28 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mayıs 2024 Pazar

Mayıs ayının acı ve sızıları...


C. Baudelaire (1821-1867): "En korkunç acılar sessiz çekilen acılardır." diyor. 

Bizim tarihimiz çatışma ve savaşların mirası olan: kan, acı, göç, kin ve çığlıklarla dolu.

Evet: kan, acı, göç, kin, ve çığlıklar …

Mayıs ayı da bu acı ve çığlıklardan payına düşenleri almış ve bu ağır yükleriyle yavaş yavaş yol alıyor.

O bagajda: Halklarımızın bağımsız-özgür geleceği için yola çıkıp idam edilen, prangalanıp işkencede öldürülen, Taksim Meydanında kurşuna dizilen nice fidanın şiir-öykü olmuş fakat hiç tükenmemiş sızı ve çığlıkları var.

O kan, acı, göç, kin dolu bagaja; Korku Tapınağı'nda kaybolanları, zorla korucu yapılanları, Güçlükonak'ta katledilenleri, Yeşilyurt'ta dışkı yedirilenleri bulan-kanıtlayan, bu yüzden de kendi yurdunda yaşama güvencesi kalmadığı için yurtdışına sığınmış olan Celal Başlangıç 3 Mayıs 2024 günü o yad ellerde öldü.

Ve böylece, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya, Mehmet Uzun, Necmettin Salaz gibi 'memleket özlemiyle ölenler' listesine Celal Başlangıç da katıldı.

15 Mayıs 2024 günü Kobani davası tutuklularına ağır cezalar verildi, eş zamanda 28 Şubat Davası tutuklularına “af” geldi. Peki, her iki karar da çok manidar değil mi? 

15 Mayıs Dünya Çiftçiler Günüdür. Çiftçi; tarım ve hayvancılıkla uğraşan, tarla ve bahçenin: tahıl, sebze, meyvesi ile hayvan gücünü kullanan, süt, et, yumurta vb. gibi yaşamsal ürünleri sağlayan-yetiştiren-pazarlayandır. Dünyadaki ilk uygarlığı başlatan ender coğrafyalardan biridir Mezopotamya!

Mezopotamya; Fırat ile Dicle çevresindeki toprak ve tüm canlılara can vererek nice uygarlıklara da barınak olmuş coğrafyadır. Bu coğrafyada şimdi; topraklar çorak, hayvancılık can çekişiyor, halk güvencesiz, yoksul, acılı...

İşte bugün '19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı!'

Sokaklar işsiz dolu, gençlerimiz güvensiz, güvencesiz. Ve bu gençler geleceklerini yurtdışında arıyorlar!


* * *

2024 Mayıs ayı devam ediyor.

Sn. Özgür Özel; iki ay önce yapılan yerel seçimlerin birincisi olmuş ana muhalefet partisi CHP lideri olmanın haklı gururuyla halkın arasındaydı.

Özel'in mayıs ayı gündemi de çok yoğundu. O, tek başına karar verip yol almakta olan kibirli bir anlayışı tökezletmiş ve o üstenci anlayışı, 'öteki' saydıklarıyla görüşmek zorunda bırakmıştı. Amacı, uygarca ilişkiler kurup ülkedeki gerginlikleri azaltmaktı. Bu da toplumsal barış için yapılması gereken bir görevdi. Ben de onun bu girişimine saygı duydum ve alkışladım.

Özgür Özel, 
1 Mayıs İşçi-Emekçi Bayramı kutlaması için, eline Anayasa Mahkemesi kararı yazılı bir afişle Saraçhane Meydanına gelmişti. 

Orada alkışlanan bir konuşma yaptı ve yasaklanan Taksim Meydanının işçi-emekçilere açılmasını istedi. Ve sonra her ne olduysa, nasıl bir ‘fısıltı’ geldiyse, birdenbire ortadan kayboldu!

Bu kayboluşun nedenini soran bir gazeteciye de: "Biz şu anda Türkiye'nin 1. partisiyiz. Bunun sorumlulukları var... 31 Mart'ın kazananı olan bir parti olarak varıp da polise verilmiş kanunsuz emre rağmen polisle itişip kakışmak bana da partime de yakışmazdı." deyivermişti!

Vay be!!

Elinde Anayasa Mahkemesi kararı olduğu halde kaçıyor! 

Hem de yasaklı Taksim'e işçi sendikaları ile birlikte yürümeye de söz verdiği halde!. 

Ve hem de o meydanda emekçilere çektiği ‘ajitasyonu’ unutarak, bu tuhaf savunmayı yapıyor. 

Peki, bir vali ya da bir bakan, elinde Anayasa Mahkemesi kararıyla hak arayan bir ana muhalefet partisi başkanı ile polis ile çatışmaya sokar mı?

Aslında bu görevliler sık sık ‘ben devletim’ diyerek, yasal olmayan yetkilerle görev yapıyorlar. 

Peki, o zaman Sayın Özel'in bu yasadışı hukuksuzlukla mücadele etmesi gerekmiyor mu?

Acaba kendisi ile bile itişip-kakışacak polisler sıradan vatandaşlara neler yapacağını hiç düşünmedi mi?

Ya, kendisi çekip gittikten sonra o tutuklanan, suçlanan emekçilere...!

Özel, 18 Mayıs 2024'te "Büyük Eğitim Mitingi" için yine Saraçhane’de… Ve katılım sayısı da çok az!… 

Bu kez de öğretmen atamalarını odak yapan bir konuşma yaptı. Ayrıca, 2002'den bugüne öğretmen maaşlarını, 'çeyrek altın' alım gücüyle hesaplayarak kıyasladı ve özetle:
  • 93 eğitim fakültemiz var ve sürekli öğretmen yetiştiriyor!
  • Madem atamayacaktın, 68 bin günahsızı niye okuttun?
  • Madem atamayacaktın 1 milyon günahsızı niye okuttun, diploma verdin ve şimdi sırtını dönüyorsun? Dedi.
Tabii ki bunlar söylenmesi gerekenlerdi ve söylendi.

Ben emekli bir eğitimci vatandaş olarak isterdim ki: Sn. Özel veya CHP'nin olası (gölge) Milli Eğitim Bakanı o meydanda; ‘zorunlu din dersi’ verilerek 
laiklik ilkesinin nasıl yok edildiğinin altı kalın çizgilerle çizerek 'Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli'ni odak alan konuşma yapsınlar. Ve bu sistemin hurafelere dayalı olan Ortaçağ felsefesini anlatsınlar. Sonra da kendi hedefleri ile yapacaklarını, halkımıza ilan etsinler. 

Sanırım yine: 'aman ürkütmeyelim' diye düşündüler ve yapmadılar!

Bari hiç olmasa Yusuf Tekin'in; 2013-2018 yıllarında MEB'in 36. ve son müsteşarı, 2023'ten beri Milli Eğitim Bakanı olarak: 2013'te gerici diyanet-vakıf-cemaat-tarikat denetiminde başlatılan: dindar-kindar bir nesil yetiştirme amaçlı 4+4+4'ü başlatan kişi olduğunu, tüm halkımıza anlatsalardı. 

Olmaz mıydı?

O da olmadı...

4 Mart 2022 Cuma

28 Şubat


Bazı günlerin toplumsal bellekte olumlu veya olumsuz izleri olur ya, işte 28 Şubat da ülkemizin yakın tarihine üç önemli iz bırakmıştır. Bugünleri, iktidar- muhalefet birliktelik ve çelişkileriyle ele alırsak : 

28 Şubat 1997 günü; 'Çankaya Köşkü'nde toplanan Milli Güvenlik Kurulu, aldığı demokrasiye aykırı kararı ile ülkeyi yöneten politik güce askeri bir darbe yaptı. Bu militarist anlayışa karşı çıkması gereken bazı muhalefet  unsurları mitingler yapıp alkışlamış, büyük çoğunluk ise sessiz ve tepkisiz kalarak dolaylı bir olumlama desteği vermiştir. 

28 Şubat 2015 günü; 'Dolmabahçe Sarayı'nda bir masa kuruldu ve yıllardır süren barış çalışmalarının kazanımı olan 10 maddelik bir uzlaşı imzalandı.

Bu uzlaşı; yıllardır ülke kaynaklarını savaşa harcayan, nice acı ve ölümler nedeni olmuş Kürt sorununu, barış içinde çözmeyi amaçlamıştı. Böylece kısa bir süre önce yapılan ‘akil görüşmeler’ sonucu susturulan silahların, durdurulan ölümlerin sağladığı çatışmasız, güvenli, huzurlu günleri sürekli olabilirdi. Ama olmadı!

Halkımız daha bunun sevincini yaşamadan, süreci hazırlayan irade, tek adamın egosuna yenik düştü, imzalar yok sayıldı, barış masası devrildi! Yeniden başladı savaş çığlıkları, uçaklar bomba yağdırdı, tanklar çiğnedi, katliamlar başladı, bir daha demokrasi ve halkımız yenik düştü. 

O günün muhalefeti, zaten bu barışçı süreci hiç benimsememiş ve her adımına karşı çıkmıştı. Tek kişinin bu sorun çözücü toplumsal süreci bitirmesi onların çok hoşuna gitmişti. 'Biz zaten böyle olacağını biliyorduk!' dercesine 'bilmiş' olmanın sevincini yaşıyorlardı.  

28 Şubat 2022 günü; 'Bilkent Otel Konferans Salonu'nda; CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi genel başkanları "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Mutabakat Metni"ni imzaladı. 

Buluşma nedenlerini özetlersek:

  • 20 yıllık AKP iktidarında her şeyi tek kişinin belirlemesi,
  • Yolsuzlukla ekonominin çöküşü, yokluk ve iflasların artması, 
  • Demokrasi ve hukuk ilkelerinden uzaklaşılması, 
  • Yönetimdeki denge-denetim sisteminin çökmesi,
  • Parlamento ve diğer kurumların işlevlerini kaybetmesi,
  • Ülkede kindar bir kutuplaşma ve huzursuzluk olması, 
  • Dünya çapında yalnız kalınması... vb. gibi.

Bu yaralarla, halkı inim inim inleten iktidara karşı çıkan bir muhalefeti tabii ki saygın görür ve alkışlarım. (Fakat burada, bir parantez açıp azıcık eleştirmek isterim: Katılımcı 6 partinin eşitçe sunum yapması doğru, sadece 6 erkek sunucu olması ise çok yanlış! Birkaç gün sonra, '8 Mart Kadınlar Günü!' Peki, acaba o gün ne diyecekler! Keşke doğadaki sayısal cinsiyet eşitliğini de biraz düşünselerdi.).  

Evet, yukarıda bu birlikteliği saygın görüp alkışladım, fakat bu alkışlarım, sadece belirlenen amaç içindi. Oysa, onların bu amaca varmak için izledikleri yol, yöntem ve matematikte pek çok yanlış var.

Çünkü:

Masaya oturanları da bu iktidar gibi savaş yanlısı! Önce barış demedikleri için de Kürt sorununu, demokratik hakları vererek çözmek istemiyorlar. Bunun için ülkedeki canlı ve kaynakları yok eden savaşlara, uçak, füze, bomba, tank gibi ölüm silahlarına izin veren 'teskere'lere evet diyorlar. 

İktidar gibi bunları da Kürt karşıtlığı bir arada tutuyor. Bunlar da: 'Herkes Türk'tür! Herkes Türk olmalıdır' anlayışındadır. 

Masada olmayan HDP ise, hakları, inançları, emekleri, baskılanan kadın, çocuk, doğayı, Kürt'ü, Alevi'yi, çok renkliliği savunur. Savaş değil barış ve demokrasi istiyor. Bunun için de en dinamik en politik seçmeniyle üçüncü parti olmuştur.

Masadakiler, seçimde olası bir sayısal yetersizliklerini sinsi bir öngörüyle gidermek istiyorlar: 

"Kürtler mecburen bize oy verecek!" Öyleyse:

"Kürtler ve onların hakları öte gitsin, oyları beri gelsin!" 

Bu: “ben istemem, yan cebime koy” kurnazlığı yüzünden HDP masada yok! 

Peki, HDP neler istiyor ki birlikteliğe davet almıyor: 

Türk Dil Kurumu internet sitesi, 'Dilimiz Kimliğimizdir' cümlesi ile başlar. Bu söz, dili olmayanın kimliği olamaz demektir! Bu gerçekten hareketle onların ilk isteği 'kimlik' sorunudur; anadil, inanç, kültür, kişi adları, tarihten gelen coğrafya isimleri üstündeki kısıtlama ve yasakların kalkması... Seçimlerle belirledikleri vekilleri, belediye teşkilatlarına yani iradelerine dokunulmaması, coğrafyalarında işlenen suçlar için 'cezasızlık' uygulanmaması vb. benzeri eşit, özgür, yurttaş olma istekleri vardır. 

HDP, 27 Eylül 2021 günü bir deklarasyon yayınlamış ve çok beğeni almıştı. Bu bildirinin 11 ara başlığı şöyle sıralanıp detaylandırılır: 

Güçlü demokrasi / tarafsız ve bağımsız yargı / kayyım rejimi değil halk iradesi / Kürt sorununda demokratik çözüm / barışçı dış politika / kadına özgürlük ve eşitlik / ekonomide adalet / kamu yönetiminde liyakat /doğaya saygı / gençler için özgür yaşam / demokratik anayasa.

Bizim yörede bir iskambil oyunu olan 'Altı Kol' çok oynanır. Oyunda, gizli jest ve mimiklerle bilgi verilen iki liderin emir ve taktikleri geçerlidir.

Şimdi bizde de altı kol masası kurulmuş ve oyun başlamıştır artık. 

Haydi bakalım rastgele...

***

Yazımızı hem güldüren hemde düşündüren bir konu ile noktalayalım:  

İzlediğim bir dizide, boşanma davalarıyla ünlenmiş bir hukuk bürosuna 90 yaşını aşmış bir çift başvurur, başvuru konusu kısaca şöyle: 

Kadın, kocasının 40 yıl önce başka bir kadına yazdığı mektubu bulur ve bu kadının da 20 yıl önce öldüğünü öğrendikten hemen boşanma davası açar..."  

Bu kurguya benzer, fakat gerçek bir olay da birkaç gün önce TBMM'de yaşandı: 

HDP'li Milletvekili Semra Güzel'in yıllar öncesi sözlüsü ve daha sonra PKK militanı olan birisiyle: "Çözüm Süreci"nde çekilmiş fotoğrafları bulunmuş. Ve bu kişi 4-5 yıl önce bir çatışmada öldürülmüş...  

Yıllar geçmiş, Semra Güzel yasal yolları izleyip milletvekili seçilmiş... Şimdi konu suçun şahsiliği ilkesi unutularak meclise gelmiş ve HDP hariç tüm partilerin oylarıyla dokunulmazlığı kaldırılmış.  

İnsan sözlüsüyle el ele tutuşarak fotoğraf çektiremez mi? 

Ey ülkede yargı çökmüş diye her gün demeç veren muhalefet, Semra Güzel'i hangi yargıya teslim ettiniz?

Eğer, bu mantıkla arşivler azıcık taranırsa, kim bilir kimlerin, kimlerle sarmaş dolaş olduğu, el pençe durduğu, diz çöktüğü ne çok fotoğraf ve 'tapeleri' bulunur.  

Emin Toprak- DOSTÇA

Diğer yazılarım için tıklayınız

23 Şubat 2018 Cuma

Bütün okullar "ikna odası"...

Bize bol bol ziya kucakla getir; düşmek, etrafı görmemektendir. Tevfik Fikret
  
Günümüzde bilim, teknoloji ve iletişim sistemleri uzakları yakın kılarak, dünyayı adeta küçük bir köye dönüştürmüştür. Tanışların bol olduğu böyle bir dünyada birey ve gruplar; özgünlüklerini koruyarak, eşdeğerli, özgür, barış içinde yaşamak isterler. 

Birlikteliği kolay kılmak için de bazı değerlere sahip olmaları gerekir. İnsanlık değerlerini, özgün değerler ve ortak değerler olarak iki bölüme ayırabiliriz.

Özgün değerler; bio-psiko-sosyal alanlardan kaynaklanan bireye ve ait olduğu gruba ait olan kısmi benzerlikler ve farklılıklardır. Örnek olarak; dil, ırk, din, inanç, kültür, gelenek gibi yerli, milli benzerlikleri ve bireysel farklılıkları sayabiliriz. 

Günümüz dünyası öylesine harmanlamış ki, hiçbir ülkede %100 olarak sadece özgün değerlere sahip insanlar göremezsiniz. Böylesi bir durum ancak olsa olsa başkalarınca henüz görülmemiş olan ilkel kabilelerde olabilir. Ki orada da mutlaka bireysel farklılıklar vardır.

Özetle “yerli ve milli olmak”; emperyalist güç ve işbirlikçilerinin sömürü düzenlerini sürdürmek için, düşünemeyen, yorum yapmayan, sadece itaat eden taraftar bulma amaçlı yapay bir algı, politik bir tuzak proje, bir gelecek ütopyasıdır.
*
Ortak değerler; Özgürlük, barış, demokrasi, laiklik, eşdeğerlilik, hak, hukuk, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk, insan onuru, dayanışma… Tüm insanlığa özgü üstün/erdem olan ortak değerlerdir. Yargıcın, doktorun, öğretmenin, yöneticinin vb. işini yaparken farklı inanç ve anlayışlara saygı duyması, kararı ayrım yapmadan vermesi/uygulamasıdır.

Görüldüğü gibi “ortak değerler” ne yerli, ne milli, ne de belli bir inanç sistemine aittir. Bunlar, herkesi kucaklayan insaniyet mirasıdır.

O halde; insanlık ve çevrenin geleceğini, insaniyet değerlerine uygun olarak eğitilmiş nesiller belirler.

O halde; eğitim sorunları da sadece bir ülke veya belli bir coğrafyanın sorunu değil, tüm dünyayı ilgilendir.

***
Ülkemizin çok önemli eğitim sorunları var. 

Peki, acaba sorunlara çözüm bulmakla görevli iktidar ne yapıyor? MEB'de neler oluyor?

Kuşku yok ki,“28 Şubat” anlayışının “başörtüsü” ve "ikna odası" uygulamaları, AKP'nin doğuşunu sağladı. Çünkü onlar "mağduru" çok ustaca oynadılar ve aldıkları önemli destekle de iktidar oldular.  

Büyük öfke ve kinleri vardı. İlk hedefleri de; okullar, çocuklar, gençler ve öğretmenlerdi.  “28 Şubat” anlayışı benzeri uygulamaları bu kez onlar kullanıp ülkenin yarısını "öteki" ilan ettiler.. Müfredatlar imam hatip anlayışına uyarlandı.

Artık anaokulundan üniversiteye tüm okullar Diyanet'in şemsiyesi altında ve vakıf, tarikat, derneklerin danışmanlığında; dindar ve kindar nesiller yetiştirmekle meşguller... Güncel sloganları “yerli ve milli olmak”. Yani; farklılıklar yok, sadece bir coğrafya,  sadece bir inanç, sadece bir tarikat ve sadece bir ırk var!...

Sonuç olarak: 16 yıllık iktidar; ülke sorunlarına çözüm bulamadığı gibi, Eğitim alanında, her gün, dünü aratacak yepyeni daha büyük sorunlar üretmeye devam etti/ediyor. AKP, ülkemizin tüm okullarını birer "ikna odası"na çevirdi. 

***
Sosyal medyada bir eğitimci herkese aşağıdaki soruyu sormuştu:

“Diyanet İşleri Başkanlığı, okullarda teşkilatlanmaya ilişkin (gençlik çalışmaları yönergesi) hazırlamış. Bu nasıl bir teşkilatlanma??”

Ben de bu soruya neden olan Diyanet İşleri Başkanlığı “Gençlik Çalışmaları Yönergesi"ni arayıp buldum. İşte bu yönergenin hedefleri:

“Okullarda yürütülecek gençlik hizmetleri
MADDE 11- (1) Üniversite, lise ve ortaokul düzeyinde gerçekleştirilecek gençlik çalışmaları aşağıdaki ilkeler çerçevesinde yürütülür.
a) Çalışmalar, okul idarecileri ve öğretmenler ile etkin bir işbirliği halinde gerçekleştirilir.
b) Gençlik çalışmalarının yaygınlaştırılabilmesi ve daha etkin hale getirilmesi amacıyla okullara göre planlamalar yapılır.
c) Okulların yoğun olduğu mahallerde gençlik çalışmalarının yürütülebileceği, gençler için cazibe merkezi olacak Diyanet Gençlik Çalışmaları Merkezleri ve okuma salonları açılmasına veya gençlik merkezi vb. mekânların kullanılmasına yönelik çalışmalar yapılır.
ç) Okullar periyodik aralıklarla ziyaret edilir. Okul ziyaretlerinde sadece konferans tarzı etkinliklerle yetinilmez. Düzenli ve sistematik programlar aracılığıyla gençlerle iletişime geçebilmenin imkânı oluşturulur.
d) Okullarda Diyanet çalışmalarını koordine etmek amacıyla genç gönüllüler arasından temsilciler belirlenir.
e) Okul temsilcileri ve sınıf temsilcileri ile periyodik değerlendirme toplantıları gerçekleştirilir.”

***
Şimdi ben saygıdeğer okurlarıma birkaç soru soracağım, isterlerse onlar da çevrelerine sorsunlar. 
Acaba bu çağda; 
Kim, çocuklarının bilimden uzaklaşmasını ister?

Kim, yakın çevre ve uzaklardaki insanların; düşünce, anlayış, inanç, milliyet farklılıkları nedeniyle  çocuklarınca yok saymasını, düşman görülmesini ister?

Kim, çocuklarının sadece yerli, milli, dindar ve kindar bir eğitim alarak yetiştirmesini ister?

(İşte bugün böyle nesiller yetiştirmek istiyorlar.  Onun için hedeflerinde okullar, çocuklar, gençler var.)  

Peki, yukarıdaki yönergenin "hizmetleri" size kimin örgütlenme tarzını hatırlatıyor?!...


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız