşı olduğunu bildirerek, önümüzdeki seçimler için ilkelerini açıklamıştı. Demokrasiyi önceleyen bu ilkeler günlerce tartışıldı, hiç kimse karşı çıkmadığı gibi, çokça beğeni aldı. 

Seçimler yaklaştığı için iyice sıkışan iktidar, düne kadar her ortamda terörist diyerek yaftaladığı HDP'nin peşi sıra İYİP'in kapısına da vardı.

Bunları bile bile Akşener susmadı, yine HDP'yi hedef alıp suçladı yine tribünlere seslenen ucuz konuşmalarına devam etti.  

Dürüstlükten yoksun bu söz ve tavırları duyan/gören herkes: Meral Hanım el-insaf!...dedi...  


Emin Toprak - DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

17 Mart 2017 Cuma

"Dert bir değil elvan elvan…"

Şiir ve türkü dizelerinde saklı olan anlamları anlaşılır kılmak için düzyazı yazanlar, bazen ciltlerce yazmak zorunda kalabilirler.   

Âşık İhsani ‘Mektup Şiir’inde: “…önceki gün komşulardan biri / ölüsünü gömdürdüğü tabutu/gece camiden aşırıp yaktı. / Tabutluğun bir yerine bir de / şöyle bir mektup bıraktı./ ‘Açlığa ne ise ya, soğuğa dayanamadık./ Bir tabut götürüp yakacağım./ Aaa… Allah afetsin’….” der.

Bir türkümüz de: “Dert bir değil elvan elvan/Takatsiz kalmışım yayan” diye başlar...

Hem ‘Mektup Şiir’de, hem de dertlerin takatsiz bıraktığı türküdeki dizelerin öznesi halkımızdır.  Onlar:

Hem içerde, hem de dışarıda savaş ve savaşın sonuçları ile kuşatılmış…

Okul sistemi çökmüş, ekonomisi alarm veren… 

Din, mezhep, inanç ve kimlik siyasetleri ile canları yanan…

Evi yıkılmış/yakılmış, işsiz, okulsuz, yolsuz, susuz, elektriksiz, aç ve açıkta olan yüzbinler-milyonlar…

Yani, dertleri bir değil elvan elvan olanlardır.

İşte böyle bir iklimde yaşıyor insanlarımız. Peki İktidar güçlerinin öncelikli görevi, bu sorunlara çözüm üretmek ve bu iklimi yaşanır kılmak değil midir?  Oysa onlar asıl görevlerini unutmuş, ya da unutturmak için sürekli yapay gündemlerle ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Oluşturulan şimdiki yapay (niçin yapay; çünkü hiçbir sorunu çözmüyor) gündemimiz de; 16 Nisan’da yapılacak olan “Referandum”.

Bu referandum için; Ülkemize dayatılan ‘Tek Adam Rejimi’ne  ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ deme yarışması da diyebiliriz.  

İki kutuplu Türkiye:


Bir yanda; “Evet” diyecekleri çoğaltmaya çalışan Tek Adam Rejimi sevdalısı tekçi hareket var. Bunlar; Cumhurbaşkanı’nın yönlendirmesi, hükümet ve paydaşlarının işbirliği, pek çok devlet kurumunun olanaklarıyla; TV ekranlarda, gazete, radyo ve meydanlarda canhıraş çalışanlar. Ki bunlar;  “Hayır” diyecek olan karşı taraftakileri; ‘terörist’ ve ‘vatan haini’ olarak tanıtıp taraftar kazanmaya çalışıyorlar.  

Diğer yanda ise; “Hayır” diyecekleri çoğaltmaya çabalayan demokrasiyi savunucusu çoğulcu hareket: Devlet gücü ve imkânlarından yoksun olan bunlara, meydanlar, ekranlar, TV, gazete, radyolar yasaklı/kapalı. Ve bunların bazı seçilmiş vekilleri de tutuklu… Yani kısıtlı olanakları olan; eşitlik ve özgürlük savunucuları… Ki bunlar da; “Evet” diyecek olanlara, tek adam diktatörlüğünün sakıncalarını anlatarak, onları çoğulcu demokrasi saflarına katmaya çalışıyorlar.  

Özetle:
Bir yanda, Tek Adam Rejimi’ni savunan devlet korumasındaki; “Evet”.   Diğer yanda, Çoğulcu Demokrasi’yi savunan ve korumasız olan; “Hayır”.


***

Kavga ederek misafir olmak:

“Devlet; ‘Evet diyenin de, ‘Hayır’ diyenin de devletidir.” Diyenlere inanma!... Bakın görün işte; “Devletin temsilcisi bakanlar(!)”, devletin imkânlarıyla gurbetçilerimize “Evet” dedirtmek için yola çıktılar/çıkacaklardı. Ama gidecekleri ülkelerce engellendiler, toplantıları iptal edildi, uçakları kaldırılmadı, habersizce giriş yapmış olanlar da sınırdaşı edildiler…

Bizi; ele güne karşı utandırdılar, itibarsız kıldılar ve yapayalnız bıraktılar. Çok çok üzüldük, incindik, utandık…  

AB üyesi pek çok ülke, benzer demeç ve eylemlerde bulunarak Türkiye karşıtı söylemlerde birleştiler. (Zaten yıllardır ülkemizi kapılarında bekletip oyalıyorlar… Belki onların nüfusumuz, ekonomimiz, kültürümüz, ülke yönetimimiz gibi alanları ile ilgili endişeleri vardır, kim bilir belki de kıskanıyorlar(!). Tüm bu nedenlerle karnemize bakıp diplomatik(!) sözlerle kulüplerine üye almak istemiyorlar bizi.)
Bizler misafirperver olmakla övünürken, pek çok ülkece istenmeyen, davetsiz misafir konumuna düşürüldük. Bu kez mağdur olan, kaybeden Türkiye oldu. Bizi bu hale düşürenler, bu işten de yine mağduriyet çıkarmayı başardılar. Bu bahaneyle meydanlarda, salonlarda ve ekranlarda hamasi nutuklar söyleyerek, bağırarak, tehdit ederek oy devşirmeye…

Bizde adettir, misafirliğe gidecek olanlar (öncelikle), gidilecek olanlara haber salar “Size geleceğiz bir maniniz var mı?” diye sorarlar. Kabul alırlarsa da, şeker, çiçek veya başka hediyelerini alarak giderler. Yok, eğer karşı taraftan; “… Manimiz var, daha sonra buyurunuz.” diye bir cevap gelirse de, gitmezler, gidemezler...

Yöremizde de, töremizde de, dünyamızda da durum böyle...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tokatlılar Gecesi'nde cevap verdi: "Ben Nazizm’in, Almanya'da bittiğini zannediyordum. Meğerse hala devam ediyormuş… Ya ben istersem yarın gelirim. Gelirim ve kapıdan da sokmadığınız zaman veya konuşturtmadığınız zaman da ben dünyayı ayağa kaldırırım." dedi. Onları “Nazi” ilan edip, meydan okudu.  

Olan yine ülkemize, halkımıza, gurbetçimize oldu…

İncinen halkımızın onur ve gururu… Yalnızlaşan bizim ülkemiz…        

Yasaklanıp, kovulanlar göçmen değil, ülkemizin vekilleri, bakanları…  

Sonuç yine iki kutup: bir uçta Türkiye, diğer uçta da Avrupa ve…  



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız