ne yapmalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ne yapmalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2016 Cuma

Korku ikliminde “arada” kalanlar



Onlar ki toprakta karınca,/suda balık, /havada kuş kadar/ çokturlar; 
korkak,/cesur,/câhil,/hakîm/ve çocukturlar...
Nazım Hikmet Ran



İnsanlık tarihindeki pek çok katliamın nedeni, emperyalist amaçlar ve din savaşlarıdır.

Bu savaşların mimarları genelde ülkelerinde güvenliği, huzuru olmayan bir iklim oluştururlar. Farkına varılan tüm beceriksizlikleri, yolsuzlukları, haksızlıkları, gerçekleri örtmek için de (çağına göre) meydanlarda, gazetelerde, radyo ve TV'lerde; “üst akıl” “şer odakları”, “lobiler”, den söz edip mağduriyet nutukları çeker, ötekiler yaratıp  provaksiyonlar düzenlerler. Halkı kandırmaya yönelik tüm bu eylemleri sosyal psikoloji algı oluşturma olarak tanımlar.

Bu algılarla 'efsunlanalar' eğer birazcık düşünüp ışık tutslar karanlıklara, kimlerin hangi amaçla; kendilerine, komşularına, tanımadıklarına, ülkelerine neler yaptıklarını, neler çektirdiklerini anlayıp, görecekler. O zaman da, öteki, başka, karşı taraf görülenleri, görebilir, anlayabilir, çığlıklarını duyabilir, acilarını hissederler.

Bizde de son zamanlarda el ele verelim deyip (!) insan olmanın erdemlerini çıkara bağladılar ve yine elediler “ötekileri”... Oysa el ele vermek bir ve birlik olmak demektir. 'Birlik' farklı parçaların bütünlüğüdür, renkleri, sesleri, tarzları başka başka olsa da…  O birlikte, bir olmayı sağlayan karşılıklı saygı ve hoşgörüdür. Öyle bir iklim oluştu ki artık yaşatmıyor ötekiler. 

Acaba siz, suçlu olamadıkları halde, “suçlu” ilan edilen ve “suçlu olmadığını ispatlamak” durumunda bırakıldıklarından arada sıkışıp kalanların, hangi psikoloji içinde olduklarını, olabileceklerini hiç düşündünüz mü?

Eğer düşündüyseniz (ki herkes düşünmüştür), peki, ya o anlarda; ahlakımızın, dini duygularımızın, vicdanımızın bize fısıldadıklarını duyup da neden suskun ve eylemsiz kaldığımızı düşünenlerimiz var mı?!..

Sanırım bizim en eksik olan yanımız, tam da bu evrede…

Büyük çoğunluğumuza ait; en derin yaralarımız, yüzleşmediğimiz için bize rahat vermeyen en büyük acılarımız, sıkıntılarımız işte tam da burada örtük duruyor. Derinliklerde örtük duran, bazı yaşanmışlıklarımızın açtığı yaralara karşı bizler,

Eğer;

  • 12 Eylül’ün o karanlık günlerinde; insanlarımıza “b..” yedirilmeğe çalışırken...
  • JİTEM ve diğer çetelerce faili meçhul (!) cinayetler işlenirken, köyler havadan bombalanırken...
  • Türkçe bilmeyen ana-babalar tutuklu çocukları ile sadece el kol ve  mimiklerle konuşabilirken...
  • Hayata Dönüş” operasyonları” ile devletin korumasındaki tutuklular yakılarak yok edilirken...
  • İnsanlarımız K. Maraş, Çorum, Sivas’da evlerinde ve sokaklarda, “Hayata Dönüş Operasyonu” ile hapishanelerde yakılarak, vurularak katledilirken...
  • 28 Şubatta silahların gölgesinde nutuklarla dayatmalar yapılırken...
  • Dolmabahçe'de “Koru beni saklayayım sırlarını” anlaşmaları yapılırken...
  • Cumartesi-Roboski- Gezi-Soma-Ermenek gibi nice anneler acılarını paylaşırken...
  • Fabrikalar,  bankalar, ormanlar, ovalar, çayırlar, göller, dereler, nehirler, deprem toplama alanlarımız bile yakın çevrelere rantiye verilip, yok edilip yağmalanırken...
  • Kültürel tarihi dokusu, pek çok canlısı ile birlikte yok edilen;  Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Silvan, Lice, Derik, Şırnak ve nice kentimiz tank-toplarla bombalanıp, oralarda nefret suçları işlenirken...
  • Övgülerle kutsanıp, kollanarak; yargı, askeriye, emniyet, meb ve diğer tüm kamu kuruluşlarında kök salan, bunlarla da yetinmeyip,  dershaneler, özel okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, hastaneler, Radyo-TV kanallarına sahip olan“Gülencilik”  henüz kanlı 15 Temmuz kalkışmasını yaşatmamışken...
Ve eğer bu korku iklimi bazı bölgelerde henüz yeni başladığında, oralarda yaşananlar için de; tıpkı Filistin-Halep-Kahire’de yaşanan dramları protesto eder gibi; insani hıçkırıklar içindeki üzüntü gözyaşlarımızı esirgemez, susmaz ve de durup bakmasaydık... 

Yaşanan acıların hepsine karşı olmasa bile, sadece birkaçında el ele verip güçlü-kararlı olarak; YETER deyip ülkemiz ve geleceğimiz için suskun ve eylemsiz kalmasaydık;

Bu korku iklimi her bölgeye, her kente, her mesleğe, herkese ulaşmadan yok olmaz mıydı? Bugünkü acılarıyla başbaşa  10 milyonlarca arada kalan insanımız olur muydu?
 

***   
                                                                                                 
Toplumun büyük çoğulunun susup eylemsiz kalmasına; çıkarcılık mı, bencillik mi, korkaklık mı denir onu bilemem. Sadece bu durağanlığın, yaşamakta olduğumuz korku iklimince üretilen ve sağaltımı gerekli olan bulaşıcı bir hastalık olduğunu biliyorum.


Birey olarak; sıranın kendimize gelmesini beklercesine olanlara duyarsız kalmayıp;  ahlakımızın, dini duygularımızın, vicdanımızın bize fısıldadıklarına suskun ve eylemsiz kalmasaydık…

Toplum olarak; “bitti, bitiyor, son çırpınışları…” sözlerine inanmasak, intikam nutuklarına da, Haydi be!.. Deyip, dünya ne yapmışsa o örneklere bakarak; “biz ne yapalım, nasıl yapalım ki bu sorunları çözelim” arayışına girmiş olsaydık:  
Hiç değilse yaşanmışlıklarımıza, bir gün önceki ve sonraki acılar eklenmez ve yaşanmaz olacaktı… 

Olmadı!!.. Olamadı, yapamadık!... Deyip pes etmek de yok!.. 

Henüz çok geç değil!...


Yarınlarda yaşanacaklar için henüz geç kalmadık, hiç olmazsa şimdi, bugün suskun ve eylemsiz kalmayalım.



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

16 Eylül 2016 Cuma

Empati Yapmak=Duygudaş Olmak (2)


(Önceki yazımızı noktaladığımız yerden devam edelim.)


*

Son yıllarda yaşanan; Hrant Dink, Roboski, Suruç, Tahir Elçi, Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Silvan, Lice, Şırnak, vb katliamlar, bunlar için atılan çığlıklar, yakılan ağıtlar, tıpkı 15 Temmuz katliamında olduğu gibi içimizde yankı bulmaz, titremelere neden olmaz, gözlerimizi nemlendirmez ve hep birlikte lanetlemiyorsak, hiç duygudaş olabilir miyiz?

Acıların bile farklılaştığı, yarıştırıldığı günler yaşıyoruz.

Neden “aynı olaya” bakışımız bile ayrıştı, uyuşmaz olduk?” Başlıklı bir yazı yazmış ve de bazı eleştiriler almıştım. Bir arkadaşım haklı olarak: “Nasıl uyuşacak hocam! Olaylara bakışımız aynı mı? Nereden baktığımıza bağlı… Bunu belirleyen değer yargılarımız da farklı. Böyle olunca da uyuşma da olmuyor. Varsın uyuşmasın da zaten… “ diye yazmıştı.

Aslında o yazım; farklı bakış ve değerleri yok saymak yerine, yaşadığımız iklimde bu farklılıklara karşı gelişen toplumsal duyarsızlık ve duygudaşlığın azalmasına bir eleştiriydi. Amacım; olaylar karşısında, duygudaş olmamak gibi önemli bir toplumsal sorunumuzla yüzleşip çözümler aramaktı.

Demek ki yeterince anlatamamışım. :(

***

Üst akıl

Her gün değişik TV ekranlarında, meydanlarda, gazetelerde, arkadaşlar arasında, her ortam ve her zamanda (Acaba dünyada başka benzeri var mı?!), saatler süren konuşmalar, yazılar, görseller, ana konu: ülke sorunları. Size göre doğru veya yanlış herkes görüşlerini dillendirir.

Ama içlerinde birileri ile karşılaşırsınız ki onlar; kendi görüşlerini anlatacaklarına, üst akıl denen bir kavramı hatırlatarak, tüm tartışma konularını ve olup bitenleri, bu müthiş gücün bir yaptırımı olarak gösterip tartışmayı kitler, böylece adeta, tartışanların tüm enerjilerini bitirmeye çalışırlar.  

Benim yazılarımı okuyup, samimi (fakat bana göre yanlış) eleştirilerde bulunan bazı dostlarım var. Bu dostlarımın (bana göre) yanlışlarını anlamak ve anlatmak gerek… Hepimizin çokça karşılaştığı bu dostlar genellikle benzer anlatımla şunları söylerler:

“Doğru güzel yazıyorsun da, fakat tüm bu işleri; ‘Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’u gerçekleştirmek isteyen ABD ve dünyaya hükmeden diğer güçler ve üst akıllar yapıyor... Onların amacı, Dünyayı ve Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek paylaşmak…  Yani tüm bu yaşananlar ve bize izletilenler de birer senaryo...” 

Ben de, samimi olduklarına inandığım bu dostlarıma, eleştirileri için teşekkür eder, bu söylemlerin hiç de ülkemiz yararına olmadığını belirten bazı anımsatmalarda bulunurum. 

İşte “çünkü” ile başlayan bazı anımsatmalarım:

Çünkü bu söylem, (BOP)’u yöneten üst akılın öylesine yüce ve öylesine başa çıkılmaz, adeta doğal afet gibi, önlenemez bir tehlike, dev bir güç haline getirir ki, bu da, ülke halkını pasifliğe, kaderciliğe, çaresizliğe, yılgınlığa götüren bir söylem olur. (Ayrıca; dünyadaki tüm Kurtuluş Savaşları emperyalist amaçlı (BOP’u isteyenler gibi) devletlere karşı verilerek kazanılmadı mı?  Bizim yurdumuzda da bunlardan biri değil mi?)

Çünkü bu söylem, JİTEM artığı anlayışların, kendilerini her şeyi yapabilir ilan etmelerine neden olacaktır. Böylece daha rahat yargısız infazlar yapabilecekler, girdikleri şehir, köy ve evlerde; nefret söylemi ile insanlara işkence edip onları aşağılayacak, yerlerde sürükleyecek, teşhir edeceklere destek olan bir söylem.
Çünkü bu söylem, yurdumuzda yeşeren, canlanan solun içine sızmış ve derin ilişkiler içinde olduğu söylenen Doğu Perinçek’in medyasından pompalanan bir söylem.

Çünkü bu söylem, ''Nusaybin'de taş üstünde taş, baş üstünde baş koymayın'' diyen Devlet Bahçeli’nin söylemi.

Çünkü bu söylem, mahkemelerce yargılanmayıp suçlu oldukları kanıtlanmamış kişilerin hukuki açıdan “sanık” veya “şüpheli” olduğu ilkesini unutturur, böylece yargılanmadan binlerce “sanık” ve “şüpheli”nin infaz edilmesine onay veren bir söylem olur.

Çünkü bu söylem, iktidarın; sadece güvenlikçi tedbirlerle yetinerek,  tüm barışçı yolları yok saymasına, yani sadece, polis, asker, tank, toma, top, bomba, tüfekle ölümlere ve yıkımlara neden olan politikalarına destek anlamına gelen bir söylem.

Çünkü bu söylem, insanların ne yapmalı, nasıl yapmalı deyip çözüm arayışında bulunmalarını ve yaratıcılıklarını ortaya koymalarına kelepçe olacak, böylece üst akılların, emperyalist amaçların işbirlikçisi baskıcı yönetimlerin var olmasına fayda sağlayan bir söylem.

Çünkü bu söylem, süper güç, emperyalist güç, üst akıl olarak tanımlanıp yerli ve milli işbirlikçilerini unutturan onların ortaya çıkmamasına hizmet eden bir söylem.

Ve çünkü bu söylem, açıkça; “ben bu işe karışmayayım, bana ne, benden uzak olsun…” diyemeyenlerin geliştirmiş oldukları ve arkasına sığındıkları kolaycı bir savunma mekanizmasının söylemi…  



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız