Vakıf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Vakıf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Eylül 2019 Cuma

Ziya Selçuk'un İmam Hatip tutkusu...


Sessiz kalmak bulaşıcı mı?

Bildiğiniz gibi toplumumuzun büyük bölümü 'bana ne' anlayışı ile, olup biten haksızlıkları görse bile görmezden gelir, sadece sessizce izler. Vicdanı onu 'konuş!' diye rahat bırakmasa da o;'yerin kulağı var' diye konuşmaz, susar... Sonra bir gün onun canı yanmaya başlayınca da... artık geç kalmıştır.    

Gençlerimiz en az 12 yıl okur ve gelecekleri için üniversite sınavına girerler.

ÖSYM 2019 Raporuna göre; Üniversite için Temel Yeterlilik Testi sınavına giren 2 milyon 300 bin kişiden;
  •  1.477.782 kişi Biyoloji,
  •  1.163.813 kişi Kimya,
  • 1.131.340 kişi Fizik,
  • 437.455 kişi Tarih,
  •  419.010 kişi Coğrafya,
  • 307.712 kişi Matematik
…testinde, HİÇBİR SORUYA DOĞRU CEVAP VEREMEMİŞ!..

Dikkat…! 

Bu tablo, geleceğimiz olan ve en az 12 yıl okumuş gençlere aittir...

Bu tablo, yıllardır bilimden, demokrasi ve laiklikten uzak tutulan gençlere aittir. Onlar düşünmez, sormaz, yorumlamazlar, sadece ezberler ve susarlar. Eğitimciler bu anlayışa imam hatip anlayışı derler...

Acaba, tablodaki 'cevapsızlık' ile toplumsal suskunluğumuz arasında bir ilişki mi var? Yoksa, “sessiz kalmak”  bulaşıcı bir hale mi gelmiş!..

Peki, bu gençlerden birisi sizin çocuğunuz olsa ne düşünürdünüz? 

***
AKP iktidarıyla imam hatip rüzgârına tutulan eğitim sistemimiz, ortaçağa doğru hızla yol alıyordu. Ve bu durum, halkın büyük çoğunluğunda 'gelecek endişesi' yaşatmaya başlamıştı...

İşte böyle bir ortamda, MEB’in başına Sn. Ziya Selçuk getirildi. O, eğitimciliği ile tanınan birisiydi. Onun bu kimliği, parti farkı olmadan toplumun her kesiminden büyük destek almış, bir “umut” yaratmıştı. 

Akıl ve mantık, Z. Selçuk'un kendisine verilen bu desteğe saygı duyması ve  çalışmalarını objektif olarak yapmasını gerektiriyordu. Çünkü ancak o zaman, bilimsel  çizgiden ayrılmış olan eğitim sistemimiz, çağa uygun, demokratik, laik ve bilimsel bir anlayışa kavuşabilirdi. Bakanın, eğitim sorunları için bilimsel yöntemlerle çalışan bir ekip oluşturması, öğretmenlerle el ele verip, dinci-ezberci hale getirilen eğitim sistemini öğrenci merkezli kılması isteniyor ve bekleniyordu.  

Ama ne yazık ki böyle olmadı... 

Ziya Selçuk'un niçin bakan seçildiği de çok geçmeden anlaşıldı: Meğer bu atama; azalan kamuoyu desteğine yönelik bir algı operasyonu, yani bir proje imiş!.. 

Ziya Bey, ara sıra öğrenci-veli-öğretmenlere bazı sözde kalan sözler söylese, espriler yapsa da, beklentilere cevap veremedi. Kısacası, kendisinden öncekileri hiç aratmadı. 

Konuşmaları ve medyadaki paylaşımlarında da önemli gaflar yaptı: 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olan AKP adayı Binali Yıldırım'ın vaatleri olan reklamı, kendi sosyal medya hesabında paylaşarak taraf olduğunu herkese ilan etti!.. 

Ayrıca, bilimsel verilere dayanmadan bazı imam hatip güzellemeleri yaptı ki, bu durum hiç bir akademisyenin başvurmadığı bir yoldur. Böyle yaparak tarafgirliğini pekiştirdi ve 'bir imam hatip sevdalısı' olduğunu da kanıtladı. 

İşte bilimsel dayanaktan uzak konuşmasından iki alıntı: 

1.“İmam hatipler vicdan ile liyakatin bilim ve teknolojiyle birleştiği yerdir” 

2.“İmam hatip meselesi aslında dünyada bilimle, manevi atmosferi, maddeyle manayı birlikte ele alabilecek bir atmosferi, ortamı, iklimi, birçok dünya ülkesine, millete de örnek olarak gösterebilecek numunedir”

Ziya Bey, işte bu eylem ve söylemleriyle; hem eğitimin etik kurallarını çiğnedi, hem de kendisine verilen kamuoyu desteğini kaybetti...


*
Şimdi benim de Sn. Selçuk'a birkaç sorum olacak:
  • İslami vakıf, tarikat ve cemaatlerin güvenlik, yargı,... ve MEB'de yaptıkları biliniyorken, siz neden anlaşmalar yaparak, bu yapılanmalara okullarımızda alan açıyorsunuz? 
  • MEB'de etkin kılınan "imam hatip anlayışı" ile (çıkarcı ve fırsatçılara kul olabilecek); düşünmeyen, sormayan, yorumlamayan, bağımlı ve ezberci bir nesil yetiştiğini biliyor musunuz? 
  • ÖSYM 2019 Raporundan alıntıladığım yukarıdaki tablo hakkında ne düşünüyorsunuz? 
  • Siz eğitimci bir akademisyensiniz, dünyada; bilimi, fenni öteleyip de sadece dini eğitimle ilerleyen bir ülke olduğunu duydunuz mu? 
  • Eğer dini eğitimle ilerleyen bir ülke yoksa, siz niçin bir eğitim bakanı olarak, imam hatip güzellemeleri yapmaya ihtiyaç duydunuz?
  • Ortaçağ anlayışı ile çalışan, deney ve yorumlama yaptırmayan, sadece bellek geliştiren ezberci bir yöntemi esas alan imam hatip anlayışına bu tutkunuz nereden çıktı? 
  • Sn. Selçuk, mademki, İmam Hatipler eğitimde bir 'numune' ve imam hatip eğitim anlayışı ile okulculuk bu kadar gerekli/önemli ise; neden siz de kurucusu olduğunuz okulları, Özel Maya İmam Hatip Okulları'na dönüştürmüyorsunuz? 


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

13 Nisan 2018 Cuma

17 Nisan yurda ışık saçarken

Canlılar bulundukları coğrafi ortamda sağlıklı yaşamak için; toprak, su, hava ve güneşe ihtiyaç duyar, yuva kurar, beslenir, barınır, çoğalırlar. Böylece genleri ve kültürlerince belirlenmiş yaşam tarzlarına uygun bir yaşam sürerler.

İnsanlar dışındaki canlıları bitkiler ve hayvanlar olarak ayırırsak, bitkilerin yavrularına nasıl bir eğitim verdiklerini pek bilmesek de, hayvanların yavrularını "yaygın eğitim"den geçirdiklerini biliyoruz.  İnsanlar ise yavruları için; hem yaygın ve örgün eğitime, hem işe, hem de adalete ihtiyaç duyarlar. İnsanlara özgü bu istekler ancak işbirliğine dayalı bir toplumsal yaşam içinde mümkündür. 

Sadece çıkarlarını düşünen politikacılar için, iktidarda uzun yıllar kalmanın biricik yolu, kendilerine biat edip sorgulamayacak cahiller olduğunu iyi bilirler. Aydınlığa düşman bu anlayışlar, cahil yetiştiren kurumlara ve çağ dışı olmuş ezberci eğitimi çok önemserken, insan hakkı olan iş ve adaleti de, sadece kendi kıstaslarına uygun olanlara vermek isterler. 

İktidar olmanın gücünü her alanda kullanır, hamasi vatan-millet nutuklar söyler, şiirler okur, öncelikle de aydınlık kurumları ve kadrolarını hedef alırlar. Bu kurumları işlevsiz, itibarsız kılarak kapatır, kadrolarını da etkisiz bırakıp yıldırmak için; tehdit eder, sürgün eder, görevden uzaklaştırırlar.

Ülkemizde de böylesi durumlar yaşandı ve yaşanıyor.: 

Köy Enstitüleri, 17 Nisan 1940 yılında açıldı, 1946 yılından başlayarak hedef alındı ve 1954 yılında kapatıldılar.  Hem de başardıklarıyla, dünya eğitim tarihinde örnek kuruluş olmuşken... 

Köy Enstitüsü felsefesi, halkı ve demokrasiyi çok önemsediğinden; eğitim, sanat, tarım ve sağlık alanlarına öncelik verir. Bu anlayışla yetişen kadrolar; hurafe, cehalet, bağnazlık, sıtma-tifo-trahom-veba-verem, kara saban ile savaşmaya başlaryıp, ağalık düzenine  korku salarken, bazı Köy Enstitülüler de sanat-edebiyat-bilim insanları olarak dünyaya açılmıştı. İşte tam da bu anlayış yaygınlaşıp, Anadolu’ya ışık saçmaya başlamışken… 

Öğretmen okulları mesleğini içselleştiren çevresini, öğrencisini tanıyan onlara rehber olan öğretmenler yetiştirirken…

Fen ve Anadolu Liseleri, ülkenin geleceği için önemli gençler yetiştirmeye başlamışken... 

İlköğretim okulları ve Orta öğretim okulları çağdaş dünyaya ayak uydurmaya çalışırlarken…

Her kurum işlevine uygun bilimsel donatıya sahip olmaya çalışırken; karşılarına bilimi, aydınlığı, demokrasiyi, laikliği sevmeyen, halk düşmanı karanlık sesler ve güçler çıkmıştır. Böylece bu güzel kurumlar; söylenen yalanlarla, yaratılan algılarla yıpratılarak kapatılmış veya işlevsiz bırakılmışlardır. 

Günümüz iktidarı da düşlerini gerçekleştirmek için Orta Çağ'a yelken açtı... Bu amaçla bütün okullarda; Sünni diyanetin yönetiminde, dinci olan, tarikat, vakıf ve derneklerin yörüngesinde imam hatip anlayışını egemen kıldılar. Ayrıca halkın karşı çıkmasına rağmen, kentin ve mahallenin en gözde, en merkezi okullarına imam hatip tabelalarını astılar.

Ve kısmen başarılı da oldular....

***
Ancak; 

Konya İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün şehirdeki dinci vakıflarla düzenlediği “gençlik ve inanç” konulu çalıştayda aşağıdaki tespitler yapılmış:
  • Öğrencilerin anlatılan dini bilgilerdeki tutarsızlıklar nedeniyle deizme kaydığı,
  • Din dersi öğretmeninin öğrencisine uygun rol model olamadığı,
  • Çocukların sorularının ya yanıtsız kaldığı ya da bastırıldığı,
  • MEB’in ders materyallerinin çocuklar değil yetişkinlere uygun ve yetersiz olduğu...

AKP iktidarı metal yorgunluğu içinde olduğunu ilan etmişti. Bilindiği gibi “metal yorgunluğu” metali işlevsiz bırakıyor. AKP artık iktidar yorgunu ve güç zehirlenmesi yaşıyor.

Bu yorgunluğu gidermek için ne girmiş olduklarını ilan ettikleri “Afrin operasyonu”, ne havuz yetmediği için Doğan Medya’yı alarak göle çevirme istekleri, ne de sanatçı geçinenlere şarkılı türkülü savaş güzellemeleri yaptırmaları buna çare olacak.

Bakın maliye bakanı ve ekonomiden sorumlu bakanları da “ kendi topuklarına sıkmaya” başlamışlar. 

AKP iktidarının en çok destek aldığı iki grup var: 

1. Kadınlar; yıllardan beridir kadınları eve kapatıp yaşam sahnesinden silmek istiyorlardı. Bunu kabul etmeyenlere de TBMM Başkanı gerekli işareti verdi... 

2. Küçük esnaf; her tarafa diktikleri AVM’lerin küçük esnaf iflaslarına neden olacağı hep söylenirdi. Ancak Esnaf Konfederasyonun verileri çok üzücü: Çünkü  2017'nin ilk iki ayında 19.859, 2018'nin  ilk iki ayında 20.308 ve 2014-2018 yılları arasında da toplam: 430.275 esnaf iflas etmiş. 

İstekleri hemen gerçekleşti: 9 Boğaziçili öğrenci tutuklandı...

Bu gelişmeler olurken; nasılsa göl maya tutmuyorbunlar er-geç bitecek diye beklememeliyiz. Çünkü ülkemiz adım adım karanlığa gidiyor. Geleceğimiz tehdit altında iken korkak, ürkek, dışlayıcı, küçük grupçu tavırlar göstermeden, herkes için güvenli ve demokratik bir gelecek ortak paydasında buluşmamız gerekir. 

İşte o zaman hep birlikte; 

Artık bunlar iflah olmaz, silkeleyin düşecekler!…, diyebiliriz...



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

23 Şubat 2018 Cuma

Bütün okullar "ikna odası"...

Bize bol bol ziya kucakla getir; düşmek, etrafı görmemektendir. Tevfik Fikret
  
Günümüzde bilim, teknoloji ve iletişim sistemleri uzakları yakın kılarak, dünyayı adeta küçük bir köye dönüştürmüştür. Tanışların bol olduğu böyle bir dünyada birey ve gruplar; özgünlüklerini koruyarak, eşdeğerli, özgür, barış içinde yaşamak isterler. 

Birlikteliği kolay kılmak için de bazı değerlere sahip olmaları gerekir. İnsanlık değerlerini, özgün değerler ve ortak değerler olarak iki bölüme ayırabiliriz.

Özgün değerler; bio-psiko-sosyal alanlardan kaynaklanan bireye ve ait olduğu gruba ait olan kısmi benzerlikler ve farklılıklardır. Örnek olarak; dil, ırk, din, inanç, kültür, gelenek gibi yerli, milli benzerlikleri ve bireysel farklılıkları sayabiliriz. 

Günümüz dünyası öylesine harmanlamış ki, hiçbir ülkede %100 olarak sadece özgün değerlere sahip insanlar göremezsiniz. Böylesi bir durum ancak olsa olsa başkalarınca henüz görülmemiş olan ilkel kabilelerde olabilir. Ki orada da mutlaka bireysel farklılıklar vardır.

Özetle “yerli ve milli olmak”; emperyalist güç ve işbirlikçilerinin sömürü düzenlerini sürdürmek için, düşünemeyen, yorum yapmayan, sadece itaat eden taraftar bulma amaçlı yapay bir algı, politik bir tuzak proje, bir gelecek ütopyasıdır.
*
Ortak değerler; Özgürlük, barış, demokrasi, laiklik, eşdeğerlilik, hak, hukuk, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk, insan onuru, dayanışma… Tüm insanlığa özgü üstün/erdem olan ortak değerlerdir. Yargıcın, doktorun, öğretmenin, yöneticinin vb. işini yaparken farklı inanç ve anlayışlara saygı duyması, kararı ayrım yapmadan vermesi/uygulamasıdır.

Görüldüğü gibi “ortak değerler” ne yerli, ne milli, ne de belli bir inanç sistemine aittir. Bunlar, herkesi kucaklayan insaniyet mirasıdır.

O halde; insanlık ve çevrenin geleceğini, insaniyet değerlerine uygun olarak eğitilmiş nesiller belirler.

O halde; eğitim sorunları da sadece bir ülke veya belli bir coğrafyanın sorunu değil, tüm dünyayı ilgilendir.

***
Ülkemizin çok önemli eğitim sorunları var. 

Peki, acaba sorunlara çözüm bulmakla görevli iktidar ne yapıyor? MEB'de neler oluyor?

Kuşku yok ki,“28 Şubat” anlayışının “başörtüsü” ve "ikna odası" uygulamaları, AKP'nin doğuşunu sağladı. Çünkü onlar "mağduru" çok ustaca oynadılar ve aldıkları önemli destekle de iktidar oldular.  

Büyük öfke ve kinleri vardı. İlk hedefleri de; okullar, çocuklar, gençler ve öğretmenlerdi.  “28 Şubat” anlayışı benzeri uygulamaları bu kez onlar kullanıp ülkenin yarısını "öteki" ilan ettiler.. Müfredatlar imam hatip anlayışına uyarlandı.

Artık anaokulundan üniversiteye tüm okullar Diyanet'in şemsiyesi altında ve vakıf, tarikat, derneklerin danışmanlığında; dindar ve kindar nesiller yetiştirmekle meşguller... Güncel sloganları “yerli ve milli olmak”. Yani; farklılıklar yok, sadece bir coğrafya,  sadece bir inanç, sadece bir tarikat ve sadece bir ırk var!...

Sonuç olarak: 16 yıllık iktidar; ülke sorunlarına çözüm bulamadığı gibi, Eğitim alanında, her gün, dünü aratacak yepyeni daha büyük sorunlar üretmeye devam etti/ediyor. AKP, ülkemizin tüm okullarını birer "ikna odası"na çevirdi. 

***
Sosyal medyada bir eğitimci herkese aşağıdaki soruyu sormuştu:

“Diyanet İşleri Başkanlığı, okullarda teşkilatlanmaya ilişkin (gençlik çalışmaları yönergesi) hazırlamış. Bu nasıl bir teşkilatlanma??”

Ben de bu soruya neden olan Diyanet İşleri Başkanlığı “Gençlik Çalışmaları Yönergesi"ni arayıp buldum. İşte bu yönergenin hedefleri:

“Okullarda yürütülecek gençlik hizmetleri
MADDE 11- (1) Üniversite, lise ve ortaokul düzeyinde gerçekleştirilecek gençlik çalışmaları aşağıdaki ilkeler çerçevesinde yürütülür.
a) Çalışmalar, okul idarecileri ve öğretmenler ile etkin bir işbirliği halinde gerçekleştirilir.
b) Gençlik çalışmalarının yaygınlaştırılabilmesi ve daha etkin hale getirilmesi amacıyla okullara göre planlamalar yapılır.
c) Okulların yoğun olduğu mahallerde gençlik çalışmalarının yürütülebileceği, gençler için cazibe merkezi olacak Diyanet Gençlik Çalışmaları Merkezleri ve okuma salonları açılmasına veya gençlik merkezi vb. mekânların kullanılmasına yönelik çalışmalar yapılır.
ç) Okullar periyodik aralıklarla ziyaret edilir. Okul ziyaretlerinde sadece konferans tarzı etkinliklerle yetinilmez. Düzenli ve sistematik programlar aracılığıyla gençlerle iletişime geçebilmenin imkânı oluşturulur.
d) Okullarda Diyanet çalışmalarını koordine etmek amacıyla genç gönüllüler arasından temsilciler belirlenir.
e) Okul temsilcileri ve sınıf temsilcileri ile periyodik değerlendirme toplantıları gerçekleştirilir.”

***
Şimdi ben saygıdeğer okurlarıma birkaç soru soracağım, isterlerse onlar da çevrelerine sorsunlar. 
Acaba bu çağda; 
Kim, çocuklarının bilimden uzaklaşmasını ister?

Kim, yakın çevre ve uzaklardaki insanların; düşünce, anlayış, inanç, milliyet farklılıkları nedeniyle  çocuklarınca yok saymasını, düşman görülmesini ister?

Kim, çocuklarının sadece yerli, milli, dindar ve kindar bir eğitim alarak yetiştirmesini ister?

(İşte bugün böyle nesiller yetiştirmek istiyorlar.  Onun için hedeflerinde okullar, çocuklar, gençler var.)  

Peki, yukarıdaki yönergenin "hizmetleri" size kimin örgütlenme tarzını hatırlatıyor?!...


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

26 Ağustos 2016 Cuma

Ve Eylül Geldi İşte Sonbahar…


İlkbaharı, doğanın doğurganlığını arttırması, ürünlerinin boy verip gelişmesi için, Kış mevsimine başkaldırarak uyanışı olarak kabul edecek olursak, Yaz aylarını ürün verip olgunlaşma sayabiliriz. Sonbahara da; olgunlaşan ürünlerin (doğurganlığını özünde saklı tutarak)  yavaş yavaş sararıp, solduğu mevsimdir diyebiliriz.

Her mevsimin gelişi ile doğada önemli değişiklikler olur.  Tüm canlılar gibi insanlar da; bu değişime uyumlu olarak, nesillerine daha güvenli bir yaşam sağlamak için çalışıp, koşturup ve didinirler.

Bence tüm bu yaşamsal koşuşturmaların en çok yaşandığı mevsim Sonbahar, ay ise Eylül’dür. İşte bundandır ki insanları en çok yorandır, Sonbahar.

Sonbaharda Köy ve Kentlerdeki insanlar, Kış mevsiminin vereceği kısıtlılığa hazırlık için; tezek, odun, kömür, bulgur, ceviz, fındık, tarhana, salça, peynir, çay vb ihtiyaçları toplayıp depolara, dolaplara doldururlar. Çünkü yaşam devam edecek…

Kuşkusuz sadece bunlarla sınırlı değil yaşam, insanların, başka başka işleri, başka uğraşları, başka duyguları da var. Nedense bu işlerin, uğraşların, duyguların da en yoğun yaşandığı bir mevsimdir Sonbahar. Düğünler, sünnetler yapılır ve okular açılır…

***

Konumuz okullar ve çocuklarımız:

Karanlık bulutların gökyüzünü kapatmaya başladığı bu günlerde okulları konuşalım biraz.
Okullar, insanların en değerli varlıkları olan çocuklarını (başka ellere) teslim ettiği kurumlardır.

Okullarda verilen eğitimle bireye; kendisini tanıyıp, yeteneklerini geliştirmesi, özgür-özgün düşünen, paylaşan, soru soran, sorgulayan, kendine güvenen, işbirliği yapan, haklarını bilen ve yaşadığı topluma uyum sağlayan bir insan olması için rehberlik yapılır.

Kuşku yok ki bu anlayışın egemen olduğu okullar daha yaşanır,  öğretmenleri de daha saygın olur..

Ama okulları ele geçirmek isteyen karanlık odakların sansarları, ortalığı öylesine sarmaya başladı ki, en değerli varlıkığımız çocuklarımız için (feodal eskilerce) söylenen; ‘eti senin kemiği benim’  ya da ‘bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’ sözleri ile yetinmediler.  Abiler, Ablalar, Dernekler ve Vakıflarla, çocukların ruhlarını, duygularını alıp onları karanlığa kul kıldılar.

15 Temmuz günü analarına, babalarına, kardeşlerine bile saldırı emri veren (abilerin emrindeki) generalleri, komutanları görünce bunu daha iyi anladık.

Biz anladık da ne oldu?...

İşte yine Eylül geldi, birkaç güne okullar açılacak:

Akşam yattığınızda mahallenizin okulu iken, sabah olunca İmam-Hatip olmuşsa,

Halen insanlara-çocuklara-gençlere zorla inanç dayatılıyorsa,

Halen laikliğe karşı olan bir kişilerce yönetiliyorsak,

Halen barış ve çözüm süreci buzdolabında, her yerde savaş var ise,

Halen binlerce, on binlerce çocuk, gencin hangi okula gideceği belli değilse,

Halen kandırıldıkları söylenen binlerce öğretmen işsizse,

Halen atanamayan binlerce öğretmen kuyrukta ise,

Halen parası olanlar, özel güzel okulları seçebiliyor, olmadı ver elini yurtdışı diyorsa,

Halen yetkili makamda oturanlar, kandırılmışlıklarının etkisinden kurtulamamışsa,

Halen çocuğunu okula gönderecek veli, yaşayacağı sevinci düşünmek yerine, her an neler olmuş, neler yaşanacak tedirginliği içindeyse,

Halen yetkin ve etkin olanlar (inadım inat deyip), okullardaki eğitimi çocukların gelecekleri için değil de, kendi geleceklerine yatırım yapma yolunda iseler…

Tüm bunlara ben bir çözüm bulamadım, sizce ne yapmalı?...



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız