Öfke: “Engelleme,
incinme veya gözdağı karşısında gösterilen saldırganlık tepkisi, kızgınlık,
hışım, hiddet, gazap.” Olarak tanımlanır.
Zaman zaman her sağlıklı insanın yaşadığı bir durumdur
öfkelenmek. İnsanlar, yok sayıldığı, aşağılandığı, hataları yüzüne vurulduğu,
kırıldığı ya da haksızlığı uğradığı zamanlarda öfkelenirler. Bu duyguyu
bireyler tek tek yaşadığı gibi toplumsal grup olarak ortaklaşa da
yaşayabilirler…
İşte bu bireysel ve grupsal öfkelenmeleri
gidermek/boşaltmak ve böylece huzuru/barışı sağlamak için çeşitli yollar
vardır.
Öfkelenince bazı bireyler; somurtarak, küserek, kayıtsız kalarak, bazıları ise
ani çıkışlarla, bağırarak, söylenerek tepki gösterirler.
Öfkelenen gruplarda (bireyler gibi) karşı gruplara/bireylere; küser,
kayıtsız kalır, bazen de ani çıkışlarla, bağırır, söylenir veya protesto ederek
tepki gösterirler.
Bu eylem ve söylemler, eğer öfkeye neden olanlarda
farkındalık yaratır, onları; pişman olma, özür dileme (bir daha aynı davranışta
bulunmama) noktasına getirmeyi sağlarsa, sorun büyük ölçüde çözülür. Bu durumda
öfke kontrol edilmiş olur ve hem birey, hem çevre, hem de toplum rahatlar,
huzura kavuşur.
Aksi durumlarda ise öfke; ilişkilerin
bitmesi, dostlukların sonlanması veya düşmanlıklara kapı aralanmasına
neden/maya olup kin’ e dönüşür…
Kin: “Birine
karşı duyulan öç alma isteği, garez.” olarak tanımlanır.
Kin, bireylerin ve toplumsal grupların kalbine
yerleşen bir virüstür. Hem bireye, hem gruba, hem de topluma uzun süreli çok
büyük zararlar verir. Tüm, ırkçı, dinsel, mezhepsel, grupsal cinayet ve savaşların
en temel itici gücü, ustaca oluşturulmuş kindir.
Bakın Yunus Emre barışın en büyük
düşmanı kin için ne diyor:
“Adımız
miskindir bizim
Düşmanımız
kindir bizim
Biz
kimseye kin tutmayız
Kamu
âlem birdir bize”
***
Ülkemizden son görüntüler:
Savcı Mehmet Selim Kiraz Çağlayan Adliyesi'ndeki odasında rehin
alındığında Berkin Elvan’ın babası yaşanmışlığından kaynaklanan çığlıkla
terörist gençlere “Kan kan ile yıkanmaz!.” Dedi ise de,
“Bebeklerden katil yaratan karanlık” devam etti/ ediyor…
Ama Çağlayan Adliye Sarayı’nda gerçekleştirilen terör
olayı ile bize:
Başarısızca yönetilen bir kurtarma (!) sürecini,
Acıyı paylaşmak yerine; ayrıştırmayı, ötekileştirmeyi,
yok saymayı,
Musalla taşındaki cenazeden bile siyasi rant
sağlamayı,
Taziye evinde bile ses düzeni kurdurup mitingler
yapmayı,
Haber alma haklarını yok sayıp öz-medyası dışındakileri
sansürleyip yasaklamayı…
***
Ve aranan suçlu bulunmuştur dercesine avukatlara
fatura çıkarmayı,
Ve farklılıkları düşmanlaştırıp, öfkelerden
ekşi maya ile kin demlemeyi… Gösterdiler.
***
Mecliste sabahlayıp, haftalarca süren
kavgalı-dövüşlü-sövgülü oturumlarda; insan haklarına karşı, çevreye düşman,
hukuku olmayan güvenlik yasaları çıkardılar…
Bu yasalarla, öfkenin gerginliğini boşaltacak
alan ve kanalların baskıyla kapatılması amaçlanmıştır.
Ama eğer:
Benim dediğim alanda, benim istediğim dilde, benim
istediğim sloganla, benim istediğim pankartla kendini ifade et dersen…
Öfkesini alanlarda haykıracakları dinleyip, onlara çare
bulup koruyacağına, onlara toma ile, panzer ile, tazyikli su ile, gaz ile, cop
ile, gaz kapsülleri ile saldırıp onları cansız, kör, sakat bırakırsan…
Bütçenin büyük paylarını güvenlikçi-militarist alanlara
ayırırsan…
Evde, sokakta, gönüllerde, beyinlerde; insana, çevreye,
hukuka, insan haklarına saygıyı var edemezsen…
“Hep bana” anlayışıyla; insanları yok sayıp, ayrıştırıp,
ötekileştirip onlarda (karşılıklı olarak) öfke ve kin birikimi
sağlarsan…
Hiçbir zaman bulamasın dirliği/birliği/
huzuru…
Sanılmasın ki, oluşturulan bu öfke-kin onların
tayfasını korur. Gün gelir bu öfke-kin döner dolaşır onları da bulur.
Bu sorunlar buyrukla, zorlukla çözülemez.. Ancak;
inanarak, güvenerek, severek, sayarak, paylaşarak; çevreyi ve tüm canlıları
koruyup dünya mirasını geleceğe taşıyan insanlar yetiştirerek çözülebilir... Bu
da öncelikle bir eğitim sorunudur eğitim!..
Bu eğitim de, dindar ve kindar nesiller yetiştiren bir
eğitim değildir!..
***
Yasakların, polislerin ve tomaların olduğu günlerde
Taksim ve civarında 1 Mayıslarda yaşatılan kanlı günleri de…
Yasakların olmadığı, polislerin sadece görevini
yaptığı 1 Mayıslarda Taksim’deki muhteşem kutlamaları da yaşadınız,
biliyorsunuz.
***
Şimdi de size ülkemiz dışından bazı
görüntüler:
Münih Teknik Üniversitesi, Edinburgh Üniversitesi ve
Zürih Teknik Üniversitesi (ETH). Bunlar yurt dışında gittiğim üç şehirdeki üç
üniversite…
Hiçbir bariyer, hiçbir güvenlik elemanı, hiçbir kimlik
kontrolü görmeden, sorgulanmadan, dersliklerine, kütüphanelerine,
laboratuvarlarına bir turist olarak girmiş, görmüş ve çıkmıştım.
Evet, evet, ne kontrol, ne bariyer, ne polis, ne
sorgu-sual… Bu “özgürlükçü ve güvenli” anlayışın ülkemde de olması istek, özlem
ve kıskançlığı içinde… Gezip çıkmıştım her üç üniversiteyi de… Ve demek ki güvenlik, sadece
güvenlikçi önlemlerle olmuyormuş dedim kendi kendime…
***
Nazım Hikmet’in ‘TARANTA – BABU’YA SEKİZİNCİ
MEKTUP’ şiiri şu dizelerle son buluyor:
“...Mussolini
çok konuşuyor TARANTA – BABU
çok korktuğu için
çok konuşuyor!.”
çok korktuğu için
çok konuşuyor!.”
Ve biz de yazımızı, güncelliğini sürdüren bu dizelerle
bitirmiş olalım…
http://blog.radikal.com.tr/egitim/guvenlikci-anlayis-ofkeyi-kine-donusturur-96449
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder