Ülke yönetimine gelebilmek için bir partinin öncelikle, içinde bulunduğu kimlik
karmaşasından kurtulması, hedeflerini/ilkelerini belirlemesi, ülke sorunlarına
çözüm getirecek uygulamaları ve öncellikler sıralamasını yapması gerekir. Dilerseniz
biz de öncelik sırasını eğitim konusuna verelim ve CHP’nin eğitim konusundaki duruşuna
bakalım:
Bugün ülkemizde anaokulundan üniversiteye kadar tüm sistem; diyanet ile
dini vakıfların yörüngesine sokulmuş ve imam hatip anlayışına terk edilmiştir. Zaten okulların önemli bir bölümü de resmen imam hatip yapılmış durumda.
Peki, siz CHP'nin; diyanetin denetiminde, dini vakıfların yörüngesinde ve
ortaçağ anlayışı içindeki imam hatip yaygınlaşmasına karşı çıktığını hiç duydunuz mu?
Hayır, duymadınız.
Peki, CHP ne yaptı?
Onlar oy beklentileri için, gerçekleri söylemediler: İmam
hatipleri biz kurduk, hiç kapatır mıyız!?..., diyerek “Biz sizden daha dindarız” yarışına girdiler.
Oysa sosyal demokrat bir anlayış (demokrasi ve laikliği savunduğu için)
halka; iktidar olduğunda, inanç gereği ihtiyaç duyulan imam-hatip ve okul sayısını
belirleyip ihtiyaç fazlası olan okulları laik ve bilimsel eğitimin hizmetine
sunacağını hiç çekinmeden açıklamalıydı.
Çünkü bugünkü eğitim uygulamaları, sadece günümüze
değil gelecek nesillerimize de kötü bir mirastır. Şimdi artık bu mirasın olası
zararlarını azaltmak için birlik olup, önlem almak zamanı. Bu, ülkemiz ve
çocuklarımızın geleceği için bir zorunluluktur.
İşte tüm bu yaşamsal ve bilimsel gerçeklere rağmen beklenen açıklamayı yapmadılar, yapamadılar…
***
24 Haziran seçiminin, partiler içinde artçı sarsıntılara
neden olacağı öngörüsü vardı, öyle de oldu. “İkbal” beklentileri için iç çatışmalar
başladı… Ve ilk sırayı yine CHP aldı…
En hızlı çıkışı da; “Barışmak-Büyümek-Bölüşmek…” Diyerek yola
çıkan ve epeyce destek bulan Muharrem
İnce yaptı. Ve sanki Cumhurbaşkanı olamadım, bari parti başkanı olayım dedi. Oysa
o Muharrem İnce, günlerce milyonların karşısına çıkıp; “Kılıçdaroğlu’na rakip
olmayacağım!...” diye söz vermişti.
Bu duygu yüküyle İnce, Kılıçdaroğlu ile yediği ailelere özel yemek sonrasında kendisine uzatılan mikrofona; Kendisine
onursal başkanlık teklif ettim... Ben imza toplamayacağım, ama hayır derse örgüt
kendisi çözecektir bu işi” dedi. (Aslında İnce bu sözleriyle, genel
başkanı Kılıçdaroğlu’nu halka ve parti delegelerine şikâyet ediyordu…)
(Ne dil ama!.. Sizce bu bir tehdit değil mi?)
Böylece hem kısa süre içinde oluşmuş İnce albenisi, hem de kitlelerde
yaşatılan umutlar, coşkular birden bire güneş görmüş kardan adam misali ince
ince ermeye başladı…
Ben bunları yazarken sanki üst üste yenilgiler almış CHP yönetimini savunuyormuşum
diye bir duyguya kapıldım ve birden bire kendimi kötü hissettim.
Ama hemen, pek çok olumsuzlukları olsa da, olumluluklarını unutmamak, hakkını vermek
gerektiğini düşündüm. Çünkü; “Adalet Yürüyüşü” ve (HDP’siz
kısıtlı, sınırlı da olsa) “Millet İttifakı”nı gerçekleştiren kişidir Kılıçdaroğlu…
Kuşku yok ki CHP yönetim yenilgileriyle
yüzleşmeli, özeleştiride bulunarak ülke gerçeklerine göre kendisini
güncellenmeli, değişmeli, yenileşmeli… Hatta İnce’yi çağırıp da gel sen
başımıza geç diyebilmeliydi.
Olmadı… Belki olacaktı da, aceleci davrandı İnce… O, milyonlara
söz veren kişi, egosuna yenildi ve meydan okudu… İnce ince eridiğinin farkına
varmadan.
Tam da bireysel çıkışlardan uzaklaşmak, birlikte
kaybedilen seçim sonuçlarını tartışıp, gelecek için ne yapmalı, nasıl yapmalı arayışına
girmek, tek adam düzenine karşı safları sıkılaştırmak gerektiği bir zamanda… Ortaya
çıkıp, “ben adayım” demek, ne halka,
ne partiye ne de Sayın İnce’ye bir kazanım sağlamadı.
Yine haklısın değerli arkadaşım,ne diyeyim???Siyasetten gına deldi bana...
YanıtlaSil