30 Aralık 2016 Cuma

2016 yılı bitti gitti de…

Yeni bir gün, yeni bir mevsim, yeni bir kent, yeni bir dost, yeni bir iş ... İnsan tüm yenilerde sevdikleri ile birlikte; sağlıklı, mutlu, başarılı olmak, sıkıntılarının son bulmasını ister. İki gün sonra bize çokça sıkıntılar yaşatan 2016'yı bitirip , yeni bir yıl olan 2017'ye gireceğiz. Artık kim bilir her birimiz, ya da hepimiz, neler neler isteriz bu yeni yıldan...

Her yanımızı saran savaşların, yıllardır yaşanan endişe-korku-acıların bitmesi, yurtta barış, dünyada barışı olması, huzurla güven içinde yaşamak, hastaya şifa, işsize iş, ekonomiye güç ve ülkemizin uluslararasında dostar ve kabul görmesi  gibi pek çok haklı isteğimiz var.

İstemek güzel, istemek hoş da…

Yeni bir yıla girerken tüm kuruluşlar/işletmeler bilançolarını hazırlar, dönen ve duran varlıklarını saptar, bu verilerden hareketle yeni yıl için beklentilerine uygun eylem planlarını hazırlarlar.

Ben de 2016 yılı için, acemi bir apartman deneticisinin paradan arındırılmış ve henüz “ibra” edilmemiş tablosuna benzer bir tablo hazırladım. Tablonun sol tarafına Giderler (kayıplar), sağ tarafına da Gelirler (kazançlar) için sütunlar açarak yurdumuzda olup bitenleri yazmaya çalıştım.

İşte 2016 Türkiye’sinden bazı görünümler:


Giderler (kayıplar)
Gelirler (kazançlar)
  •  
  • İnsan hakları ihlallerinin çokça yaşandığı… 
  • Kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin yok sayıldığı…
  •  Silahlı kuvvetler, emniyet, yargı, eğitim ve diğer tüm alanların  illegal işgal edilip, TBMM’ni  bile bombalayacak faşist darbe  girişiminde bulunulduğu… 
  • Yargıçların ve avukatların bile kendilerini güvende hissetmedikleri… 
  • Seçilmiş milletvekillerin tutuklandığı… 
  • Seçilmiş belediye başkanlarının yerlerine kayyumlar atanarak tutuklandığı...
  • Medyanın sansürlenerek yazar-çizer-çalışanların tutuklandığı…
  • Ana-baba-akrabaların işlediği suçların çocuklarına bile fatura edildiği…
  • Ülkenin demokrasiden uzaklaşıp, tek adamlılığa doğru hızla savrulduğu… 
  • Kolluk kuvvetlerine sorgulanamaz, yargılanamaz ve sınırsız yetkiler verildiği...
  • Ülke sorunlarının sadece güvenlikçi anlayışlarla çözülmeye çalışıldığı...
  • Mevcut okul sisteminin laiklikten uzaklaştırıldığı…
  • Yarınlarımıza düşünen beyinler yetiştiren okulların sıradanlaştırıldığı… 
  • "Beyinler"in sığınacak ülkeler aradığı...
  • Cehaleti kutsayanların terfi alıp yükseltildiği...
  • Dışişleri Bakanının “Daha fazla imam hatip ortaokulu, daha fazla imam hatip lisesi de açacağız", ve Önceki MEB, şimdiki Kültür bakanının da "İmam Hatip okulları özünde milletin eğitime müdahalesidir, bir halk hareketidir" sözlerinden de anlaşıldığı gibi bir İmam Hatip Eğitim Sistemi kurulduğu…
  • Eğitimin cehaleti kutsayan kişi, vakıf ve dernek anlayışına terkedildiği… 
  • Kadın, çocuk cinayetleri, taciz ve tecavüzlerin büyük sayılara ulaştığı…
  • PISA sınav sonuçlarına göre 72 ülke arasında en sonlarda yer aldığımız...
  • Öğretmenlerin % 91.6 oranında iş güvencelerini tehdit altında gördükleri, % 82.7’nin mesleki sorunlardan dolayı psikolojik sorunlar yaşadıklarını… 
  • Ülke kalkınmasının sadece inşaat, yol, tünellerle sınırlandırıldığı…
  • Pek çok işyerinin iflaslar nedeniyle kapandığı, karşılıksız çekler ve icra takiplerin arttığı, ihracat ve turizm sektörünün durma noktasına geldiği...
  • Paramızın uluslararası ortamda büyük değer kaybı yaşadığı, özel sektör ve ülkenin çok büyük dış borç yükü altında bulundukları...
  • İçeride ve dışarıda savaş ve terörün ülkemizdeki yaşamı zorlaştırdığı… 
  • İyi ilişkileri içinde olduğumuz komşularımızın kalmadığı gibi, dünyada da yalnız ve bir zamanlarki “Avrupalı olmak” amacımıza şimdi çok uzak kaldığımız…
  • Yurt içinde bomba ve tanklarla yok edilmiş nice kentimiz, katliamlarda yaşamını yitiriren yüzlerce kiş, binlercesi yaralı...Terör, kan, gözyaşı...
  • ...
  • Ve dün, sankiTBMM görevini yapamıyor,artık 'tek kişi' ülkemizi yönetsin” anlamına gelen bir anayasa değişiklik tasarısının bağırma ve çağırmalar eşliğinde ‘Anayasa Komisyonu’nun kabul edilmesi...
  •  Üçüncü Boğaz köprüsü...
  •  Osmangazi Köprüsü...
  •  Avrasya Tüp Geçişi... 
  • Tüneller... 
  • Yollar...
Yap-işlet-devret yöntemiyle yapılan bu yollar için imzalanan  sözleşmelerde; günlük kaç sayıda taşıtın geçmesi gerektiği, bu sayıya ulaşılmazsa farkının hazinece ödeneceği ( bu sayıya ulaşılması mümkün olmadığı söyleniyor.),  her taşıtın geçiş ücretini Dolar endeksli olduğu belirlenmiştir.

Böylece devlet hazinesi garantisi altında olup geri ödemeleri torunlarımıza kalacak ve kaç liraya mal olacağı bilinemeyen bir borç ile karşı karşıyayız.. 


Ve müttehitlere kazanç sağlayan   
  • AVM'ler...
  • İNŞAAT ve İNŞAAT...
  • ??? 
Not 1: Bu bölüme yazacak başka şey bulamadım, çok üzgünüm. Eğer siz ülkemizin 2016'da ; Hukuk-adalet, eğitim, sağlık, güvenlik, ticaret, ekonomi, uluslararası ilişkiler ve insani değerler alanlarında başka kazanımları olduğunu biliyor/düşünüyorsanız lütfen yorum yaparak katkıda bulunun.
Not 2:  Tabii ki bu bölüme yazılacak kişisel kazanımları olanlarımız vardır, olmalıdır da. Hak edilmiş bu kazanımların çok olması da en büyük dileğimdir.


Gördüğünüz gibi 2016, sadece büyük bedeller ödetmiş büyük acılar yaşatmış olmakla kalmamış, geleceğimize, yarınlarımıza acılarını taşımış, zehirlerini akıtmış bir yıl... 

Yazıyı, bu yıldan geleceğe belge olarak kalacak birkaç seçki ile bitirmek istiyorum:

  • Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Sadece iki alanda arzu ettiğimiz seviyeye ulaşamamış olmaktan dolayı fevkalade üzgünüm. Bunlardan biri eğitimdir diğeri kültür sanattır.”dedi.
(Merak ettim,  acaba hangi alanda “arzu ettiğimiz seviyeye” ulaşmışız.)

  • İçişleri Bakanı Soylu; “Devletin kılıcı uzundur hesap soracağız. Bunu yapanlardan intikam alınacak” yetinmedi  “milletin canını yakanları yakacağız" dedi. 
  • Üç gün önce Bingöl’de yaşamını yitiren Fatma Morsümbül,  acılarını paylaşırken tanıştığı, aynı acıları yaşamış olan Cumartesi Anneleri’ne yazdığı mektupta; “İki oğlumu bu kirli rant savaşında kaybettim. Evlat acısını biliyorum. Bu acıyı başka anneler yaşamasın diye barış istiyorum." dedi.
  • Terör katliamında 19 yaşındaki çocuğu  Berkay Akbaş’ı kaybeden Salim Akbaş; “Terör sadece lanetlemeyle bitseydi. Yıllardır lanetliyoruz. Yarın çiçek bırakırlar. Başka bir şey yapmazlar. Ben istemiyorum oğlum şehit olsun. Oğlum katledildi.” dedi. 
(Evlat acısı yaşayan bir anne ve bir babanın kin, nefret, intikam kokmayan, insani dilekleri)
  • Kolombiya Devlet Başkanı Santos, halkın barış için verdiği ret kararına uymayıp ; “Vazgeçmeyeceğim, başkanlığımın son gününe kadar barış için uğraşacağım.” dedi.
(Barış için baldıran zehiri içmek bu olsa gerek)


2017'nin tüm insanlığa; sömürüsüz,sansürsüz, demokrasi ve barış yaşatacak bir yıl olması dileği ile...




Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

23 Aralık 2016 Cuma

Korku ikliminde “arada” kalanlar



Onlar ki toprakta karınca,/suda balık, /havada kuş kadar/ çokturlar; 
korkak,/cesur,/câhil,/hakîm/ve çocukturlar...
Nazım Hikmet Ran



İnsanlık tarihindeki pek çok katliamın nedeni, emperyalist amaçlar ve din savaşlarıdır.

Bu savaşların mimarları genelde ülkelerinde güvenliği, huzuru olmayan bir iklim oluştururlar. Farkına varılan tüm beceriksizlikleri, yolsuzlukları, haksızlıkları, gerçekleri örtmek için de (çağına göre) meydanlarda, gazetelerde, radyo ve TV'lerde; “üst akıl” “şer odakları”, “lobiler”, den söz edip mağduriyet nutukları çeker, ötekiler yaratıp  provaksiyonlar düzenlerler. Halkı kandırmaya yönelik tüm bu eylemleri sosyal psikoloji algı oluşturma olarak tanımlar.

Bu algılarla 'efsunlanalar' eğer birazcık düşünüp ışık tutslar karanlıklara, kimlerin hangi amaçla; kendilerine, komşularına, tanımadıklarına, ülkelerine neler yaptıklarını, neler çektirdiklerini anlayıp, görecekler. O zaman da, öteki, başka, karşı taraf görülenleri, görebilir, anlayabilir, çığlıklarını duyabilir, acilarını hissederler.

Bizde de son zamanlarda el ele verelim deyip (!) insan olmanın erdemlerini çıkara bağladılar ve yine elediler “ötekileri”... Oysa el ele vermek bir ve birlik olmak demektir. 'Birlik' farklı parçaların bütünlüğüdür, renkleri, sesleri, tarzları başka başka olsa da…  O birlikte, bir olmayı sağlayan karşılıklı saygı ve hoşgörüdür. Öyle bir iklim oluştu ki artık yaşatmıyor ötekiler. 

Acaba siz, suçlu olamadıkları halde, “suçlu” ilan edilen ve “suçlu olmadığını ispatlamak” durumunda bırakıldıklarından arada sıkışıp kalanların, hangi psikoloji içinde olduklarını, olabileceklerini hiç düşündünüz mü?

Eğer düşündüyseniz (ki herkes düşünmüştür), peki, ya o anlarda; ahlakımızın, dini duygularımızın, vicdanımızın bize fısıldadıklarını duyup da neden suskun ve eylemsiz kaldığımızı düşünenlerimiz var mı?!..

Sanırım bizim en eksik olan yanımız, tam da bu evrede…

Büyük çoğunluğumuza ait; en derin yaralarımız, yüzleşmediğimiz için bize rahat vermeyen en büyük acılarımız, sıkıntılarımız işte tam da burada örtük duruyor. Derinliklerde örtük duran, bazı yaşanmışlıklarımızın açtığı yaralara karşı bizler,

Eğer;

  • 12 Eylül’ün o karanlık günlerinde; insanlarımıza “b..” yedirilmeğe çalışırken...
  • JİTEM ve diğer çetelerce faili meçhul (!) cinayetler işlenirken, köyler havadan bombalanırken...
  • Türkçe bilmeyen ana-babalar tutuklu çocukları ile sadece el kol ve  mimiklerle konuşabilirken...
  • Hayata Dönüş” operasyonları” ile devletin korumasındaki tutuklular yakılarak yok edilirken...
  • İnsanlarımız K. Maraş, Çorum, Sivas’da evlerinde ve sokaklarda, “Hayata Dönüş Operasyonu” ile hapishanelerde yakılarak, vurularak katledilirken...
  • 28 Şubatta silahların gölgesinde nutuklarla dayatmalar yapılırken...
  • Dolmabahçe'de “Koru beni saklayayım sırlarını” anlaşmaları yapılırken...
  • Cumartesi-Roboski- Gezi-Soma-Ermenek gibi nice anneler acılarını paylaşırken...
  • Fabrikalar,  bankalar, ormanlar, ovalar, çayırlar, göller, dereler, nehirler, deprem toplama alanlarımız bile yakın çevrelere rantiye verilip, yok edilip yağmalanırken...
  • Kültürel tarihi dokusu, pek çok canlısı ile birlikte yok edilen;  Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Silvan, Lice, Derik, Şırnak ve nice kentimiz tank-toplarla bombalanıp, oralarda nefret suçları işlenirken...
  • Övgülerle kutsanıp, kollanarak; yargı, askeriye, emniyet, meb ve diğer tüm kamu kuruluşlarında kök salan, bunlarla da yetinmeyip,  dershaneler, özel okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, hastaneler, Radyo-TV kanallarına sahip olan“Gülencilik”  henüz kanlı 15 Temmuz kalkışmasını yaşatmamışken...
Ve eğer bu korku iklimi bazı bölgelerde henüz yeni başladığında, oralarda yaşananlar için de; tıpkı Filistin-Halep-Kahire’de yaşanan dramları protesto eder gibi; insani hıçkırıklar içindeki üzüntü gözyaşlarımızı esirgemez, susmaz ve de durup bakmasaydık... 

Yaşanan acıların hepsine karşı olmasa bile, sadece birkaçında el ele verip güçlü-kararlı olarak; YETER deyip ülkemiz ve geleceğimiz için suskun ve eylemsiz kalmasaydık;

Bu korku iklimi her bölgeye, her kente, her mesleğe, herkese ulaşmadan yok olmaz mıydı? Bugünkü acılarıyla başbaşa  10 milyonlarca arada kalan insanımız olur muydu?
 

***   
                                                                                                 
Toplumun büyük çoğulunun susup eylemsiz kalmasına; çıkarcılık mı, bencillik mi, korkaklık mı denir onu bilemem. Sadece bu durağanlığın, yaşamakta olduğumuz korku iklimince üretilen ve sağaltımı gerekli olan bulaşıcı bir hastalık olduğunu biliyorum.


Birey olarak; sıranın kendimize gelmesini beklercesine olanlara duyarsız kalmayıp;  ahlakımızın, dini duygularımızın, vicdanımızın bize fısıldadıklarına suskun ve eylemsiz kalmasaydık…

Toplum olarak; “bitti, bitiyor, son çırpınışları…” sözlerine inanmasak, intikam nutuklarına da, Haydi be!.. Deyip, dünya ne yapmışsa o örneklere bakarak; “biz ne yapalım, nasıl yapalım ki bu sorunları çözelim” arayışına girmiş olsaydık:  
Hiç değilse yaşanmışlıklarımıza, bir gün önceki ve sonraki acılar eklenmez ve yaşanmaz olacaktı… 

Olmadı!!.. Olamadı, yapamadık!... Deyip pes etmek de yok!.. 

Henüz çok geç değil!...


Yarınlarda yaşanacaklar için henüz geç kalmadık, hiç olmazsa şimdi, bugün suskun ve eylemsiz kalmayalım.



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

16 Aralık 2016 Cuma

Teröre karşın yine de (gene de) BARIŞ

Yurdumuzun farklı yerlerinde 2015 Haziran’dan bu yana, 17 bombalı saldırı yapıldı, bu saldırılarda 372 kişi yaşamını yitirirken, 1837 kişi de yaralandı. Beşiktaş Stadının yakınında patlatılan çifte bombalı saldırı da son katliam... Hem de “Dünya İnsan Hakları Günü”nde terör; hakların en önemlisi olan yaşama hakkını aldı 44 candan, 150 kişi de yaralı…

Terörü yapanlara, destekleyenlere ve ortam hazırlayanlara lanet olsun…

Tüm katliamlarda olduğu gibi bunda da ekran ve meydanlarda halkın karşısına çıkan, başbakan, hükümet sözcüsü, içişleri bakanı ve diğer tüm etkili yetkililer benzer şekilde; “bu eylemler onların son çırpınışları- sebep olanlara en ağır cezalar verilecek - sonuna kadar gidilecek…”  vb sözler söylediler. Özetle terörü savaş ile bitireceklerini belirtiler eski demeçler gibi… Sonuçta büyük acılarla yürekler yanıyor, ocaklar sönüyor, yine de terör bitmiyor, bitmiyor…

Haklı olarak böylesi günlerde acılı insanlar kendi yanlarında; acılarını hissedip paylaşacak, öfkelerini anlayacak ve destek olacak dost insanlar (bunlar yönetici ve politikacılar da olabilir) isterler. Yönetici ve politikacıların da bu acılıların yanında olması istenen bir insani bir durumdur. Haklı olarak duyguların şaha kalktığı, öfkelerin arttığı böylesi acılı günlerde; yönetici ve politikacılara düşen görev öfkeleri giderici, hukuk ve adaleti sağlayıcı önlemler almaktır. Başka bir anlatımla yönetici ve politikacıların esas görevi; böylesi olaylara neden olan iklimi değiştirmek, tekrarlamaması için çareler aramak, yasalar çıkarıp, uygulamak ve erkler (yasama-yargı-yürütme) arasında işbirliğini sağlamaktır. Böylece, yaşanan acılara ve kıyımlara neden olanları kolluk kuvvetleri arar, bulur, yakalar ve adalete teslim eder. Yargıçlar da onları yargılar hak ettikleri cezayı verir. Kuvvetler ayrılığı dedikleri şey de budur işte…

Kontrolsüz güç güç değildir

Gelin görün ki, tüm etkili yetkililerimiz terörü savaşla yok etmek fikrinde birleşmiş.  İçişleri Bakanı Soylu “Devletin kılıcı uzundur hesap soracağız. Bunu yapanlardan intikam alınacak” yetinmedi  “milletin canını yakanları yakacağız" dedi.

İntikam=Kan davası=Töre cinayeti= kabile, aşiret, cemaat anlayışı, yani insan haklarına dayanmayan hukukun olmadığı anlayış olarak tanımlanabilir. Basit bir örneklendirme yaparsak intikam çağrısı yapmak; öfkeyi yatıştırmak yerine büyütmek, şiddete, şiddetle karşılık verip ödeşmektir(!). Oysa eğer yargı, hukuka uygun olarak cezalandırırsa bu canileri, bu da intikam değil olması gerekendir.  
Devlet eğer ‘hukuk devleti’ ise, intikam ile hareket edemez, etmemeli.

Çünkü şiddeti, şiddetle bitirmeye çalışmanın sonu yine şiddettir.
Çünkü intikam almak, terörün yaptığı kıyımları, ölümleri bitirmez.
Çünkü terörü ancak demokratik bir ortamda, hukuk ve barış bitirir.
Çünkü barış; öfkeyi, kini, nefreti  bitirir ve "barış iklimi" fidanları; yeşertir, büyütür.
Çünkü insanı insan kılan yüce bir değerdir BARIŞ…

Taşıtlara lastik üreten bir firma reklamında: ”kontrolsüz güç güç değildir”  der. Çok anlam barındıran bu kısa cümle, günümüzde herkesin parolası ve rehberi olmalı.
Devletlerin gücü, hukuk ve adaletin dışına çıkılmamalı…
  
Sürekli gerginlik ve sürekli güvenlikçi anlayışa dayanan bir güç anlayışı; çağdaş devlete ait olamaz. Çağdaş devlet anlayışında temel güç; insanın temel haklarına dayanan hukukun gücüdür.

***

Nice çığlık içinde, bir babanın çığlığı

Herkes korku içinde, ölüm dolaşıyor her yerde, evde, okulda, sokakta, maçta, çarşıda, pazarda… Herkes suskun, herkes çaresiz böyle bir iklimde…

Nice çığlık içine karışmış bir babanın çığlığı vardı, siz de duydunuz mu?

19 yaşındaki tıp fakültesi öğrencisi Berkay Akbaş’ın babası Salim Akbaş idi bu çığlığın sahibi; “Terör sadece lanetlemeyle bitseydi. Yıllardır lanetliyoruz. Yarın çiçek bırakırlar. Başka bir şey yapmazlar. Ben istemiyorum oğlum şehit olsun. Oğlum katledildi.” dedi ve aslında bu altı kısa cümle; sadece tribünler oynayıp, nutuk çeken ve yıllardır bu sorunu çözmeyenlerden hesap soruyordu…

Belki şimdi şehitlik istemediği için bu acılı babayı ‘şucu, bucu’ diye yaftalayanlar olacaktır (olmamalı). Böylece Cumartesi Anneleri gibi acılarını ortaklaştıran, birbirine destek olan pek çok anne grubu arasına Salim Akbaş da bir baba olarak katıldı. Çocuğunu koruyamamış, yaşatamamış ve onun geri gelmeyeceğini bilen bir baba olarak; bari diğer çocuklar güvende yaşasın istiyor, şehitlik istemiyor.

Devletin görevi şehitler istemek, şehitliğe özendirmek değildir/olmamalı. Devlet de tıpkı anne-babalar gibi; çocukların/insanların kahpe tuzaklarla, kurşunlarla, bombalarla yok olmasını istemez/istememeli.  Sizce de insanların güven içinde yaşayıp, üretici, yaratıcı bireyler olmasını istemek daha mantıklı değil mi?

Zaten var olmanın en önemli amacı yaşamak değil mi, neden ölümü seçelim ki?

***

Dünya böylesi sorunları nasıl çözmüş

Şimdi bunları okuyup bana, öfke içinde soru soracaklar olduğunu hissediyorum. Hatta o kişilerin dişlerini sıkıp (vereceğim cevabı da beklemeden kızarak); “Peki, nasıl son bulacak bu terör?!..” diye sormak istediklerini de …

Bu soruya verilecek cevap çok basit, çünkü sadece bizim ülkemizin değil dünyanın pek çok ülkesinin de yaşadığı veya yaşamağa devam ettiği bir sorunudur terör.   Pek çok ülke bu sorunlara barış ile kalıcı çözüm bulmuşsa... Örnek mi istediniz? İşte, iç savaşlarını barış ile taçlandıran İngiltere ve İspanya…

Günümüzde de Kolombiya var. 26 Eylül 2016 günü Kolombiya’da; 52 yılda 220 bin kişinin ölümüne sebep olan kanlı iç savaşı durdurmak için taraflar anlaşmaya varmışlardı. Bu anlaşmayı halkın onayına sundular ve % 50.24 hayır oyuyla karşılaştılar. Devlet Başkanı Santos barış için kararlı duruşunu sürdürerek; “Vazgeçmeyeceğim, başkanlığımın son gününe kadar barış için uğraşacağım.” dedi ve insanların ölümüne neden olan iç savaşı engelledi. Başkan Santos’un halkoylaması sonucuna uymaması; belki onun politik kayıplarına neden olacaktır. Fakat barış olduğunda; kimse katledilmeyecek ve insanlar güven içinde olunca herkes kazanacak…

Yetmez mi?

İnsanların yaşamasını esas alan barış; oylarla yok edilmeyecek kadar değerli ve insanı insan kılan yüce bir değerdir.


Değerlerle oynanmalı. Değerler oylanmamalı… 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız