Yurdumuzun farklı yerlerinde 2015 Haziran’dan bu yana, 17 bombalı saldırı
yapıldı, bu saldırılarda 372 kişi yaşamını yitirirken, 1837 kişi de
yaralandı. Beşiktaş Stadının yakınında patlatılan çifte bombalı saldırı da
son katliam... Hem de “Dünya İnsan Hakları Günü”nde terör; hakların en önemlisi
olan yaşama hakkını aldı 44 candan, 150 kişi de yaralı…
Terörü
yapanlara, destekleyenlere ve ortam hazırlayanlara lanet olsun…
Tüm katliamlarda olduğu gibi bunda da ekran ve meydanlarda halkın
karşısına çıkan, başbakan, hükümet sözcüsü, içişleri bakanı ve diğer tüm etkili
yetkililer benzer şekilde; “bu
eylemler onların son çırpınışları- sebep olanlara en ağır cezalar verilecek -
sonuna kadar gidilecek…” vb sözler
söylediler. Özetle terörü savaş ile bitireceklerini belirtiler eski demeçler
gibi… Sonuçta büyük acılarla yürekler yanıyor, ocaklar sönüyor, yine de terör
bitmiyor, bitmiyor…
Haklı olarak böylesi günlerde acılı insanlar kendi yanlarında; acılarını
hissedip paylaşacak, öfkelerini anlayacak ve destek olacak dost insanlar (bunlar
yönetici ve politikacılar da olabilir) isterler. Yönetici ve politikacıların da
bu acılıların yanında olması istenen bir insani bir durumdur. Haklı olarak duyguların
şaha kalktığı, öfkelerin arttığı böylesi acılı günlerde; yönetici ve
politikacılara düşen görev öfkeleri giderici, hukuk ve adaleti sağlayıcı
önlemler almaktır. Başka bir anlatımla yönetici ve politikacıların esas görevi;
böylesi olaylara neden olan iklimi değiştirmek, tekrarlamaması için çareler aramak, yasalar
çıkarıp, uygulamak ve erkler (yasama-yargı-yürütme) arasında işbirliğini
sağlamaktır. Böylece, yaşanan acılara ve kıyımlara neden olanları kolluk
kuvvetleri arar, bulur, yakalar ve adalete teslim eder. Yargıçlar da onları yargılar
hak ettikleri cezayı verir. Kuvvetler
ayrılığı dedikleri şey de budur işte…
Kontrolsüz
güç güç değildir
Gelin görün ki, tüm etkili yetkililerimiz terörü savaşla yok etmek
fikrinde birleşmiş. İçişleri Bakanı Soylu
“Devletin kılıcı uzundur hesap soracağız. Bunu yapanlardan intikam
alınacak” yetinmedi “milletin canını yakanları yakacağız"
dedi.
İntikam=Kan davası=Töre cinayeti= kabile, aşiret, cemaat anlayışı, yani
insan haklarına dayanmayan hukukun olmadığı anlayış olarak tanımlanabilir. Basit
bir örneklendirme yaparsak intikam çağrısı yapmak; öfkeyi yatıştırmak yerine büyütmek,
şiddete, şiddetle karşılık verip ödeşmektir(!). Oysa eğer yargı, hukuka uygun
olarak cezalandırırsa bu canileri, bu da intikam değil olması gerekendir.
Devlet
eğer ‘hukuk devleti’ ise, intikam ile hareket edemez, etmemeli.
Çünkü şiddeti,
şiddetle bitirmeye çalışmanın sonu yine şiddettir.
Çünkü intikam
almak, terörün yaptığı kıyımları, ölümleri bitirmez.
Çünkü terörü ancak
demokratik bir ortamda, hukuk ve barış bitirir.
Çünkü barış; öfkeyi,
kini, nefreti bitirir ve "barış iklimi" fidanları; yeşertir, büyütür.
Çünkü insanı
insan kılan yüce bir değerdir BARIŞ…
Taşıtlara lastik üreten bir firma reklamında: ”kontrolsüz güç güç değildir” der. Çok anlam barındıran bu kısa cümle,
günümüzde herkesin parolası ve rehberi olmalı.
Devletlerin gücü,
hukuk ve adaletin dışına çıkılmamalı…
Sürekli gerginlik ve sürekli güvenlikçi anlayışa dayanan bir güç anlayışı;
çağdaş devlete ait olamaz. Çağdaş devlet anlayışında temel güç; insanın
temel haklarına dayanan hukukun gücüdür.
***
Nice çığlık
içinde, bir babanın çığlığı
Herkes korku içinde, ölüm dolaşıyor her yerde, evde, okulda, sokakta,
maçta, çarşıda, pazarda… Herkes suskun, herkes çaresiz böyle bir iklimde…
Nice çığlık içine karışmış bir babanın çığlığı vardı, siz de duydunuz mu?
19 yaşındaki tıp fakültesi öğrencisi Berkay Akbaş’ın babası Salim
Akbaş idi bu çığlığın sahibi; “Terör
sadece lanetlemeyle bitseydi. Yıllardır lanetliyoruz. Yarın çiçek bırakırlar.
Başka bir şey yapmazlar. Ben istemiyorum oğlum şehit olsun. Oğlum katledildi.”
dedi ve aslında bu altı kısa cümle; sadece tribünler oynayıp, nutuk çeken ve yıllardır
bu sorunu çözmeyenlerden hesap soruyordu…
Belki şimdi şehitlik istemediği için bu acılı babayı ‘şucu, bucu’ diye
yaftalayanlar olacaktır (olmamalı). Böylece Cumartesi Anneleri gibi
acılarını ortaklaştıran, birbirine destek olan pek çok anne grubu arasına Salim
Akbaş da bir baba olarak katıldı. Çocuğunu koruyamamış, yaşatamamış ve onun
geri gelmeyeceğini bilen bir baba olarak; bari diğer çocuklar güvende
yaşasın istiyor, şehitlik istemiyor.
Devletin görevi şehitler istemek, şehitliğe özendirmek değildir/olmamalı.
Devlet de tıpkı anne-babalar gibi; çocukların/insanların kahpe tuzaklarla,
kurşunlarla, bombalarla yok olmasını istemez/istememeli. Sizce de insanların güven içinde yaşayıp,
üretici, yaratıcı bireyler olmasını istemek daha mantıklı değil mi?
Zaten var
olmanın en önemli amacı yaşamak değil mi, neden ölümü seçelim ki?
***
Dünya
böylesi sorunları nasıl çözmüş
Şimdi bunları okuyup bana, öfke içinde soru soracaklar olduğunu
hissediyorum. Hatta o kişilerin dişlerini sıkıp (vereceğim cevabı da beklemeden
kızarak); “Peki, nasıl son bulacak bu
terör?!..” diye sormak istediklerini de …
Bu soruya verilecek cevap çok basit, çünkü sadece bizim ülkemizin değil
dünyanın pek çok ülkesinin de yaşadığı veya yaşamağa devam ettiği bir sorunudur
terör. Pek çok ülke bu sorunlara
barış ile kalıcı çözüm bulmuşsa... Örnek mi istediniz? İşte, iç savaşlarını
barış ile taçlandıran İngiltere ve İspanya…
Günümüzde de Kolombiya var. 26 Eylül 2016 günü Kolombiya’da; 52 yılda 220
bin kişinin ölümüne sebep olan kanlı iç savaşı durdurmak için taraflar
anlaşmaya varmışlardı. Bu anlaşmayı halkın onayına sundular ve % 50.24 hayır
oyuyla karşılaştılar. Devlet Başkanı Santos barış için kararlı duruşunu
sürdürerek; “Vazgeçmeyeceğim,
başkanlığımın son gününe kadar barış için uğraşacağım.” dedi ve
insanların ölümüne neden olan iç savaşı engelledi. Başkan Santos’un halkoylaması
sonucuna uymaması; belki onun politik kayıplarına neden olacaktır. Fakat
barış olduğunda; kimse katledilmeyecek ve insanlar güven içinde olunca herkes
kazanacak…
Yetmez mi?
İnsanların
yaşamasını esas alan barış; oylarla yok edilmeyecek kadar değerli ve insanı
insan kılan yüce bir değerdir.
Değerlerle
oynanmalı. Değerler oylanmamalı…
Merhaba dostum; bir toplumun barış içinde yaşaması için o toplumda siyaset yapanların toplumu barış içinde yaşatmak gibi bir niyetleri olması lazım. Siyaset yapanlarda 'iktidar muhalif fark etmez' böyle bir niyet yoksa o toplumun huzur içinde yaşama kavuşması neredeyse olanaksızdır. Yazınızın bence özeti bu.
YanıtlaSil