nefret etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nefret etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Ekim 2022 Cuma

Barış! Barış! Barış..!


Ülkemizin devasa sorunları var, ben bunlardan birkaç başlık seçtim:

Ülkenin ekonomik verilerini iktidarın lehine değiştirdiği söylenen Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Temmuz 2022 yıllık enflasyon oranını %79,60 olarak açıkladı. 

Bu oran baz alınarak G20 ve Avrupa ülkeleri arasında yapılan "en yüksek enflasyonlu ülke" sıralamasında Türkiye'yi (1.) birinci yaptı.  Aynı oranla dünya sıralamasında ise Türkiye: Suriye, Sudan, Venezuela, Lübnan, Zimbabve'den sonra (6.) altıncı oldu.
*
Uğradığı haksızlıklar nedeniyle binlerce vatandaşımız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM)'e başvurmuş, bunların büyük çoğunluğu haklı görülmüştür. AHİM bu kararlarını hükümete bildirerek; hak ihlallerinin giderilmesi ve mağdurlara tazminat ödenmesi istemiştir. 

Anayasamızın (90. madde 5. fıkra): ” ... milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır. " gereği hükümet  AHİM'in bazı kararlarını uygularken, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarına uymamıştır. AHİM süreci devam etmektedir. 
*
47 üyeli AHİM'de "en çok hak ihlali yapılan ülke" sıralamasında: Rusya birinciTürkiye ikinci olmuştur. 

Ancak, Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya AHİM üyeliğinden çıkarılınca, Türkiye birinci olmuştur! 
*
Ülkemizdeki icra dosyası sayısı Aralık 2021'de: 22 milyon 571 bin, Ağustos 2022'de: 24 milyon 77 bin 828 olmuştur! 

Yani, insanlarımız elektrik, su faturalarını bile ödeyemiyor, işyerine kilit vurup iflas ediyorlar. Buna çare olsun diye ekmekler ve ödenmeyen faturalar askıya çıkarılmıştır! 
*
Hani, Napolyon buna benzer bir durumda: 'Yeter daha fazla söze gerek yok!' demiş ya. 

Ben de söze uyarak bu yazımda; tarımdan, rant-ihale-yolsuzluklardan, ormanlardan, tünellerden, hastanelerden, havaalanlarından, bütçesi 7 bakanlığın bütçesini geçen Diyanetten, MEB'den, barınak bulamayan üniversitelilerden, işsizlerden, kadınlardan, yeni seçime odaklı sansür yasasından, çıktı-çıkacak torba yasalardan, kayyumlardan ...  hiç söz etmeyeceğim. 

Nokta. 
***

Peki, en dip dünya derecelerini almamızı kim/kimler sağladı?

Kolay soru... Ülkemizde tam 20 yıldır tek adam anlayışı hüküm sürmekte olduğuna göre sorumlular gizli-saklı değil, apaçık ortada. 

Peki ya bu sonuçları oluşmasını sağlayan nedenler?

Bu konuda pek çok neden vardır, ancak 40 yıldan beridir ülkemizde ve sınırlarımızı aşıp komşu ülkelere varan çatışma ve operasyonları sonucun kara deliğidir (uçak, tank, top, tüfek, mermi, İHA, SİHA ve personel masrafları...)  

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şubat 2019'de: "Domatesçilere, bibercilere, patlıcancılara sesleniyorum; o bir tane merminin bedelini biliyor musun sen?” demesi de bunun belgesidir. 

Çokça ölüm ve acılara neden olan, ülke kaynaklarını tüketen yoksulluk nedeni bu çatışmalar, Mart 2022'den beri çoğaldı hem de süreklilik kazandı. 

Peki bu sorun nedendir ve çözümü yok mudur? 

İnkâr etme, yok sayma, yasaklama ve baskılar artınca Kürtlerin insan hakları ve kimliksel haklarını aramasıyla sorun başlamıştır. 

Dünyanın pek çok ülkesi böylesi sorunları, sosyolojik ve psikolojik gerçeklerden hareketle görüşerek anlaşarak çözerken, bazı ülkeler de militarist yöntemleri seçmektedir.
*
Toplumun içindeki; kimlik, kültür ve inanç farklılıkları bir zenginliktir. Ancak, "önce ben/biz" diye "ötekileri" yok sayanlar ortaya çıktığında, yönetimler için iki yol vardır:


Birinci yol; ülke insanlarının oylarıyla seçilmiş olan meclislerde demokratik, eşitlikçi, barışçıl çözümler aramak (ki, bu yolla çözülen sorunlar toplumsal huzuru sağlar).

İkinci yol; bir tarafı yenme ve yok etme işini silahlı-askeri güçlere bırakmaktır ( zora dayalı bu güvenlikçi anlayış, belki kısa süreli olarak bir tarafa üstünlük sağlayabilir. Fakat, her iki tarafın da bugünü ve yarını için çokça kin, nefret, ölüm ve acılar üretir.)…

Bizim ülkemizin yönetimi ikinci yolu seçmiştir. İşte birkaç örnek:

Cumhurbaşkanı Erdoğan 02.06.2022 günü,"53. TÜBİTAK Lise Öğrencileri Araştırma Projeleri Ödül Töreni"de konuşurken sınır ötesi operasyonları hatırlatır ve şu kıyaslamayı yapar: "Şehitlerimiz var, evet. Ama şehitlerimizin 10 kat, 15 kat, 20 kat evelallah öldürülen teröristler var"  

İçişleri Bakanı Soylu, Şehit Dul ve Yetimler Derneği Kütahya Şubesinde, "Şehitlik ve gaziliğin nasip işi olduğunu" belirterek: "Keşke Allah bana da nasip etse. Bütün yüreğimle, bütün gönlümle arzu ediyorum ve istiyorum..." diyor. 

(İranlı Sosyolog - İslam Bilgini Ali Şeriati de: "Şehitlik diye sorgusuz cennete gidilecek bir makam gerçekten olsaydı, zenginler o makamı fakirlere bırakmazdı.") Demiş...

Ülke insanlarını güvenlik, sağlık ve huzur içinde yaşatmakla görevlilerin en başındaki sorumlular halka 'şehit' olmayı öneriyor. 
*  
Oysa bu sorunların kalıcı çözümü yaşamayı odak alarak; demokratik, insani, bilimsel görüşmelerle sağlanabilir. Bu da seçilmiş temsilcilerin  meclisinde her görüşün özgürce tartışılması, konuşulması, uzlaşmaya varılmasına bağlıdır. 

Bizim meclisimiz, bu soruna barışçıl bir çözümü değil, çözümsüzlük getiren askeri operasyonlar için 'tezkereler' çıkarmaktadır.  

20 yıllık AKP iktidarı, yetkisiz kıldığı meclisin kapısına sadece, bir gece ansızın "sınır ötesi operasyonu" için yetki süresi bittiğinde uğrar. Ve çok ilginçtir ki HDP hariç diğer muhalefetin 'evet' oyunu alır. 

Karşısındakileri düşman ilan ederek yok etmeye 'evet' demektir bu! 

Nerede kaldı, demokrasi, karşılıklı hoşgörü, sevgi, saygı kardeşlik?

Kin, nefret ve ölümler sürdükçe barış olabilir mi? 
 
Oysa bu konular mecliste tartışılsa, herkes derdini anlatsa, taraflar  kendileriyle yüzleşip yanlışlarını bulabilir, bazı düşünceler değişir, ortak nokta ve paydalar bulunabilirdi. 

Böylece birlikte yaşamak daha kolaylaşırdı. Herkes kendi değerlerine bağlı, başkalarının değerlerine saygılı olur, öfke, kin, düşmanlık olmaz insanlarımız gereksiz yere ölmez, kaynaklarımız bize daha iyi bir yaşam sunmak için kullanılırdı. 

Aslında insanlık bu yolu çoktandır bulmuş ve ona 'demokrasi' demiştir. Ve bu yol mutlu yaşamın değişmezidir hem evde hem mahallede hem ülke hem de dünyada... 

Anlaşmak, uzlaşmak, birlikte yol alıp yaşamak varken, biz çatıştık! 

Sadece kendimizi sevdik-saydık ve bu yüzden çokça ayrıştık! 

Yeter artık bugünün arkasında yarınlarımız var!

Bugün ve yarınlarımız için Barış! Barış! Barış!..


Emin Toprak- DOSTÇA

         Diğer yazılarım için tıklayınız 

30 Ekim 2020 Cuma

TORTUM ŞELALESİNDE GÖKKUŞAĞI

Gökkuşağı; güneş ışığı ışınlarının, su zerrecikleri arasından geçerken uğradığı kırılma ve yansımalar sonucu oluşan bir fizik olayıdır. 

Gökkuşağı; içinde üç ana renk ve milyonlarca ara renk barındırır, tıpkı insanlık gibi... Gökkubbedeki bu dizilişte; hiçbir rengin önceliği, üstünlüğü yoktur, bunun için itiş-kakış olmaz, kimse diğerine "sen dur, sen gelme, sen yoksun" demez, her renk farklılığından onur duyarak sıradaki yerini alır. Renklerden her birini tek tek ve hepsini birlikte güzel kılan da budur zaten. İşte, bu uyumluluk, bu çoğulculuktur onları bir halkada buluşturan ve izleyenlerini sevindirip, onlara coşkulu anlar yaşatan. 

Eğer, "Gökkuşağı, herkesin sevip hayran kaldığı bir doğa olayıdır" diyecek olursam, sanırım bu genellemeye itiraz edecek hiç kimse olmaz.

Ben, pek çok yerde, çokça defa gökkuşağı görmüş ve o görsel şöleni hayranlıkla izlemiştim. Fakat hiçbirisi beni, Tortum Şelalesinde olduğu kadar etkilememişti.  

O gün, baharın bittiği, yazın başlamak üzere olduğu bir gündü, Tortum Çayı suyunu22 metre genişlik, 48 metre yükseklikten coşkulu sesler çıkararak aşağıya akıtırken, suyun çok az bir kısmı buhar olup göğe yükseliyor, kalanı da uğultulu köpükler saçarak, hızlı bir telaş içinde yer yatağına doğru yol alıyordu.  

Grubumuz, suyun yatağına varmak için o sarp, dik, dolambaçlı patika yoldan aşağı inmeye çalışırken, vadinin karşımızda olan yanını ve su yatağının yarısını gökkuşağı sarmalamıştı. Bu görüntüden büyülenmiş, biran kanatlanıp uçmak istemiş, hatta gökkşağının çok yakınımda olduğunu sanmıştım... Bu duygular içinde ona dokunup sarılmak, onu okşayıp sevmek istemiştim. Ve sanırım bu uçuk duyguyu sadece ben değil, o an çığlık çığlığa inmekte olan herkes yaşıyordu. 

***

Mevlâna, herkese "GEL"diye çağrıda bulunsa da, "insanlık" henüz; Gökkuşağı, halay ve türkülerin yakaladığı uyum-saygı-coşku birlikteliğinden çok uzak. Olmuyor işte. Olmuyor! Olmaması için; ego, ben, çıkar, ırkçılık, kötü niyet, kötü liderler gibi pek çok engel var.  

Bugünlerde yine çatışma ve savaşlar çıksın diye bazı güçler ayakta... İnsani değerleri yarıştırıp,insanlara ölüm ve acılar yaşatıyorlar. İşte çok güncel bir örnek: 

Fransa'da bir öğretmen derste; "ifade özgürlüğü (!)" anlatacağım diye, geçmiş yıllarda inançlar arasında öfke, kin, nefret yaratan, eylem ve ölümlere neden olan bazı görselleri kullanmıştı. Öğretmenin bu yanlışı için yasal yollardan hesap sorma başlamadan öfke köpürtülmüş, sınıf-okul-ev duvarlarını aşarak sokağa taşınmıştı:  

Nefret duygularıyla dolu 18 yaşındaki bir genç, tartışmalara neden olan öğretmeni okuldan çıkıp evine giderken yakaladı ve vahşice öldürdü. Katil genç, bu vahşi eylem sonrasında ne kaçtı ne de pişmanlık duydu, aksine bu vahşeti övünç konusu yaptı ve olayın görsellerini sosyal medyada paylaşarak herkese duyurdu. 

Böylece olay, inançlar arası nefret iklimi yaratmak isteyen fanatikler için bir fırsat olmuş ve hem uluslararası hem de dinler arası bir kriz doğurmuştur. Böyle olaylar olduğunda; toplumun öfkesini yatıştıracak, barış ortamı sağlayacak sağduyu sahibi liderlere ihtiyaç vardır.

Ama günümüz liderlerinin pek çoğu kendi politik çıkarlarını düşünüyor, bunun içinde stada değil de sadece kendi taraftarlarının olduğu tribüne yöneliyor, onlardan alkış bekliyorlar. Puan kazanmak için de bir provokatör edasıyla karşı tarafı tahrik edecek söz ve eylemlerde bulunuyorlar. Oysa liderler, saldıran değil karşı tarafın kutsallarına saygı duyan, barış için çaba harcayan olmalıdırlar.

Demek ki bunlar gerçek lider değilmiş.

Bilindiği gibi tarihi boyunca insanlığın; paganizm, putperestlik, çok tanrıcılık, tek tanrıcılık, deizm, ateizm gibi çok çeşitli inançları olmuş ve her inanç da kendi içinde birbirine düşman onlarca mezhep, tarikat, cemaat gibi parçalara ayrılır. Sonra da her biri: en doğru, en esas, en saygın, en gerçek olanın sadece kendi yolları, kendi inançları ve kendi kutsalları olduğunu, diğerler insanların; sapkın, safsata, değersiz, günahkar olduğunu savunur, bu amaçla savaşırlar. 

Oysa dünyada pek çok aile, pek çok millet, pek çok din, pek çok dil, pek çok yaşam biçimi, pek çok kültür ve pek çok kimlik var. Bunların da her biri kendilerini; en iyi, en doğru, en gerçekçi, en saygın "en, en, en..." sayarken başkalarını ise günahkâr, sapkın, önemsiz, değersiz, becerisiz, safsata sanıyor. 

Peki, sizce bunda bir tuhaflık, bir acayiplik, bir riyakarlık yok mu?

Peki, hangi din, hangi inanç, hangi mezhep, hangi tarikat, hangi cemaat, hangi millet, hangi dil, hangi yaşam biçimi, hangi kültür veya hangi kimlik "en, en, en..." olandır

İnsanlık şiddete dayalı bu iklimden nasıl kurtulur?

Dünyadaki savaş-şiddet illeti, insanlığa atalarından kalmış ve genlerine sinmiş kanlı bir miras... Bu mirası bir anda ret etmek kolay değil, ama bundan kurtulmak gerek. 

Peki o halde ne yapmalı, nasıl yapmalı?

Öncelikle her inancın, her dilin, her kültürün saygın olduğu ve her kimliğin "insan hakları" bulunduğu gerçeğinin kabulü gerekir.

Bu, birlikte barış içinde yaşama anlayışıdır, oluşması için de anne-baba-bebek ile başlayıp her toplumsal birime ulaşacak olan bir "insani eğitim" gerektirir. 

Ancak o zaman, sadece bir ülke değil, tüm dünyada yaşanacak ılıman bir barış iklimi oluşur.

Ancak o zaman, birbirine ve değerlerine saygı gösteren bireylerden oluşan toplumlar; demokratik, laik, eşitlikçi anlayışlarca yönetilir. 

Ancak o zaman, ego, bilgisizlik, nefret, hırs, baskı, sömürü ve "en, en, en" olmak safsataları son bulur.

Ancak o zaman, kanlı, kinli savaşlar durur ve barış olur.

Zaten bu başlangıç da yeter dünyaya... 


Diğer yazılarım için: tıklayınız