Âşık İhsani ‘Mektup
Şiir’inde: “…önceki gün
komşulardan biri / ölüsünü gömdürdüğü tabutu/gece camiden aşırıp yaktı. / Tabutluğun
bir yerine bir de / şöyle bir mektup bıraktı./ ‘Açlığa ne ise ya, soğuğa
dayanamadık./ Bir tabut götürüp yakacağım./ Aaa… Allah afetsin’….” der.
Bir türkümüz de: “Dert
bir değil elvan elvan/Takatsiz kalmışım yayan” diye başlar...
Hem
‘Mektup Şiir’de, hem de dertlerin takatsiz bıraktığı türküdeki dizelerin öznesi
halkımızdır. Onlar:
Hem
içerde, hem de dışarıda savaş ve savaşın sonuçları ile kuşatılmış…
Okul
sistemi çökmüş, ekonomisi alarm veren…
Din,
mezhep, inanç ve kimlik siyasetleri ile canları yanan…
Evi
yıkılmış/yakılmış, işsiz, okulsuz, yolsuz, susuz, elektriksiz, aç ve açıkta olan
yüzbinler-milyonlar…
Yani, dertleri
bir değil elvan elvan olanlardır.
İşte
böyle bir iklimde yaşıyor insanlarımız. Peki İktidar güçlerinin öncelikli görevi,
bu sorunlara çözüm üretmek ve bu iklimi yaşanır kılmak değil midir? Oysa onlar asıl görevlerini unutmuş, ya da unutturmak
için sürekli yapay gündemlerle ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Oluşturulan şimdiki
yapay (niçin yapay; çünkü hiçbir sorunu çözmüyor) gündemimiz de; 16 Nisan’da yapılacak olan “Referandum”.
Bu
referandum için; Ülkemize dayatılan ‘Tek
Adam Rejimi’ne ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ deme
yarışması da diyebiliriz.
İki kutuplu Türkiye:
Bir
yanda; “Evet” diyecekleri çoğaltmaya
çalışan Tek Adam Rejimi sevdalısı tekçi hareket var. Bunlar; Cumhurbaşkanı’nın
yönlendirmesi, hükümet ve paydaşlarının işbirliği, pek çok devlet kurumunun
olanaklarıyla; TV ekranlarda, gazete, radyo ve meydanlarda canhıraş çalışanlar.
Ki bunlar; “Hayır” diyecek olan karşı
taraftakileri; ‘terörist’ ve ‘vatan haini’ olarak tanıtıp taraftar kazanmaya
çalışıyorlar.
Diğer
yanda ise; “Hayır” diyecekleri
çoğaltmaya çabalayan demokrasiyi savunucusu çoğulcu hareket: Devlet gücü ve imkânlarından yoksun olan bunlara, meydanlar,
ekranlar, TV, gazete, radyolar yasaklı/kapalı. Ve bunların bazı seçilmiş vekilleri
de tutuklu… Yani kısıtlı olanakları olan; eşitlik ve özgürlük savunucuları… Ki
bunlar da; “Evet” diyecek olanlara, tek adam diktatörlüğünün sakıncalarını
anlatarak, onları çoğulcu demokrasi saflarına katmaya çalışıyorlar.
Özetle:
Bir yanda, Tek Adam Rejimi’ni savunan devlet korumasındaki; “Evet”. Diğer yanda, Çoğulcu Demokrasi’yi savunan ve
korumasız olan; “Hayır”.
***
Kavga ederek misafir olmak:
“Devlet;
‘Evet diyenin de, ‘Hayır’ diyenin de devletidir.” Diyenlere inanma!... Bakın görün
işte; “Devletin temsilcisi bakanlar(!)”, devletin imkânlarıyla gurbetçilerimize
“Evet” dedirtmek için yola çıktılar/çıkacaklardı. Ama gidecekleri ülkelerce
engellendiler, toplantıları iptal edildi, uçakları kaldırılmadı, habersizce giriş
yapmış olanlar da sınırdaşı edildiler…
Bizi;
ele güne karşı utandırdılar, itibarsız kıldılar ve yapayalnız bıraktılar. Çok
çok üzüldük, incindik, utandık…
AB
üyesi pek çok ülke, benzer demeç ve eylemlerde bulunarak Türkiye karşıtı
söylemlerde birleştiler. (Zaten yıllardır ülkemizi kapılarında bekletip oyalıyorlar…
Belki onların nüfusumuz, ekonomimiz, kültürümüz, ülke yönetimimiz gibi alanları
ile ilgili endişeleri vardır, kim bilir belki de kıskanıyorlar(!). Tüm bu
nedenlerle karnemize bakıp diplomatik(!) sözlerle kulüplerine üye almak
istemiyorlar bizi.)
Bizler
misafirperver olmakla övünürken, pek çok ülkece istenmeyen, davetsiz misafir
konumuna düşürüldük. Bu kez mağdur olan, kaybeden Türkiye oldu. Bizi bu hale
düşürenler, bu işten de yine mağduriyet çıkarmayı başardılar. Bu bahaneyle meydanlarda,
salonlarda ve ekranlarda hamasi nutuklar söyleyerek, bağırarak, tehdit ederek
oy devşirmeye…
Bizde
adettir, misafirliğe gidecek olanlar (öncelikle), gidilecek olanlara haber
salar “Size geleceğiz bir maniniz var mı?” diye sorarlar. Kabul alırlarsa da, şeker, çiçek veya başka
hediyelerini alarak giderler. Yok, eğer karşı taraftan; “… Manimiz var, daha sonra
buyurunuz.” diye bir cevap gelirse de, gitmezler, gidemezler...
Yöremizde de, töremizde de,
dünyamızda da durum böyle...
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tokatlılar Gecesi'nde cevap verdi: "Ben Nazizm’in, Almanya'da bittiğini
zannediyordum. Meğerse hala devam ediyormuş… Ya ben istersem yarın gelirim.
Gelirim ve kapıdan da sokmadığınız zaman veya konuşturtmadığınız zaman da ben
dünyayı ayağa kaldırırım." dedi. Onları “Nazi” ilan edip,
meydan okudu.
Olan
yine ülkemize, halkımıza, gurbetçimize oldu…
İncinen halkımızın onur ve
gururu… Yalnızlaşan bizim ülkemiz…
Yasaklanıp, kovulanlar göçmen değil, ülkemizin
vekilleri, bakanları…
Sonuç yine iki kutup: bir
uçta Türkiye, diğer uçta da Avrupa ve…