Atalarımız komşularla iyi
geçinmenin bir erdem olduğuna inanmış olacaklar ki bize; “Komşu
komşunun külüne muhtaçtır” - ”Komşunu
iki inekli iste ki, kendin bir inekli olasın”- "Komşunun iti komşuya ürümez”- “Ev alma
komşu al”-“Komşuda pişer bize de düşer” gibi özdeyişleri miras bırakmışlar.
Bu güzel kültürel mirasımıza
rağmen, yıllardan beri ülkemizi çevreleyen tüm komşularımızla kavgalı olup, sorunlar
yaşıyoruz. Ama nedense, “Acaba,
komşularımızın hepsi kötü de, sadece biz mi iyiyiz?” sorusunu
kendimize sorma cesaretimiz olmadı. İşte bu bilinmezliğe ayna tutamadığımız ve “biz”
tutkusuna yenik düştüğümüz için hepimiz; “Kol
kırılır yen içinde kalır” sessizliği içindeyiz.
Henüz çokça zaman geçmedi,
hepimiz hatırlarız o yılları: Daha bugünkü iktidar güç zehirlenmesine de uğramamıştı.
İşte o yıllarda “Komşularla Sıfır
Sorun” sloganıyla yola çıkan iktidar, yeni bir dış politika belirlemek
istemişti. Bu amaçla da:
- Dünya çapında İran’a uygulanan tecrit politikasına karşı durulmuş…
- Ermenistan’a sıcak dostluk mesajları gönderilmiş…
- Kıbrıs için yeni bir sayfa açılmış,
- AB ile sıcak temaslar kurulmuş… Muhalefetin başarılı çabaları ve iktidar partisinden sağduyu sahibi bazı vekillerin (henüz “gizli oy”un açık kullanımı da başlamamıştı) katkılarıyla, Irak’ı yok eden emperyalist savaşa askeri destek verilmemiş…
- Ve Suriye ile ortak bakanlar kurulu bile yapmıştı…
İyi bir komşuluk için
yapılan bu girişim ve söylemler hepimizi sevindirmiş ve umutlandırmıştı. Ama
günümüze yansıyan, Sonuç: 0+0= 0
***
Kim ne dedi, neler oldu/oluyor?
OHAL ve KHK şartlarının kuz
yerinde, dağlar kadar iç ve dış sorunumuz varken, komşu ülkeler kavgalı, ülkemiz
dışında savaştayız. Tam da birlik içinde sorunlara çözümler aramak zamanı iken,
toplumda iki zıt kutup yaratıldı. Ve “Tek Adam sistemine “Evet mi?”-”Hayır
mı?” müsameresi başlatıldı. Hamaset nutukları ile “Hayır” diyecek olanlar; “Hain/Terörist”
ilan edildiler.
16 Nisan Referandumu için
gereksiz ve zamansız dedik ama oldu. Bari insani-vicdani-ahlaki- hukuki ve demokrasi
kurallarına uygun yapılsaydı. , Beceremediler, öyle de olmadı, işte bazı sonuçlar:
- 01-20 Mart 2017 arasında 17 ulusal televizyon canlı yayınlarda: “ ‘Evet’ diyecek olan Cumhurbaşkanlığına 169 - AKP’ye 301,5- MHP’ye 15,5 saat. ‘Hayır’ diyeceklerini açıklayan CHP’ne 45,5 saat ayrılırken, HDP’ne hiç yer verilmedi.”
- Yurt içinde devletin uçakları, taşıtları, mekânları, ekranları ve diğer kaynakları ile
“Evet” için çok rahat çalışan Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız,
Bakanlarımız ve bürokratlarımız var. Türkiye ile yetinmeyip, Avrupa’ya da yöneldiler, kabul
görmeyince Avrupa ülkeleri ve yöneticilerine, diploması dilinden uzak mesajlarla
onları; “Nazi-Faşist” ilan edip,
"Siz
böyle davranmaya devam ederseniz yarın dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir
Avrupalı, hiçbir Batılı güvenle huzurla sokağa adım atamaz… “ ve “Bunlar haçlı-hilal savaşını başlattılar” deyip,
bağırıp meydan okudular…
- Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier da; “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin yıllardır inşaa ettiği her şeyi tehlikeye atıyor." dedi. Ve Erdoğan'a, "Ağza alınmaz Nazi benzetmelerinden vazgeçin, Türkiye ile ortak olmak isteyenlerle bağları kopartmayın" çağrısında bulundu. (Cumhurbaşkanımız bu sözlere kızmış/üzülmüş).
- ABD Başkanı Obama’ın göreve başlarken ilk görüştüğü lider Erdoğan idi. Trump ise bölgemizdeki Irak, Ürdün, Mısır Başbakanları ile görüştü, fakat henüz Türkiye’ye sıra gelmedi. (Ama Ortadoğu ve Afrika ülkeleri sırasına koyduğu Türkiye’ye için “elektronik cihaz taşıma yasağı”nı uygulamaya koydu.)
- 10.Mart.2017 günü daha çok internet ortamında yer alıp kamuoyunda pek yankı bulmayan bir rapor vardı. Raporu hazırlayan da, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği. Bu rapor: resmi beyanlar, tanık görüşmeleri, fotoğraflar, ses kayıtları ve uydu görüntülerinden yararlanarak hazırlanmış olan, “Türkiye’nin Güneydoğusunda İnsan Hakları Durumu Raporu” idi. Raporda özetle: “30’dan fazla yerleşim yeri ve mahalleyi kapsayan operasyonlarda 335 bin ile 500 bin arası insanın yerinden edildiği, 1.200’ü sivil, 2.000 kişinin hayatını kaybettiği…” BM heyetinin durum karşısında ; “ ‘Dehşete düştüğü’ ve ‘kıyamet benzeri bir tablo’ olarak nitelendirdiği...” (Bizler ülkemizin sorunlarına; “Kol kırılır yen içinde kalır” anlayışı ile ayna tutmaz, yüzleşmez, çözüm aramaz, sessiz kalıp dillendirmezken… Ya da kendi söküğümüzü kendimiz dikmez iken… Bakın görün işte; uydudan, şuradan, buradan nasıl da veri/bilgi toplayıp önümüze koydular “utancımızı”…) Bence haberi okuyunuz: https://gazetekarinca.com/2017/03/bm-dehsete-dustu-cizre-sur-ve-nusaybin-raporunda-kiyamet-benzeri-bir-tablo-yorumu/
- Mal, can ve iş güvenliği kalmamış, tarım-hayvancılık-sanayi dibe vurmuş, ülke bütçesinin büyük çoğunluğu savaş için harcanıyor.
- Güneydoğu sınırlarımızda bulunan verimli toprakları mayınlardan temizleyip organik tarım yapma isteği hayal oldu. Şimdi oralarda Çin Seddi benzeri beton duvarlar yapmakla meşguller.
- Hapishaneler daha iddianameleri bile düzenlenmemiş, politikacı, yazar, çizer, gazeteci, akademisyen gibi yüzbinlerce insanla dolmuş taşıyor.
- …
Bir zamanlar ülkemizin
yalnız bırakılmasını “değerli
yalnızlık” olarak savunup durdular. Acaba şimdi bakan ve vekilleri (bile) yasaklandığı
için; onuru, gururu incinen halkımız ve
gurbetçilerimize ne diyecekler, bugünleri nasıl savunacaklar?
Tüm bu söylem ve eylem sahibi
muktedirler, acaba 17 Nisan günü, öfke ve kin ile dolu belleklerini nasıl
sıfırlayacaklar?
Peki, ötekileştirip, hakaret ettikleri,
“Hain/Terörist” ilan ettikleri o “Hayır” diyenlerin yüzlerine nasıl bakacaklar?