genç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
genç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Nisan 2020 Cuma

“DEŞTA ZENAN” (2)


Dünyanın ucunda bir gül açılmış / Efil efil esen yele merhaba 
Karanlığın sonu bir ulu şafak /  Sarp kayadan geçen yola MERHABA..!
/ Yaşar Kemal

Merhaba; köylük yerde yaşayanlar bilirler, oralarda; her dağ, tepe, taş, kaya, çukur, ova, çeşme, göl... ne varsa insan yaşamına dokunur, bu dokunuşun hem bazı bilinmezlikleri, hem de bilinen öyküleri vardır.  

Yaşayanlar; bu çevrede bazen düşmüş-yaralanmış-üzülmüş, bazen  ürkmüş-korkmuş, bazen de sevinmiş-mutlu olmuştur. Ben tüm bunları görmezden gelip sizlere sadece görünenin mekanik bir fotoğrafını çekercesine anlatırsam, kolektif oluşmuş o kültürel birikime haksızlık etmiş olurum. Bu nedenle bazı ayrıntılar görürseniz lütfen hoşgörünüz, olmaz mı?  

Önceki hafta kısaca anlattığım yayladaki hayat zorluklar içinde süredursun, devamı anlatımlar da sonraki haftalara kalsın… 

Şimdi olayları kronolojik sıraya göre dümdüz değil de bazı zikzaklar çizip, ileri-geri dönüşler yaparak anlatmak istiyorum. Bu yöntemin daha iyi olacağını düşünüyorum. Bu nedenle sizi Mayıs ayının son haftası ve sonrası günlere götürmek istiyorum. 


12-18 yaş arası yeniyetme ve gençler

12-18 yaş arası yeniyetme ve gençler, eğer uzaklarda okuyorlarsa ve okulları tatil olmuşsa, köye sıla özlemi çekmiş ve okul yorgunu olarak dönerlerdi. En dinamik güç olan bu gençler, asıl yorgunluklarını da köydeki; ot biçme, peşi sıra ekin biçme bunları istifleme, samanlığa-harmanlara taşıma ve sonrası işlerde yaşarlardı.    

Onlar hem bu işleri yaparlar, hem de yaylada olanlara köyden, köyde olanlara da yayladan günlük ihtiyaçları götürür-getirirlerdi (şimdilerde bu iş yapan "kurye" benzeri, fakat taşıtsız, yürüyerek...). Ve bu "çocuk emekçiler"; her sabah çok erken kalkar köye gider, oradaki işlerle boğuşur, yeniden yaylaya dönerlerdi. Ve bu döngü Eylül gelip okullar açılına kadar yinelenerek, sürüp giderdi. 

İşte böyle yorgun bir günün sonunda onların yaşadıkları: 

Gün batmaya başladığında artık bahçe, çayır veya tarlada çalışanın işi bırakma zamanın gelmiş demektir. Daha günün yorgunluğunu atacak bir dinlenme fırsatı bulmamışken, bu kez onu başka bir yorgunluk bekler...

Çünkü yaylaya dönme zamanı gelmiştir.


***

Yaylaya götüren yol; köyün yukarı mahallesinde olan, dede-çocuk-torun akraba evlerimizin hemen sonrasında geçilen "dere (!)" (Ki bu dere sadece yağmur yağdığı zaman su görür diğer zamanlarda kupkurudur.) ile başlardı. 

Bu yolun sağında ve solunda meşe korulukları vardı, bunlar aynı zamanda etraftaki tarlaların sınırını oluştururdu. Yolumuz işte bu sınırlar arasından bazı uzun-kısa "Z" çizişler yaparak, rampa ve yokuşlar çıkarak devam eder.

15 dakika sonra "Kortik" denen yeri geçince, sağdaki tepeye konumlanmış "Goma Ome"yi karşınızda görürsünüz. Burayı geçer geçmez ise 200-300 metrelik düz ve dinlendiren bir yolla "Çalika Qeri"ye varırsınız. (Kürtçede "çalik/kortik": dağ ve tepelerin arasındaki çukur). Burası, "Beroje Mezin" (Büyük Dağ)'ın hemen altındadır ve burada bulunan dut ağacının gölgesi sanki bir sığınaktır, insanı güneşten korur, yorgunluğunu giderir, dinlendirir. Yayla yolunun en zor bölümü ise buradan başlar...

25-30 dakika yürümek zorunda olduğunuz bu altmış-yetmiş derece eğimindeki yol; sarp, zikzaklı, sanki cilalanmış kaygan taşlı, kırmızı-kahve karışımı renkte bir patikadır. 

Yolcuların büyük çoğunluğu, günün yorgunluğuna eklenen bu dik yokuşun yaşattığı zorluk sebebiyle halsiz kalırlar. Varsa çorap ve tüm giysileri; alın, yanak, ense, sırt ve bele doğru şıpır şıpır akan ter derecikleri nedeniyle ıpıslak olurdu. (Ha.. unutmadan söyleyeyim, o yıllarda henüz yeni yeni başlamıştı Alamancılık, onların hediye ettiği o cafcaflı naylon gömlek ve giysilerin de bu terlemeye epeyce  katkısı olmuştur.) 

Kuşkusuz ki, yayla yolcusu olan herkes yaşamaz bu trajik durumları. Bazı yaşlı, hasta, varlıklı gibi öncelik ve özellikleri olanlar, bu yolu, at, eşek ve katırlar sırtında geçirirlerdi. 

Ancak, bu zor ve zorunlu yolun asıl yorgunları; serinde ve dilinde gençlik olanlardı!… 

Ve bu büyük çoğunluk, böylesine halsiz, ıpıslak olarak varırdı “Mezela Sipi” (Beyaz Mezar) dediğimiz zirveye. Bu zirve her mevsim kış serinliği yaşatır insana… Zirveye varınca rüzgâr; ter damlatan çamaşırları buzdan bir örtüye dönüştürür, insanı iliklerine kadar üşütürdü...


                                      (Hasan Yalçın’ın objektifinden)

Ama eğer burada azıcık durur ve geldiğiniz yöne doğru (batıya) döner bakarsanız, hem terinizi hem de üşüdüğünüzü unutursunuz. Çünkü; Bingöl'e bağlı bazı köyleri ve Elazığ-Karakoçan'ın eski Çan nahiyesinin etrafındak köyleri kucaklamış olan, zirvesinde yazın bile sisi, bulutu, karları hiç bitmeyen o heybetli "Çiyaye Korboğe" (Körboğa Dağı) tam karşınızdadır... 

Gözlerinizi dağın zirvesinden eteklerine doğru kaydırdığınızda ise; “Peri Çayı Vadisi” size adeta “bana bak!..” der. Siz bakınca da; masmavi suyu, dereleri, meşe ormanlı tepeleri, yeşermiş, solmuş tarlaları, bol bitkisel ve hayvansal çeşitliliği olan doğal bir kartpostal görürsünüz (Çocukluğumuzda Peri Çayı çılgın bir akardı, fakat o,  şimdi bir baraj gölü…) 

Bilirsiniz yaşamın diyalektiği insana hep iyi ve unutmak istediklerini birarada düşündür. İnsanı bazen iyi anları ve anıları ile sevinir-dinlenir, bazen de anmak istemedikleri baskın çıkar, işte o zaman üzülür-yorgun düşer... 

Ama bu zirvede sizin iyi duygularınız baskın çıkar, güzel bir an yaşarsınız. 

Şimdi eğer bu muhteşem Peri görüntüsüne arkamızı döner ve gelecek olan tatlı bir inişi 30-40 adım yürürsek, yolun  ikiye ayrıldığını ve tam karşımızda da “Deşta Zenan” olduğunu göreceğiz (Orayı çok özledim!..).

Bugünlük bu kadarla yetinelim, devamını gelecek haftalara bırakalım.



Diğer yazılarım: tıklayınız





23 Şubat 2018 Cuma

Bütün okullar "ikna odası"...

Bize bol bol ziya kucakla getir; düşmek, etrafı görmemektendir. Tevfik Fikret
  
Günümüzde bilim, teknoloji ve iletişim sistemleri uzakları yakın kılarak, dünyayı adeta küçük bir köye dönüştürmüştür. Tanışların bol olduğu böyle bir dünyada birey ve gruplar; özgünlüklerini koruyarak, eşdeğerli, özgür, barış içinde yaşamak isterler. 

Birlikteliği kolay kılmak için de bazı değerlere sahip olmaları gerekir. İnsanlık değerlerini, özgün değerler ve ortak değerler olarak iki bölüme ayırabiliriz.

Özgün değerler; bio-psiko-sosyal alanlardan kaynaklanan bireye ve ait olduğu gruba ait olan kısmi benzerlikler ve farklılıklardır. Örnek olarak; dil, ırk, din, inanç, kültür, gelenek gibi yerli, milli benzerlikleri ve bireysel farklılıkları sayabiliriz. 

Günümüz dünyası öylesine harmanlamış ki, hiçbir ülkede %100 olarak sadece özgün değerlere sahip insanlar göremezsiniz. Böylesi bir durum ancak olsa olsa başkalarınca henüz görülmemiş olan ilkel kabilelerde olabilir. Ki orada da mutlaka bireysel farklılıklar vardır.

Özetle “yerli ve milli olmak”; emperyalist güç ve işbirlikçilerinin sömürü düzenlerini sürdürmek için, düşünemeyen, yorum yapmayan, sadece itaat eden taraftar bulma amaçlı yapay bir algı, politik bir tuzak proje, bir gelecek ütopyasıdır.
*
Ortak değerler; Özgürlük, barış, demokrasi, laiklik, eşdeğerlilik, hak, hukuk, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk, insan onuru, dayanışma… Tüm insanlığa özgü üstün/erdem olan ortak değerlerdir. Yargıcın, doktorun, öğretmenin, yöneticinin vb. işini yaparken farklı inanç ve anlayışlara saygı duyması, kararı ayrım yapmadan vermesi/uygulamasıdır.

Görüldüğü gibi “ortak değerler” ne yerli, ne milli, ne de belli bir inanç sistemine aittir. Bunlar, herkesi kucaklayan insaniyet mirasıdır.

O halde; insanlık ve çevrenin geleceğini, insaniyet değerlerine uygun olarak eğitilmiş nesiller belirler.

O halde; eğitim sorunları da sadece bir ülke veya belli bir coğrafyanın sorunu değil, tüm dünyayı ilgilendir.

***
Ülkemizin çok önemli eğitim sorunları var. 

Peki, acaba sorunlara çözüm bulmakla görevli iktidar ne yapıyor? MEB'de neler oluyor?

Kuşku yok ki,“28 Şubat” anlayışının “başörtüsü” ve "ikna odası" uygulamaları, AKP'nin doğuşunu sağladı. Çünkü onlar "mağduru" çok ustaca oynadılar ve aldıkları önemli destekle de iktidar oldular.  

Büyük öfke ve kinleri vardı. İlk hedefleri de; okullar, çocuklar, gençler ve öğretmenlerdi.  “28 Şubat” anlayışı benzeri uygulamaları bu kez onlar kullanıp ülkenin yarısını "öteki" ilan ettiler.. Müfredatlar imam hatip anlayışına uyarlandı.

Artık anaokulundan üniversiteye tüm okullar Diyanet'in şemsiyesi altında ve vakıf, tarikat, derneklerin danışmanlığında; dindar ve kindar nesiller yetiştirmekle meşguller... Güncel sloganları “yerli ve milli olmak”. Yani; farklılıklar yok, sadece bir coğrafya,  sadece bir inanç, sadece bir tarikat ve sadece bir ırk var!...

Sonuç olarak: 16 yıllık iktidar; ülke sorunlarına çözüm bulamadığı gibi, Eğitim alanında, her gün, dünü aratacak yepyeni daha büyük sorunlar üretmeye devam etti/ediyor. AKP, ülkemizin tüm okullarını birer "ikna odası"na çevirdi. 

***
Sosyal medyada bir eğitimci herkese aşağıdaki soruyu sormuştu:

“Diyanet İşleri Başkanlığı, okullarda teşkilatlanmaya ilişkin (gençlik çalışmaları yönergesi) hazırlamış. Bu nasıl bir teşkilatlanma??”

Ben de bu soruya neden olan Diyanet İşleri Başkanlığı “Gençlik Çalışmaları Yönergesi"ni arayıp buldum. İşte bu yönergenin hedefleri:

“Okullarda yürütülecek gençlik hizmetleri
MADDE 11- (1) Üniversite, lise ve ortaokul düzeyinde gerçekleştirilecek gençlik çalışmaları aşağıdaki ilkeler çerçevesinde yürütülür.
a) Çalışmalar, okul idarecileri ve öğretmenler ile etkin bir işbirliği halinde gerçekleştirilir.
b) Gençlik çalışmalarının yaygınlaştırılabilmesi ve daha etkin hale getirilmesi amacıyla okullara göre planlamalar yapılır.
c) Okulların yoğun olduğu mahallerde gençlik çalışmalarının yürütülebileceği, gençler için cazibe merkezi olacak Diyanet Gençlik Çalışmaları Merkezleri ve okuma salonları açılmasına veya gençlik merkezi vb. mekânların kullanılmasına yönelik çalışmalar yapılır.
ç) Okullar periyodik aralıklarla ziyaret edilir. Okul ziyaretlerinde sadece konferans tarzı etkinliklerle yetinilmez. Düzenli ve sistematik programlar aracılığıyla gençlerle iletişime geçebilmenin imkânı oluşturulur.
d) Okullarda Diyanet çalışmalarını koordine etmek amacıyla genç gönüllüler arasından temsilciler belirlenir.
e) Okul temsilcileri ve sınıf temsilcileri ile periyodik değerlendirme toplantıları gerçekleştirilir.”

***
Şimdi ben saygıdeğer okurlarıma birkaç soru soracağım, isterlerse onlar da çevrelerine sorsunlar. 
Acaba bu çağda; 
Kim, çocuklarının bilimden uzaklaşmasını ister?

Kim, yakın çevre ve uzaklardaki insanların; düşünce, anlayış, inanç, milliyet farklılıkları nedeniyle  çocuklarınca yok saymasını, düşman görülmesini ister?

Kim, çocuklarının sadece yerli, milli, dindar ve kindar bir eğitim alarak yetiştirmesini ister?

(İşte bugün böyle nesiller yetiştirmek istiyorlar.  Onun için hedeflerinde okullar, çocuklar, gençler var.)  

Peki, yukarıdaki yönergenin "hizmetleri" size kimin örgütlenme tarzını hatırlatıyor?!...


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız