Onlar ki toprakta karınca,/suda balık, /havada kuş kadar/ çokturlar;
korkak,/cesur,/câhil,/hakîm/ve çocukturlar...
Nazım Hikmet Ran
|
İnsanlık tarihindeki pek çok katliamın nedeni, emperyalist amaçlar ve din savaşlarıdır.
Bu savaşların mimarları genelde ülkelerinde güvenliği, huzuru olmayan bir iklim oluştururlar. Farkına varılan tüm
beceriksizlikleri, yolsuzlukları, haksızlıkları, gerçekleri örtmek için de (çağına göre) meydanlarda, gazetelerde, radyo ve TV'lerde; “üst akıl” “şer odakları”, “lobiler”, den
söz edip mağduriyet nutukları çeker, ötekiler yaratıp provaksiyonlar düzenlerler. Halkı kandırmaya yönelik tüm bu eylemleri sosyal psikoloji algı oluşturma olarak tanımlar.
Bu algılarla 'efsunlanalar' eğer birazcık düşünüp ışık tutslar karanlıklara, kimlerin hangi amaçla; kendilerine, komşularına, tanımadıklarına, ülkelerine neler yaptıklarını, neler çektirdiklerini anlayıp, görecekler. O zaman da, öteki, başka, karşı taraf görülenleri, görebilir, anlayabilir, çığlıklarını duyabilir, acilarını hissederler.
Bizde de son zamanlarda el ele verelim deyip (!) insan olmanın erdemlerini çıkara bağladılar ve yine elediler “ötekileri”... Oysa el
ele vermek bir ve birlik olmak demektir. 'Birlik' farklı parçaların bütünlüğüdür,
renkleri, sesleri, tarzları başka başka olsa da… O birlikte, bir olmayı sağlayan karşılıklı
saygı ve hoşgörüdür. Öyle bir iklim oluştu ki artık yaşatmıyor ötekiler.
Acaba siz, suçlu olamadıkları halde, “suçlu” ilan edilen ve “suçlu olmadığını
ispatlamak” durumunda bırakıldıklarından arada sıkışıp kalanların, hangi psikoloji içinde olduklarını, olabileceklerini hiç düşündünüz mü?
Eğer düşündüyseniz (ki herkes düşünmüştür), peki, ya o anlarda; ahlakımızın,
dini duygularımızın, vicdanımızın bize fısıldadıklarını duyup da neden suskun
ve eylemsiz kaldığımızı düşünenlerimiz var mı?!..
Sanırım bizim en eksik olan yanımız, tam da bu evrede…
Büyük çoğunluğumuza ait; en derin yaralarımız, yüzleşmediğimiz için bize
rahat vermeyen en büyük acılarımız, sıkıntılarımız işte tam da burada örtük
duruyor. Derinliklerde örtük duran, bazı yaşanmışlıklarımızın açtığı
yaralara karşı bizler,
Eğer;
- 12 Eylül’ün o karanlık günlerinde; insanlarımıza “b..” yedirilmeğe çalışırken...
- JİTEM ve diğer çetelerce faili meçhul (!) cinayetler işlenirken, köyler havadan bombalanırken...
- Türkçe bilmeyen ana-babalar tutuklu çocukları ile sadece el kol ve mimiklerle konuşabilirken...
- “Hayata Dönüş” operasyonları” ile devletin korumasındaki tutuklular yakılarak yok edilirken...
- İnsanlarımız K. Maraş, Çorum, Sivas’da evlerinde ve sokaklarda, “Hayata Dönüş Operasyonu” ile hapishanelerde yakılarak, vurularak katledilirken...
- 28 Şubatta silahların gölgesinde nutuklarla dayatmalar yapılırken...
- Dolmabahçe'de “Koru beni saklayayım sırlarını” anlaşmaları yapılırken...
- Cumartesi-Roboski- Gezi-Soma-Ermenek gibi nice anneler acılarını paylaşırken...
- Fabrikalar, bankalar, ormanlar, ovalar, çayırlar, göller, dereler, nehirler, deprem toplama alanlarımız bile yakın çevrelere rantiye verilip, yok edilip yağmalanırken...
- Kültürel tarihi dokusu, pek çok canlısı ile birlikte yok edilen; Sur, Cizre, Nusaybin, Silopi, Yüksekova, Silvan, Lice, Derik, Şırnak ve nice kentimiz tank-toplarla bombalanıp, oralarda nefret suçları işlenirken...
- Övgülerle kutsanıp, kollanarak; yargı, askeriye, emniyet, meb ve diğer tüm kamu kuruluşlarında kök salan, bunlarla da yetinmeyip, dershaneler, özel okullar, üniversiteler, dernekler, vakıflar, hastaneler, Radyo-TV kanallarına sahip olan“Gülencilik” henüz kanlı 15 Temmuz kalkışmasını yaşatmamışken...
Ve eğer bu korku iklimi bazı bölgelerde henüz yeni başladığında, oralarda yaşananlar için de; tıpkı Filistin-Halep-Kahire’de yaşanan dramları protesto eder gibi; insani hıçkırıklar içindeki üzüntü gözyaşlarımızı esirgemez,
susmaz ve de durup bakmasaydık...
Yaşanan acıların hepsine karşı olmasa bile, sadece birkaçında el ele verip güçlü-kararlı olarak; YETER deyip ülkemiz ve geleceğimiz için suskun ve eylemsiz kalmasaydık;
Yaşanan acıların hepsine karşı olmasa bile, sadece birkaçında el ele verip güçlü-kararlı olarak; YETER deyip ülkemiz ve geleceğimiz için suskun ve eylemsiz kalmasaydık;
Bu korku iklimi her bölgeye, her kente, her
mesleğe, herkese ulaşmadan yok olmaz mıydı? Bugünkü acılarıyla başbaşa 10 milyonlarca arada kalan insanımız olur
muydu?
***
Toplumun büyük çoğulunun susup eylemsiz kalmasına; çıkarcılık mı,
bencillik mi, korkaklık mı denir onu bilemem. Sadece bu durağanlığın, yaşamakta
olduğumuz korku iklimince üretilen ve sağaltımı gerekli olan bulaşıcı bir
hastalık olduğunu biliyorum.
Birey
olarak; sıranın kendimize gelmesini beklercesine olanlara duyarsız kalmayıp;
ahlakımızın, dini duygularımızın, vicdanımızın bize fısıldadıklarına
suskun ve eylemsiz kalmasaydık…
Toplum
olarak; “bitti, bitiyor, son çırpınışları…” sözlerine inanmasak, intikam
nutuklarına da, Haydi be!..
Deyip, dünya ne yapmışsa o örneklere bakarak; “biz ne yapalım, nasıl
yapalım ki bu sorunları çözelim” arayışına girmiş olsaydık:
Hiç değilse yaşanmışlıklarımıza, bir gün önceki ve sonraki acılar
eklenmez ve yaşanmaz olacaktı…
Olmadı!!..
Olamadı, yapamadık!... Deyip pes etmek de yok!..
Henüz çok geç değil!...
Yarınlarda yaşanacaklar için henüz geç kalmadık, hiç olmazsa şimdi, bugün
suskun ve eylemsiz kalmayalım.