Dernek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dernek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Şubat 2018 Cuma

Bütün okullar "ikna odası"...

Bize bol bol ziya kucakla getir; düşmek, etrafı görmemektendir. Tevfik Fikret
  
Günümüzde bilim, teknoloji ve iletişim sistemleri uzakları yakın kılarak, dünyayı adeta küçük bir köye dönüştürmüştür. Tanışların bol olduğu böyle bir dünyada birey ve gruplar; özgünlüklerini koruyarak, eşdeğerli, özgür, barış içinde yaşamak isterler. 

Birlikteliği kolay kılmak için de bazı değerlere sahip olmaları gerekir. İnsanlık değerlerini, özgün değerler ve ortak değerler olarak iki bölüme ayırabiliriz.

Özgün değerler; bio-psiko-sosyal alanlardan kaynaklanan bireye ve ait olduğu gruba ait olan kısmi benzerlikler ve farklılıklardır. Örnek olarak; dil, ırk, din, inanç, kültür, gelenek gibi yerli, milli benzerlikleri ve bireysel farklılıkları sayabiliriz. 

Günümüz dünyası öylesine harmanlamış ki, hiçbir ülkede %100 olarak sadece özgün değerlere sahip insanlar göremezsiniz. Böylesi bir durum ancak olsa olsa başkalarınca henüz görülmemiş olan ilkel kabilelerde olabilir. Ki orada da mutlaka bireysel farklılıklar vardır.

Özetle “yerli ve milli olmak”; emperyalist güç ve işbirlikçilerinin sömürü düzenlerini sürdürmek için, düşünemeyen, yorum yapmayan, sadece itaat eden taraftar bulma amaçlı yapay bir algı, politik bir tuzak proje, bir gelecek ütopyasıdır.
*
Ortak değerler; Özgürlük, barış, demokrasi, laiklik, eşdeğerlilik, hak, hukuk, adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, dostluk, insan onuru, dayanışma… Tüm insanlığa özgü üstün/erdem olan ortak değerlerdir. Yargıcın, doktorun, öğretmenin, yöneticinin vb. işini yaparken farklı inanç ve anlayışlara saygı duyması, kararı ayrım yapmadan vermesi/uygulamasıdır.

Görüldüğü gibi “ortak değerler” ne yerli, ne milli, ne de belli bir inanç sistemine aittir. Bunlar, herkesi kucaklayan insaniyet mirasıdır.

O halde; insanlık ve çevrenin geleceğini, insaniyet değerlerine uygun olarak eğitilmiş nesiller belirler.

O halde; eğitim sorunları da sadece bir ülke veya belli bir coğrafyanın sorunu değil, tüm dünyayı ilgilendir.

***
Ülkemizin çok önemli eğitim sorunları var. 

Peki, acaba sorunlara çözüm bulmakla görevli iktidar ne yapıyor? MEB'de neler oluyor?

Kuşku yok ki,“28 Şubat” anlayışının “başörtüsü” ve "ikna odası" uygulamaları, AKP'nin doğuşunu sağladı. Çünkü onlar "mağduru" çok ustaca oynadılar ve aldıkları önemli destekle de iktidar oldular.  

Büyük öfke ve kinleri vardı. İlk hedefleri de; okullar, çocuklar, gençler ve öğretmenlerdi.  “28 Şubat” anlayışı benzeri uygulamaları bu kez onlar kullanıp ülkenin yarısını "öteki" ilan ettiler.. Müfredatlar imam hatip anlayışına uyarlandı.

Artık anaokulundan üniversiteye tüm okullar Diyanet'in şemsiyesi altında ve vakıf, tarikat, derneklerin danışmanlığında; dindar ve kindar nesiller yetiştirmekle meşguller... Güncel sloganları “yerli ve milli olmak”. Yani; farklılıklar yok, sadece bir coğrafya,  sadece bir inanç, sadece bir tarikat ve sadece bir ırk var!...

Sonuç olarak: 16 yıllık iktidar; ülke sorunlarına çözüm bulamadığı gibi, Eğitim alanında, her gün, dünü aratacak yepyeni daha büyük sorunlar üretmeye devam etti/ediyor. AKP, ülkemizin tüm okullarını birer "ikna odası"na çevirdi. 

***
Sosyal medyada bir eğitimci herkese aşağıdaki soruyu sormuştu:

“Diyanet İşleri Başkanlığı, okullarda teşkilatlanmaya ilişkin (gençlik çalışmaları yönergesi) hazırlamış. Bu nasıl bir teşkilatlanma??”

Ben de bu soruya neden olan Diyanet İşleri Başkanlığı “Gençlik Çalışmaları Yönergesi"ni arayıp buldum. İşte bu yönergenin hedefleri:

“Okullarda yürütülecek gençlik hizmetleri
MADDE 11- (1) Üniversite, lise ve ortaokul düzeyinde gerçekleştirilecek gençlik çalışmaları aşağıdaki ilkeler çerçevesinde yürütülür.
a) Çalışmalar, okul idarecileri ve öğretmenler ile etkin bir işbirliği halinde gerçekleştirilir.
b) Gençlik çalışmalarının yaygınlaştırılabilmesi ve daha etkin hale getirilmesi amacıyla okullara göre planlamalar yapılır.
c) Okulların yoğun olduğu mahallerde gençlik çalışmalarının yürütülebileceği, gençler için cazibe merkezi olacak Diyanet Gençlik Çalışmaları Merkezleri ve okuma salonları açılmasına veya gençlik merkezi vb. mekânların kullanılmasına yönelik çalışmalar yapılır.
ç) Okullar periyodik aralıklarla ziyaret edilir. Okul ziyaretlerinde sadece konferans tarzı etkinliklerle yetinilmez. Düzenli ve sistematik programlar aracılığıyla gençlerle iletişime geçebilmenin imkânı oluşturulur.
d) Okullarda Diyanet çalışmalarını koordine etmek amacıyla genç gönüllüler arasından temsilciler belirlenir.
e) Okul temsilcileri ve sınıf temsilcileri ile periyodik değerlendirme toplantıları gerçekleştirilir.”

***
Şimdi ben saygıdeğer okurlarıma birkaç soru soracağım, isterlerse onlar da çevrelerine sorsunlar. 
Acaba bu çağda; 
Kim, çocuklarının bilimden uzaklaşmasını ister?

Kim, yakın çevre ve uzaklardaki insanların; düşünce, anlayış, inanç, milliyet farklılıkları nedeniyle  çocuklarınca yok saymasını, düşman görülmesini ister?

Kim, çocuklarının sadece yerli, milli, dindar ve kindar bir eğitim alarak yetiştirmesini ister?

(İşte bugün böyle nesiller yetiştirmek istiyorlar.  Onun için hedeflerinde okullar, çocuklar, gençler var.)  

Peki, yukarıdaki yönergenin "hizmetleri" size kimin örgütlenme tarzını hatırlatıyor?!...


Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

26 Ağustos 2016 Cuma

Ve Eylül Geldi İşte Sonbahar…


İlkbaharı, doğanın doğurganlığını arttırması, ürünlerinin boy verip gelişmesi için, Kış mevsimine başkaldırarak uyanışı olarak kabul edecek olursak, Yaz aylarını ürün verip olgunlaşma sayabiliriz. Sonbahara da; olgunlaşan ürünlerin (doğurganlığını özünde saklı tutarak)  yavaş yavaş sararıp, solduğu mevsimdir diyebiliriz.

Her mevsimin gelişi ile doğada önemli değişiklikler olur.  Tüm canlılar gibi insanlar da; bu değişime uyumlu olarak, nesillerine daha güvenli bir yaşam sağlamak için çalışıp, koşturup ve didinirler.

Bence tüm bu yaşamsal koşuşturmaların en çok yaşandığı mevsim Sonbahar, ay ise Eylül’dür. İşte bundandır ki insanları en çok yorandır, Sonbahar.

Sonbaharda Köy ve Kentlerdeki insanlar, Kış mevsiminin vereceği kısıtlılığa hazırlık için; tezek, odun, kömür, bulgur, ceviz, fındık, tarhana, salça, peynir, çay vb ihtiyaçları toplayıp depolara, dolaplara doldururlar. Çünkü yaşam devam edecek…

Kuşkusuz sadece bunlarla sınırlı değil yaşam, insanların, başka başka işleri, başka uğraşları, başka duyguları da var. Nedense bu işlerin, uğraşların, duyguların da en yoğun yaşandığı bir mevsimdir Sonbahar. Düğünler, sünnetler yapılır ve okular açılır…

***

Konumuz okullar ve çocuklarımız:

Karanlık bulutların gökyüzünü kapatmaya başladığı bu günlerde okulları konuşalım biraz.
Okullar, insanların en değerli varlıkları olan çocuklarını (başka ellere) teslim ettiği kurumlardır.

Okullarda verilen eğitimle bireye; kendisini tanıyıp, yeteneklerini geliştirmesi, özgür-özgün düşünen, paylaşan, soru soran, sorgulayan, kendine güvenen, işbirliği yapan, haklarını bilen ve yaşadığı topluma uyum sağlayan bir insan olması için rehberlik yapılır.

Kuşku yok ki bu anlayışın egemen olduğu okullar daha yaşanır,  öğretmenleri de daha saygın olur..

Ama okulları ele geçirmek isteyen karanlık odakların sansarları, ortalığı öylesine sarmaya başladı ki, en değerli varlıkığımız çocuklarımız için (feodal eskilerce) söylenen; ‘eti senin kemiği benim’  ya da ‘bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum’ sözleri ile yetinmediler.  Abiler, Ablalar, Dernekler ve Vakıflarla, çocukların ruhlarını, duygularını alıp onları karanlığa kul kıldılar.

15 Temmuz günü analarına, babalarına, kardeşlerine bile saldırı emri veren (abilerin emrindeki) generalleri, komutanları görünce bunu daha iyi anladık.

Biz anladık da ne oldu?...

İşte yine Eylül geldi, birkaç güne okullar açılacak:

Akşam yattığınızda mahallenizin okulu iken, sabah olunca İmam-Hatip olmuşsa,

Halen insanlara-çocuklara-gençlere zorla inanç dayatılıyorsa,

Halen laikliğe karşı olan bir kişilerce yönetiliyorsak,

Halen barış ve çözüm süreci buzdolabında, her yerde savaş var ise,

Halen binlerce, on binlerce çocuk, gencin hangi okula gideceği belli değilse,

Halen kandırıldıkları söylenen binlerce öğretmen işsizse,

Halen atanamayan binlerce öğretmen kuyrukta ise,

Halen parası olanlar, özel güzel okulları seçebiliyor, olmadı ver elini yurtdışı diyorsa,

Halen yetkili makamda oturanlar, kandırılmışlıklarının etkisinden kurtulamamışsa,

Halen çocuğunu okula gönderecek veli, yaşayacağı sevinci düşünmek yerine, her an neler olmuş, neler yaşanacak tedirginliği içindeyse,

Halen yetkin ve etkin olanlar (inadım inat deyip), okullardaki eğitimi çocukların gelecekleri için değil de, kendi geleceklerine yatırım yapma yolunda iseler…

Tüm bunlara ben bir çözüm bulamadım, sizce ne yapmalı?...



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız