kutup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kutup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Mart 2017 Cuma

"Dert bir değil elvan elvan…"

Şiir ve türkü dizelerinde saklı olan anlamları anlaşılır kılmak için düzyazı yazanlar, bazen ciltlerce yazmak zorunda kalabilirler.   

Âşık İhsani ‘Mektup Şiir’inde: “…önceki gün komşulardan biri / ölüsünü gömdürdüğü tabutu/gece camiden aşırıp yaktı. / Tabutluğun bir yerine bir de / şöyle bir mektup bıraktı./ ‘Açlığa ne ise ya, soğuğa dayanamadık./ Bir tabut götürüp yakacağım./ Aaa… Allah afetsin’….” der.

Bir türkümüz de: “Dert bir değil elvan elvan/Takatsiz kalmışım yayan” diye başlar...

Hem ‘Mektup Şiir’de, hem de dertlerin takatsiz bıraktığı türküdeki dizelerin öznesi halkımızdır.  Onlar:

Hem içerde, hem de dışarıda savaş ve savaşın sonuçları ile kuşatılmış…

Okul sistemi çökmüş, ekonomisi alarm veren… 

Din, mezhep, inanç ve kimlik siyasetleri ile canları yanan…

Evi yıkılmış/yakılmış, işsiz, okulsuz, yolsuz, susuz, elektriksiz, aç ve açıkta olan yüzbinler-milyonlar…

Yani, dertleri bir değil elvan elvan olanlardır.

İşte böyle bir iklimde yaşıyor insanlarımız. Peki İktidar güçlerinin öncelikli görevi, bu sorunlara çözüm üretmek ve bu iklimi yaşanır kılmak değil midir?  Oysa onlar asıl görevlerini unutmuş, ya da unutturmak için sürekli yapay gündemlerle ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar. Oluşturulan şimdiki yapay (niçin yapay; çünkü hiçbir sorunu çözmüyor) gündemimiz de; 16 Nisan’da yapılacak olan “Referandum”.

Bu referandum için; Ülkemize dayatılan ‘Tek Adam Rejimi’ne  ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ deme yarışması da diyebiliriz.  

İki kutuplu Türkiye:


Bir yanda; “Evet” diyecekleri çoğaltmaya çalışan Tek Adam Rejimi sevdalısı tekçi hareket var. Bunlar; Cumhurbaşkanı’nın yönlendirmesi, hükümet ve paydaşlarının işbirliği, pek çok devlet kurumunun olanaklarıyla; TV ekranlarda, gazete, radyo ve meydanlarda canhıraş çalışanlar. Ki bunlar;  “Hayır” diyecek olan karşı taraftakileri; ‘terörist’ ve ‘vatan haini’ olarak tanıtıp taraftar kazanmaya çalışıyorlar.  

Diğer yanda ise; “Hayır” diyecekleri çoğaltmaya çabalayan demokrasiyi savunucusu çoğulcu hareket: Devlet gücü ve imkânlarından yoksun olan bunlara, meydanlar, ekranlar, TV, gazete, radyolar yasaklı/kapalı. Ve bunların bazı seçilmiş vekilleri de tutuklu… Yani kısıtlı olanakları olan; eşitlik ve özgürlük savunucuları… Ki bunlar da; “Evet” diyecek olanlara, tek adam diktatörlüğünün sakıncalarını anlatarak, onları çoğulcu demokrasi saflarına katmaya çalışıyorlar.  

Özetle:
Bir yanda, Tek Adam Rejimi’ni savunan devlet korumasındaki; “Evet”.   Diğer yanda, Çoğulcu Demokrasi’yi savunan ve korumasız olan; “Hayır”.


***

Kavga ederek misafir olmak:

“Devlet; ‘Evet diyenin de, ‘Hayır’ diyenin de devletidir.” Diyenlere inanma!... Bakın görün işte; “Devletin temsilcisi bakanlar(!)”, devletin imkânlarıyla gurbetçilerimize “Evet” dedirtmek için yola çıktılar/çıkacaklardı. Ama gidecekleri ülkelerce engellendiler, toplantıları iptal edildi, uçakları kaldırılmadı, habersizce giriş yapmış olanlar da sınırdaşı edildiler…

Bizi; ele güne karşı utandırdılar, itibarsız kıldılar ve yapayalnız bıraktılar. Çok çok üzüldük, incindik, utandık…  

AB üyesi pek çok ülke, benzer demeç ve eylemlerde bulunarak Türkiye karşıtı söylemlerde birleştiler. (Zaten yıllardır ülkemizi kapılarında bekletip oyalıyorlar… Belki onların nüfusumuz, ekonomimiz, kültürümüz, ülke yönetimimiz gibi alanları ile ilgili endişeleri vardır, kim bilir belki de kıskanıyorlar(!). Tüm bu nedenlerle karnemize bakıp diplomatik(!) sözlerle kulüplerine üye almak istemiyorlar bizi.)
Bizler misafirperver olmakla övünürken, pek çok ülkece istenmeyen, davetsiz misafir konumuna düşürüldük. Bu kez mağdur olan, kaybeden Türkiye oldu. Bizi bu hale düşürenler, bu işten de yine mağduriyet çıkarmayı başardılar. Bu bahaneyle meydanlarda, salonlarda ve ekranlarda hamasi nutuklar söyleyerek, bağırarak, tehdit ederek oy devşirmeye…

Bizde adettir, misafirliğe gidecek olanlar (öncelikle), gidilecek olanlara haber salar “Size geleceğiz bir maniniz var mı?” diye sorarlar. Kabul alırlarsa da, şeker, çiçek veya başka hediyelerini alarak giderler. Yok, eğer karşı taraftan; “… Manimiz var, daha sonra buyurunuz.” diye bir cevap gelirse de, gitmezler, gidemezler...

Yöremizde de, töremizde de, dünyamızda da durum böyle...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Tokatlılar Gecesi'nde cevap verdi: "Ben Nazizm’in, Almanya'da bittiğini zannediyordum. Meğerse hala devam ediyormuş… Ya ben istersem yarın gelirim. Gelirim ve kapıdan da sokmadığınız zaman veya konuşturtmadığınız zaman da ben dünyayı ayağa kaldırırım." dedi. Onları “Nazi” ilan edip, meydan okudu.  

Olan yine ülkemize, halkımıza, gurbetçimize oldu…

İncinen halkımızın onur ve gururu… Yalnızlaşan bizim ülkemiz…        

Yasaklanıp, kovulanlar göçmen değil, ülkemizin vekilleri, bakanları…  

Sonuç yine iki kutup: bir uçta Türkiye, diğer uçta da Avrupa ve…  



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

10 Mart 2017 Cuma

Ne yerli ne de milli, insanî olmalı insanî

Fizik bilimi, maddenin yapısındaki; (+) yüklü protonları, (–) yüklü elektronları ve yüksüz olan nötronları bulmuştur. Günlük yaşamda biz onları; artı (+), eksi (-) ve nötr kutuplar olarak isimlendiririz. Bu üç farklı gücün, uyumlu beraberliğinden ise, ne hayırlı sonuçlar çıktığını hepimiz biliriz. Ancak bu üç gücü hiç kimse bilerek isteyerek vuruşturmaz, çünkü bu bir felaket demektir. Özetle, bu üç güç uyum içinde kaldıkça; bizim için ışık veren, iş gören elektrik olur, çarpışınca da bummm!.. diye yok eden bir... 

İsterseniz doğada var olan bu gerçeğin bir de sosyal yaşamdaki yansımasına bakalım. Toplum, adından da anlaşıldığı gibi; kişisel, inançsal, ırksal vb. pek çok  farklılıkları olan sosyal katmanlara mensup bireylerin toplamıdır. Bu çeşitlilikleri, farklılıkları ve güzellikleri yok saymak, onları tek tip olmaya zorlamak çok tehlikelidir. Çünkü size rağmen o farklılıklar vardır ve var olmaya devam edecektir.

Bilimsel verileri kullanılır kılan teknoloji, günümüz insanlarına uzakları yakın kılar, bilgiye ve kaynaklara hızlı ulaşmayı sağlar. Bilim insanları laboratuvar ve uzayda; artık bize yetmeyen dünyamızın dışında, başka yaşam alanları arayışında...

İşte tam da bu yıllar ve günlerde dünyanın pek çok ülkesinde hoyrat milliyetçi rüzgârların esmekte olduğunun görüyoruz. Tıpkı bizdeki “Türk tipi, yerli ve milli olmak” söylemleri uygulamaları gibi…

Türkiye, on milyona yakın sayıda insanını dünyanın pek çok ülkesine göçmen ve emekçi olarak gönderen bir ülke. Bir an bu insanlarımızın bulundukları ülkelerde; “Siz yerli ve milli değilsiniz!..” söylemi ile karşılaştıklarını düşünelim. O emekçi göçmen insanlarımız, bu söylem karşısında neler hisseder ve neler yaşar?!..

İlk bakışta yerli ve milli sözcükleri benzeşse de, yerli; aynı coğrafyadan olmayı, milli ise aynı ırktan olmayı gerekli kılar. Bu tanımlamayı esas alırsak, dünyada sadece yerli ve milli olanları barındıran hiç bir ülkenin olmadığını görürüz. 

Tarihte yaşanmış pek çok ırkçı faşist savaşın, yerli ve milli olmak söylemiyle başladığını, "başka" veya "öteki" ilan edilenlerin de; dili, inancı, malı, kültürü ve canı ile hedefe konduğunu... İnsanları dünkü komşusuna düşman kılanların ise, lanetle anılan faşist liderler ve öğretileri olduğunu biliyoruz.  

Demek ki, yerli ve milli olmak söylemi; toparlayıcı olmak yerine, ayrıştırıcıdır, “başkası” ve “ötekiler” yarattığı için de, evrensel olmaktan uzaklaştırıcıdır. Eğer bir değerin kalıcı olarak kabul görüp paylaşılması isteniyorsa, onun yerli ve milli olmak yerine dünya ait ve insanî olması gerekir. 

Kuşkusuz bilim insanları her alandaki yeni buluşlarıyla toplumsal yaşama kolaylıklar sağlar. Örneğin tıp alanındaki bir buluşun, bir tedavi yönteminin veya bir ilacın kısa süre sonra yerli ve milli ayrımı olmaksızın dünyanın her yerinde ortaklaşa kullanır olması gibi… 

Daha genel bir bakışla özetlersek; çağlar öncesinden günümüze Felsefe-Matematik-Fizik-Kimya-Biyoloji-Müzik-Resim-Edebiyat... alanları ile  pek çok inanç ve dinden günümüze miras kalan, yaşamımızı kolaylaştıran, bize ışık tutan nice bilge kişi, nice evrensel değerlerimiz var.

Peki, sizce tüm bu bilge kişi ve değerlerden hangisi yerli, hangisi milli?
 
***
16 Nisan Referandumu:

Farklılıklardan çatışmalar ve düşmanlıklar çıkarmak çok kolay olup, genellikle ufku dar, dili sivri insanların başvurduğu bir yöntemdir.Uzun erimli düşünüp, görebilen liderler, hayatı yaşanır kılmak için, var olan tüm inançsal/kimliksel farklılıklara saygılı olarak uzlaşı ve uyum arayışında bulunurlar.

İktidar gücü; olumlu ya da olumsuz kullanıldığı her iki durumda da çok etkili bir yaptırıma sahiptir. Olumsuzluk bildiren söylemler genel olarak şart koşmayı gerekli kılan “eğer” sözcüğü ile başlar. Örneğin: “Eğer istediklerimi yapmaz iseniz; yıkılan evin yapılmaz, çocuğun işsiz kalır, köyün yolsuz, susuz, elektriksiz kalır…” gibi şartlar öne süren söylemlerle yola çıkan iktidarlar insanlarda büyük gerginlik ve ikilem yaratır. 

Muhalefeti susturmak, halktan gerçekleri gizlemek için, gece gündüz demeden, canhıraş çabalarla, karşı olan herkese gözdağı verildi, kavgalar edildi. 6 milyon seçmeni bulunan HDP’nin başkan ve vekilleri tutukladı ve  parti etkisiz kılınmaya çalışıldı/çalışılıyor.

Düşüncelerini gazete ve ekranlarda anlatmaktan başka hiçbir suçu olmayan yazar-çizerler henüz belli olmayan iddialarla, dört aydan beri tutuklu… 

İşte ülkemizi OHAL şartlarında KHK’lerle bu hale getirdiler.  

Oysa ülkenin içinde ve dışında savaş rüzgârları esiyor ve çözüm bekleyen, Ağrı dağı kadar aşılmaz, Harran ovası kadar büyük pek çok sorunumuz var… Ve bu devasa sorunları çözmekle görevli iktidar; halkın, meclis görüşmelerini, meclis TV de izlemesini bile sakıncalı bulup ekranları kararttı, kendisini iktidarsız ilan etti, işini gücünü bıraktı, tüm enerjisiyle “Tek Adam Yönetimi” getirmeye çalıştı. 

Ayrıca bu değişiklik girişimi; herkesi kucaklayacak bir uzlaşı sağlayıp ‘12 Eylül Anayasası’nı etik ve demokratik kurallara uyumlu kılmak için de yapılmıyordu ki...

Sadece, evet sadece fiili durum yaratan kişiye pes edip; “Biz yasama, yürütme ve yargı olarak görevimizi yapamadık, beceremedik, şimdi tüm yetkilerimizi siz alın ve tek adam olarak bizi yönetiniz.” demek için…

İşte bugünlerde meydan ve ekranlar bunun için çok canlı… Çünkü uzlaşı aranmaksızın, korku ikliminde sağlanan sayılarla hazırlanan “Fiili duruma;Evet’ mi,Hayır’ mı?” değişikliğini halka soracaklar. 



Yazarın diğer yazıları için tıklayınız